ADL

العدل

Kelâm, tasavvuf ve hadis alanlarında kullanılan bir terim.

Adl, “doğru olmak, doğru davranmak, adaletle hükmetmek; eşitlemek” vb. mânalara gelen bir masdardır. Ayrıca “doğruluk, hakkaniyet ve adalet” anlamlarıyla isim olarak kullanıldığı gibi, “çok âdil” anlamında sıfat olarak da kullanılır.

KELÂM. Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

Adl, Allah’ın doksan dokuz ismini sayan esmâ-i hüsnâ hadisinde (bk. Tirmizî, “DaǾavât”, 83) yer alır. Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli müştaklarıyla birlikte yirmi sekiz âyette geçerse de bunların hiçbirinde Allah’ın adalet sıfatını ifade eder mahiyette kullanılmamıştır. Yalnız bir âyette (bk. el-En‘âm 6/115) Allah’ın sözünün adaletli olduğu belirtilir. Ancak birçok âyette Allah, adaletin zıddı olan zulümden tenzih edilmiş, ayrıca “adl” mânasına gelen kıst da Kur’an’da ve hadislerde Allah’a izâfe edilmiştir (bk. Âl-i İmrân 3/18; Yûnus 10/4, 47, 54; Tirmizî, “DaǾavât”, 83; İbn Mâce, “Duâ”, 10). Yine adl ve adalete yakın bir mâna ifade eden hayrü’l-hâkimîn (bk. el-A‘râf 7/87) ve ahkemü’l-hâkimîn (bk. et-Tîn 95/8), Kur’an’da Allah’a nisbet edilmiştir. Buna göre, “Peygamber’in Allah’a adl sıfatını vermeyi münasip görmüş olup olmadığında şüphe edilebilir” tarzında D. B. Macdonald tarafından ileriye sürülen iddianın (bk. İA, I, 363) tutarlı görülebilecek hiçbir yönü yoktur.

Adl, Allah’ın isimlerinden biri olarak kullanıldığında mübalağa ifade eden bir sıfat olup “çok âdil, asla zulmetmeyen, hakkaniyetle hükmeden, haktan başkasını söylemeyen ve yapmayan” anlamına gelir. İslâm filozofları adl sıfatını, “Allah’ın her varlığa lâyık olduğu imkân ve kabiliyetleri bahşetmesi” anlamına gelen inâyet ve cömertlik (cûd) kavramlarıyla açıklamışlardır. İbn Teymiyye de muhtemelen bu görüşten yararlanarak adle “Allah’ın, yaratıklarına nimet vermesi ve ihsanda bulunması” mânasını verir (bk. MecmûǾu fetâvâ, VIII, 31). Ehl-i sünnet’in çoğuna göre Allah’ın zâtıyla kaim olan adl sıfatı vardır (bk. İbn Teymiyye, a.g.e., VIII, 127). Gazzâlî, Allah’ın adaletinin ne anlama geldiğini bilmeden onun âdil olduğunu anlamanın, fiillerini, yaratıp idare ettiği kâinatı tanımadan da adaletini kavramanın mümkün olmadığını söyler ve kâinatın tanınması konusunda çeşitli örnekler verir (bk. el-Maksadü’l-esnâ, s. 71-73). Kâinattaki bütün nesnelerle olaylardaki hikmet ve adaleti kavramak hususunda beşerî bir aczin bulunduğu kabul edilmekle birlikte (bk. HİKMET, ŞER), bütün müslüman âlimler Allah’ın âdil olduğu noktasında ittifak etmişlerdir. Ancak adl sıfatının yorumu hususunda Mu‘tezile âlimleriyle diğer İslâm bilginleri arasında farklı görüşler ortaya çıkmıştır (aş. bk.).

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Mâce, “DuǾâ”, 10; Tirmizî, “DaǾavât”, 83; Fârâbî, el-Medînetü’l-fâzıla, Kahire, ts. (Matbaatü’n-Nîl), s. 20, 22, 54; Halîmî, el-Minhâc fî şuǾabi’l-îmân (nşr. Hilmi Muhammed Fûde), Beyrut 1399/1979, I, 207; Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “Ǿadl” md.; Gazzâlî, el-Maksadü’l-esnâ, Beyrut, ts. (Dârü’l-Kütübi’l-ilmiyye), s. 71-73; Sâbûnî, el-Bidâye (nşr. Bekir Topaloğlu), Dımaşk 1399/1979, s. 62; Râzî, Levâmiu’l-beyyinât (nşr. Tâhâ Abdurraûf Sa‘d), Kahire 1396/1976, s. 245-247; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “Ǿadl” md.; İbn Teymiyye, MecmûǾu fetâvâ (nşr. Abdurrahman b. Muhammed), Riyad 1381-86, VIII, 31, 127; Lisânü’l-ǾArab, “adl” md.; İbnü’l-Vezîr, Îsârü’l-hakǾale’l-halk, Beyrut 1403/1983, s. 339; Ebü’l-Beka, el-Külliyyât, Bulak 1281, s. 240-241; Kâmus Tercümesi, “Ǿadl”, md.; M. Fuad Abdülbâkı, MuǾcem, “Ǿadl”, “kıst”, “zulm” md.leri; D. B. Macdonald, “Allah”, İA, I, 363; E. Tyan, “ǾAdl”, EI² (Fr.), I, 215-216.

