ABDULLAH b. REVÂHA

عبد الله بن رواحة

Ebû Muhammed Abdullah b. Revâha (ö. 8/629)

Şair sahâbî, Mûte Savaşı’nda şehid düşen ücüncü kumandan.

Hazrec kabilesinin Benî Hâris kolundan Revâha b. Sa‘lebe’nin oğludur. Muhadramûn* şairlerinden olup sanatını yalnız Hz. Peygamber’i ve İslâm dinini savunmak, müşrikleri hicvetmek yolunda kullanmıştır. Resûlullah’ın onun için söylediği bilinen, “Şiirleri müşrikler üzerinde oklardan daha etkilidir. cümlesi şairlik kudreti, “Şüphe yok ki kardeşiniz bâtıl ve boş söz söylemez” cümlesi ise kişiliği hakkındaki görüşlerini yansıtmaktadır. Şuarâ sûresinin, “Şairlere sapıklar uyar; onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin?” meâlindeki 224-226. âyetleri inince, “Allah benim de şair olduğumu biliyor, demek ki ben de onlardanım” diyerek teessürünü belirtmiş; bunun üzerine, “Ancak iman edip iyi işler yapanlar müstesna...” şeklinde başlayan 227. âyet nâzil olmuştur (bk. et-Tabakatü’l-kübrâ, III, 528). Abdullah b. Revâha’nın şairliğinin yanı sıra çok etkileyici bir hitabet gücüne sahip olduğu da bilinmektedir. Mûte seferine çıkan 3000 kişilik İslâm kuvveti henüz yolda iken, yakın bir yerde büyük bir Bizans ordusunun bulunduğu haberi alınmış ve geri çekilip takviye isteme fikri benimsenmişken Abdullah b. Revâha’nın, “şehitlik mertebesine erişmek için oyla çıktıkları ve savaşma güçlerini de sayılarıyla silâhlarından değil, Allah tarafından kendilerine lutfedilen İslâm dininden aldıkları” yolunda söylediği etkili sözler üzerine bundan vazgeçilerek savaşmaya karar verilmiştir.

Abdullah b. Revâha okuma yazma bilmesi, hassas bir şair, hatip ve aynı zamanda mâhir bir muharip olması, yüksek cesaret ve şeaate, ayrıca ileri derecede zühd ve takvaya sahip bulunması gibi hasletlerinden dolayı Hz. Peygamber’in özel teveccüh ve itimadını kazanarak ashâb-ı kirâm arasında temayüz etmiş ve önemli görevler yüklenmiştir. İkinci Akabe Biatı’nda Medineli müslümanlar tarafından on iki nakib*in biri olarak seçilip Hz. Peygamber’in idarî yardımcılığı sayılabilecek böyle şerefli bir göreve lâyık görülmesi, onun Câhiliye dönemindeki itibarının İslâm’dan sonra da artarak devam ettiğini göstermektedir. Hz. Peygamber de onu, nakibliğinin yanı sıra ayrıca özel kâtipleri arasına almak suretiyle ikinci defa şereflendirmiştir. Abdullah b. Revâha Bedir, Uhud, Hendek, Hayber savaşları ile Hudeybiye ve Umretü’l-kazâ seferlerine katılmış ve Umretü’l-kazâ’da umre süresince Hz. Peygamber’in devesinin yularını tutmuştur. Hadis de rivayet etmiş olan Abdullah b. Revâha’nın yüklendiği önemli görevler arasında, Bedir zaferinin müjdesini Zeyd b. Hârise ile birlikte Medine’ye koşarak götürmesi ve İkinci Bedir seferi (Bedrü’l-mev‘id) sırasında Medine’de Hz. Peygamber’in vekili olarak kalması da bulunmaktadır. Abdullah b. Revâha’yı Hayber seferinden önce Hz. Peygamber’in dört kişilik seriyyenin kumandanı olarak Hayber’e göndermesi ve “Hayber’i gözetle, halkın arasına karış, ne konuştuklarını ve ne yapmak istediklerini öğren” emrini vermesi (bk. İbn Sa‘d, et-Tabakatü’l-kübrâ, II, 92; Vâkıdî, Kitâbü’l-Megazî, II, 566), onun İbrânîce bildiği ihtimalini akla getirmektedir. Çünküo devirde Medine ve civarında yerleşmiş bulunan yahudilerin Mûsevî Arap olmayıp ırken İbrânî oldukları ve kendi dilelrini konuştukları bilinmektedir. Ayrıca onun bu görevden döndükten sonra, otuz kişilik bir heyetin başkanı olarak Hayber’e elçi gönderilmesi ve fetihten sonra da Hayber mahsulünün ortakçı yahudiler ile bölüşülmesinde yetkili kılınması, bu olaylardan daha önce ise Hendek Savaşı sırasında Benî Kurayza kabilesine gönderilen dört kişilik elçi heyetinde yer almış olması da bu ihtimali kuvvetlendirmektedir.

