AHBÂR

الأحبار

Kur’ân-ı Kerîm’de “yahudi din âlimleri” anlamında kullanılan bir tâbir.

Ahbâr, “âlim, din büyüğü, faziletli kimse” anlamına gelen hibr veya habr kelimesinin çoğul şekli olup “yazılı veya şifâhî güzel eserler veren, güzel üslûp


sahibi âlimler” mânasında kullanılmaktadır. İbrânîce hâber (çoğul şekli haberîm) “arkadaş, meslektaş” kelimesinin Arapça’ya geçmiş şekli olduğu da ileri sürülmektedir. Bu kelime milâdî I. ve II. yüzyıllarda Ferisî mezhebi mensupları için, Talmud döneminde de belli bir cemiyetin üyeleri için kullanılmıştır. Asr-ı saâdet’te ise Medine’de beytülmidrâs denilen yerlerde yahudi şeriatını ve dinî ilimleri öğreten, dinî ahkâma vâkıf olup yahudi halkı arasında ortaya çıkan meseleleri halleden kişileri ifade ediyordu.

Ahbâr Kur’ân-ı Kerîm’de iki defa rabbâniyyûn, iki defa da ruhbân kelimesiyle birlikte yer almış ve “Tevrat’la hüküm veren, onu gözleyip kollayan” (el-Mâide 5/44), “halkı kötü söz söylemekten ve haram yemekten menetmesi gereken” (el-Mâide 5/63) yahudi âlim ve fakihleri için kullanılmıştır. Kur’an’da ayrıca, yahudilerin ahbârı Allah’tan ayrı rab edindikleri, ahbârın da insanların mallarını haksız yere yiyip onları Allah yolundan uzaklaştırdıkları, Tevrat hükümlerini kendi hasis menfaatleri karşılığında değiştirdikleri de ifade edilmiştir (bk. et-Tevbe 9/31, 34).

Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettikten sonra zaman zaman yahudi beytülmidrâslarına giderek ahbâra İslâm’ı tebliğ etmiş (bk. Buhârî, “İtisâm”, 18), Ebû Bekir ve Ömer gibi sahâbîler de aynı şeyi yapmışlardır (bk. İbn Hişâm, II, 558). Fakat onlar İslâmiyet’i benimsemedikleri gibi çeşitli şekiller altında Hz. Peygamber’le mücadele etmiş ve onu zor durumda bırakmaya çalışmışlardır (bk. İbn Hişâm, II, 513, 543). Ahbârın bir kısmı görünürde müslüman olmuşsa da gerçekte bunlar İslâm imanını içlerine sindirememiş ve “yahudi münafıkları” diye anılmışlardır. Abdullah b. Selâm gibi bazıları da İslâmiyet’i samimiyetle benimsemiş ve gerek kendi devirlerinde, gerekse sonraki dönemlerde müslümanların saygı ve sevgisini kazanmışlardır. Hz. Peygamber’in, “Yahudi ahbârından on tanesi bana iman etseydi yeryüzündeki bütün yahudiler de müslüman olurdu” meâlindeki hadisi (bk. Müsned, II, 346), ahbârın yahudiler arasındaki nüfuzunu göstermektedir. Yine muhtelif hadisler, Asr-ı saâdet’teki ahbârın Hz. Peygamber’le olan münasebetlerini, çeşitli sorular sormak suretiyle onu imtihan edişlerini, Tevrat hükümlerini gizlemeye veya tahrif etmeye kalkışmalarını haber vermektedir (bk. Wensinck, MuǾcem, “haber” md.; a.mlf., Miftâhu künûzi’s-sünne, “el-yehûd” md.).

Abdullah b. Selâm ve tâbiîn devrinin yahudi asıllı âlimlerinden Vehb b. Münebbih, Kâ‘b el-Ahbâr gibi kişilerden İslâmî eserlere intikal etmiş birçok rivayet bulunmaktadır. Yaratılış, kâinatın teşekkülü ve işleyişi, tabiat olayları, geçmiş milletler ve şahsiyetler, peygamberler, âhiret halleri ve benzeri konulara dair olan bu haberler, genellikle İslâm öncesi anlayış ve telakkilerin yorumundan ibaret olup İslâmî açıdan sahih ve sabit değildir (bk. İSRÂİLİYAT).

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Hişâm, es-Sîre (nşr. Mustafa es-Sekka v.dğr.), Kahire 1375/1955, II, 513-572; Müsned, II, 346; Buhârî, “İtisâm”, 18; Taberî, Câmiu’l-beyân (nşr. Mustafa es-Sekka), Kahire 1373-76/1954-57, IV, 249; Josef Horovitz, Koranische untersuchungen, Leipzig 1926, s. 63; Cevâd Ali, el-Mufassal fî târîhi’l-Arab kable’l-İslâm, Beyrut 1968-72, VI, 551-552; Remzî Na‘nâa, el-İsrâîliyyât ve eseruhâ fî kütübi’t-tefsîr, Beyrut 1390/1970, s. 107-110; Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, Ankara 1979, s. 58-60, 62-69 ve tür. yer.; Wensinck, MuǾcem, “haber” md.; a.mlf., Miftâhu künûzi’s-sünne, “el-yehûd” md.; “Haber”, JE, VI, 121-123.

Osman Cilacı