Bekir Topaloğlu

KELÂM. Mu’tezile’nin beş temel prensibinden (usûl-i hamse) biri.

Allah’ın âdil olduğu noktasında bütün müslümanlar görüş birliği içinde bulunmakla birlikte, Mu’tezile âlimleri ilâhî adli Ehl-i sünnet’ten farklı bir şekilde yorumlamışlardır. Onlara göre Allah’ın âdil olması, yalnızca güzel (hasen) olan fiilleri işlemesi, kötü ve çirkin (kabin) hiçbir fiili işlememesi ve yapması gerekenleri de terketmemesi demektir. Bundan dolayı adalete riayet etmek Allah için vaciptir (bk. VÜCÛB). İyilik ve


kötülüğün ne olduğunu akıl veya vahiy yoluyla insanlara bildiren Allah, buna dayanarak onları yaptıkları işlerden sorumlu tutmuştur. Kulun sorumlu tutulabilmesi için ayrıca ihtiyarî fiillerini kendine has tam ve müstakil bir irade ve kudretle yapabilir durumda olması gerekir. İnsanın sorumlu olduğu hiçbir fiilini Allah yaratmadığı gibi, onun inkâra sapmasını, zalim ve kötü olmasını, isyan içinde bulunmasını da dilememiştir. Aksi takdirde onu mükellef tutup cezalandırmak, adi sıfatını ihlâl eden bir zulüm olur.

Mu’tezile’nin adi anlayışı, onların beş temel prensibi içinde tevhidden sonra yer almış ve diğer üç prensibi de ihtiva eder mahiyette görülmüştür. Çünkü kul için faydalı olan (bk. ASLAH) her şeyi akıl ve vahiy yoluyla ona bildirmek âdil olmanın gereklerindendir (bk. Kâdî Abdülcebbâr, el-Muhtt bi’t-teklîf, s. 22). Böylece kelâm ilminin “nübüvvet” ve “sem’iyyât” bahisleriyle birlikte “menzile beyne’l-menzileteyn”, “va’d ve vaîd”, “emir bi’1-ma’rûf nehiy ani’1-mün-ker” prensipleri de adle, adl ise tevhid prensibine bağlanmaktadır.

Mu’tezile’nin adl prensibi İslâm literatüründe daha çok kaderin inkârı mânasına alınmıştır. Mu’tezile âlimleri ilâhî adalet ve ferdî hürriyetle çelişir mahiyette buldukları hidâyet*, tevfîk*, hızlan*, hatm* gibi kavramları kader anlayışlarıyla uzlaşacak şekilde te’vil etmişlerdir. Ayrıca adl prensibi, Mu’tezile ile diğer itikadî mezhep mensupları arasında münakaşa konusu olan hüsün*, kubuh*, vücûb*, şer*, istitâat*, teklif* gibi konularla da yakından ilgilidir. Mu’tezile âlimleri, Allah’ın adalet sahibi olduğunu sadece kendilerinin ispat ettiğini savunmuşlar ve bundan dolayı mezheplerine ehlü’1-adl, ashâbü’l-adl, adliyye gibi adlar da vermişlerdir. Onlar kendilerini, “ilâhî adaletin doğru olarak anlaşılmasını sağlayanlar” anlamında ensârü’l-adâleti’l-ilâhiyye diye tanıtmışlardır.

Mu’tezile’nin adl anlayışı, kulun sorumluluğunu sağlam bir zemine oturtmakla birlikte, irade ve kudret sıfatlarını sınırlandırarak Allah’a acz isnadına yol açmaktadır. Bu sebeple, gerek selef âlimleri gerekse kelâm metodunu benimseyen diğer Ehl-i sünnet bilginleri bu şekildeki bir adl anlayışına karşı çıkmış ve bir fiilin meydana gelişinde hem ilâhî hem de beşerî irade ve kudretin rol oynadığını benimseyen orta yolu tercih etmişlerdir (bk. KADER).

BİBLİYOGRAFYA:

Hayyât, el-İntişâr (nşr. H. S. Nyberg), Kahire 1925 → Beyrut 1957, s. 38; Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, VI/1 (nşr. Ahmed Fuâd el-Ehvânî v.dğr.), Kahire 1382/1962, s. 3; .a.mlf., Şerhu’l-Uşüli’l-hamse (nşr. Abdülkerîm Osman), Kahire 1384/1965, s. 132, 301 vd.; a.mlf., el-Muhît bi’t-teklîf (nşr. Ömer Seyyid Azmi - Ahmed Fuâd el-Ehvânî), Kahire, ts., (Dârü’1-Misriyye), s. 21-22, 228-230; Şehristânî, el-Milel ve’n-nihal (nşr. M. Seyyid Kîlânî), Kahire 1381/ 1961 → Beyrut 1395/1975, i, 45; Tehânevî, Keşşaf, 11, 1015-1016; Ahmed Emin, Duha’l-İslâm, Beyrut 1351-55/1933-36, III, 44-61; Zühdî Hasan Cârullah, el-MûǾtezile, Kahire 1947, s. 86112; Ali Sami en-Neşşâr, Neşǿetü’l-fikri’l-felsefî fil-İslam, İskenderiye 1966, I, 505-511; Abdurrahman Bedevî, Mezahibü’l-İslâmiyyîn, Beyrut 1979, I, 60-62; W. Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. E. Ruhi Fığlali), Ankara 1981, s. 291-304; Ahmed Mahmûd Subhî, ez-Zeydiyye, Kahire 1404/ 1984, s. 146-148; H. S. Nyberg, “Mutezile”, İA, VIII, 762-763; E. Tyan, “ǾAdl”, EI² (İng.), I, 209.