Hicretin sekizinci yılında (629) Mûte seferine çıkan ordunun başına, Hz. Peygamber tarafından, kumandan vekilinin de ölmesi üzerine komutayı ele almak üzere üçüncü kumandan adayı olarak tayin edilen Abdullah b. Revâha, Zeyd b. Hârise’nin ve onun arkadasından Ca‘fer b. Ebû Tâlib’in şehid düşmeleri üzerine sancağı almı şve o da şehid olmuştur.

Bazı seferlerde Abdullah b. Revâha’nın ahfadının çok saygı gören bir topluluk olarak asırlarca Endülüs’te yaşadığı ileri sürülmekte ise de (bk. İA, V/1, s. 416; EI², IV, 1187) mevcut kaynaklar, onun Ebû Muhammed, Ebû Revâha ve Ebû Amr künyelerini taşımış olmasına rağmen, şehid düştüğü zaman arkasında çocuk bırakmadığını kaydetmektedir (bk. İbn Sa‘d, et-Tabakatü’l-kübrâ, III, 526). Bu durumda “ahfad” tâbiri ile bizzat kendi torunlarının değil, akrabasının kastedildiğine hükmetmek gerekmektedir ki kız kardeşinin çocukları olan bu akraba arasında, ünlü şairler ve büyük dedeleri Revâha b. Sa‘lebe’nin adını taşıyan, künyesi Ebû Revâha olan kişiler de bulunmaktadır. Endülüs’te Benî Abdüsselâm adıyla tanınan bu topluluğun, Abdullah b. Revâha’nın sahâbîlerden Beşîr b. Sa‘d ile evli olan kız kardeşi Amre bint Revâha’nın oğlu Nu‘mân b. Beşîr’in Emevîler’e cephe alması üzerine Halife Mervân’ın emriyle öldürülmesinden sonra Endülüs’e kaçan bazı çocuklarından geldiği anlaşılmaktadır (bk. İbn Hazm, Cemhere, s. 363-365).

Kaynaklarda Abdullah b. Revâha’nın bir divanından bahsedilmemektedir. Az


sayıdaki şiirleri, elliye yakın beyti İbn Hişâm’ın es-Sîre’sinde olmak üzere, ceşitli siyer, tarih, megazî ve tabakat kitaplarında dağınık vaziyette bulunmaktadır. Velîd Kassâb, çeşitli kaynaklardan toplandığı 217 beyit tutarındaki en kısası bin, en uzunu 26 beyit ihtiva eden 37 parça şiirini Dîvânü ‘Abdillâh b. Revâha ve dirâse fî sîretihî ve şi‘rih adıyla yayımlamıştır (Riyad 1402). Bu şiirlerden altı tanesi Câhiliye dönemine ait olup düşman kabile Evs’e mensup şairlerden Kays b. Hatîm’in Hazrec’e yönelik taşlamalarına verdiği karşılıklardan ibarettir. İslâmî devirdeki şiirleri ise, Kureyş müşriklerinin İslâm dini ve Hz. Peygamber aleyhindeki şiirleri ile sözlü saldırılarına cevap teşkil eden irticâlen söyelnmiş recezler şeklindedir. Bu recezler, edebî sanatlara ve fazla duyulmamış kelimelere yer vermeden sade bir dille söylenmiş olup halk tarafından kolaylıkla anlaşılabilecek niteliktedir. Abdullah b. Revâha şiirlerinde Kureyş müşriklerini, devrinin diğer İslâm şairleri Kâ‘b b. Mâlik ve Hassân b. Sâbit gibi kabilevî ve şahsî kusurlarından dolayı değil, imansızlıkları ve ısrarlı küfürlerinden dolayı yermiştir.