Ahmet Saim Kılavuz





TASAVVUF. İlk varlık, hakîkat-i Muhammediyye.

Bazı mutasavvıflar Allah’ın her şeyi hak ile yarattığını bildiren âyetteki (bk. el-En’âm 6/73) hak kelimesini “adl” mânasında anlamışlar ve bunun hakîkat-i Muhammediyye* olduğunu öne sürmüşlerdir. Adl kelimesini bu şekilde tasavvufî mânada ilk kullanan sûfî, Sehl et-Tüsterî’dir. Gerçi o, hakîkat-i Muhammediyye kavramından açıkça bahsedip bunun ibda‘ ve yaratma vesilesi olduğunu söylememiştir. Ancak Âdem’in yaratılışını açıklarken Hz. Peygamber’in şeref itibariyle Âdem’den önce geldiğini ve “ruhanî baba” (ebü’l-ervâh) olduğunu söylemesi, onun hakîkat-i Muhammediyye fikrine yaklaştığını gösterir. İbn Berrecân, “el-hakku’1-mahlûk bih” (sayesinde mahlûkatın yaratıldığı gerçek, yaratma vasıtası) nazariyesiyle adl fikrini geliştirmiş, Allah’ın her şeyi adl yani hak ile yarattığını ifade etmiştir. Buradaki adl ve hak tâbirleri Hallâc’ın “nûr-ı Muhammedî” nazariyesine benzemektedir.

Adl ve “el-hakku’1-mahlûk bih” tâbirlerini aynı kabul ederek bunları “Allah’ın yarattığı ilk mevcut” şeklinde mânalandıran İbnü’l-Arabî, bu konuyu el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’de geniş olarak ele almıştır. Ona göre buradaki adl, Allah’ın mutlak gayb olmaktan vazgeçip (adele an عدل عن) tecellîye meyletmesinden (adale ilâ عدل إلى) ibarettir. Diğer bir ifadeyle adl, vücûbdan imkâna, butundan zuhura, saf zâttan taayyüne, sübûttan vücûda geçişin başlangıç noktasıdır. Zât-ı ilâhî daima gizli kalmaya meylederse de ulûhiyyet devamlı olarak tecellîler vasıtasıyla kendini açığa vurmak ister. Adl zât-ı ilâhî ile ulûhiyyet arasında bir denge kurar. Varlıkları bu adl meydana getirdiğinden âlemde sadece adl vardır. Zira her şey adl ile yaratılmış ve yerli yerine konulmuştur. Bu anlamdaki adl, kâinattaki kusursuz ve mükemmel dengeden ibarettir.

BİBLİYOGRAFYA:

Buhârî, “Rikâk”, 18; Müslim, “Münâfikın”, 71; Sehl et-Tüsterî, Risâletü’l-hurûf, Kahire 1974; a.mlf., Tefsîrü’l-Kurǿâni’l-Ǿazîm, Kahire 1908, s. 44, 62; Hakim et-Tirmizî, Hatmü’l-evliyâǿ (nşr. Osman İsmâil Yahya), Beyrut 1965, s. 183, 257; Hucvirî, Keşfü’l-mahcûb, Hakikat Bilgisi (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1982, s. 573; Baklî, Meşrebü’l-ervâh (nşr. Nazif M. Hoca), İstanbul 1974, s. 76; İbnü’l-Arabî, el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye, Kahire 1293, II, 79; IV, 302; el-MuǾcemü’s-sûfî, “Ǿadl” md.

Süleyman Uludağ

HADİS. Adalet vasfını taşıyan râvi. Adl, aynı zamanda bir ta’dil* terimi olup Sehâvî’ye göre ta’dilin üçüncü mertebesinde yer alan râvi için kullanılır. Böyle bir râvinin rivayet ettiği hadis, diğer şartları taşıması halinde delil olarak kullanılabilir (bk. ADÂLET).

BİBLİYOGRAFYA:

Sehâvî, Fethu’l-mugîs, Kahire 1388/1968, I, 18, 271; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Kahire 1379/1959, I, 300; Ali el-Kârî, Mustalahâtü ehli’l-eser, İstanbul 1327, s. 52-55, 155; Talât Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 21.

Abdullah Aydınlı





FIKIH. (bk. ADÂLET)