Hz. Peygamber’in Ahzâb (Hendek) Savaşı sırasında hendeğin topraklarını taşıyanlara yardım ederken, toza bulanmış vaziyette ashapla birlikte Abdullah b. Revâha’nın şu şiirini söylediği rivayet edilmektedir:

“Vallahi, Allah bize hidayet etmemiş olsaydı hidayete eremezdik

Ne zekât verir ne namaz kılardık

Kâfirler bize saldırdılar

Onlar fitne çıkarmak istediklerinde biz bundan çekindik

Bizden yardım istendiğinde geldik

Yardım isterken de bize güvenin

Yâ Resûlallah, sana canımız fedâ olsun, kusurlarımızı bağışla

Yâ Rabbi, düşmanla karşılaştığımızda ayaklarımızı yerinde tut

Ve üzerimize sabru sebat ihsan et

Biz senin fazlu kereminden müstağni değiliz.”

(Velîd Kassâb, Dîvânü ‘Abdillâh b. Revâha ve dirâse fî sîretihî ve şi‘rih, s. 139-140).

BİBLİYOGRAFYA:

Vâkıdî, Kitâbü’l-Megazî (nşr. M. Jones), London 1965-66 → Beyrut, ts. (Âlemü’l-Kütüb), II, 566; İbn Hişâm, es-Sîre (nşr. Mustafa es-Sekka v.dğr.), Kahire 1375/1955, IV, 15-21, ayrıca bk. İndeks; İbn Sa‘d, et-Tabakatü’l-kübrâ (nşr. İhsan Abbas), Beyrut 1388/1968, II, 92; II, 526-530, 612-613; Cümahî, Tabakatü fuhûli’ş-şu‘arâ’ (nşr. Mahmûd M. Şâkir), Kahire 1394/1974, I, 223-226; Buhârî, “Teheccüd”, 21; Nesâî, “Menâsikü’l-hac”, 121; Âmidî, el-Mü’telif ve’l-muhtelif (nşr. F. Krenkow), Kahire 1354 → Beyrut 1402/1982, s. 126-127; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ’, Kahire 1394-99/1974-79, I, 118-121; İbn Hazm, Cemhere (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1982, s. 363-365; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-gabe (nşr. Muhammed İbrâhim el-Bennâ v.dğr.), Kahire 1390-93/1970-73, III, 234-238; a.mlf., el-Kâmil (nşr. C. J. Tornberg), Leiden 1851-76 → Beyrut 1399/1979, II, 234-237, ayrıca bk. İndeks; Zehebî, A‘lâmü’n-nübelâ’, I, 230-240; İbn Hacer, el-İsâbe (nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî), Kahire 1390-92/1970-72, IV, 82-86; Abdülkadir el-Bağdâdî, Hizânetü’l-edeb (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), II, 303-305; F. Wüstenfeld, Geneologische Tabellen der Arabischen Stamme und Familien, Göttingen 1852, s. 22; Ziriklî, el-A‘lâm, Kahire 1373-78/1954-59, IV, 217; Sezgin, GAS, II, 292-293; Ömer Ferrûh, Târîhu’l-edebi’l-‘Arabî, I, 263; Velîd Kassâb, Dîvânü ‘Abdillâh b. Revâha ve dirâse fî sîretihî ve şi‘rih, Riyad 1402/1982; Muhammed b. Sa‘d eş-Şuvay‘ır, ‘Abdullah b. Revâha hayâtühû ve dirâse fî şi‘rih, Riyad 1406/1986; F. Krenkow, “Hazrec”, İA, V/1, s. 415-416; A. Schaade, “Abdullah”, İA, I, 39-40; a.mlf., “‘Abd Allah b. Rawaha”, EI² (İng.), I, 50-51; W. Montgomery Watt, “al-Khazradj”, EI² (İng.), IV, 1187.

Sargon Erdem - Hulusi Kılıç