AKİK

العقيق

Halk arasında makbul tutulan bir süs taşı.

Akîk Arapça’da “vadi, dere yatağı, ırmak” mânalarında kullanılan bir kelimedir ve bu taşa da en fazla nehir yataklarında rastlanmasından dolayı akik denildiği (“ırmak taşı” gibi) anlaşılmaktadır. Nitekim akiğin Avrupa dillerindeki karşılığı olan agatanın da (agate, Achat) Sicilya’daki Achates nehir adından geldiği bilinmektedir (bk. Frisk, I, 199).

Akik beyazdan siyaha kadar bütün renklerde ve mat, kısmen şeffaf hallerde bulunan sert ve parlak bir yarı kıymetli (semiprecious) taş cinsidir. En yakın akrabası karnelian gibi bir kuars-kalsedon çeşidi olan akik, bazalt damarları arasında veya deniz sahillerinde, ırmak yataklarında ve çöllerde münferit kütleler, yumrular halinde bulunur. Kesildiğinde, dışını kaplayan koyu gri, yeşil-kahverengi kabuğunun altında, tek merkezli daireler şeklinde damarları bulunan parlak ve canlı renklerde bir taş olduğu ve bazı yumruların, ortalarındaki bir boşluk içinde su ihtiva ettiği görülür. Deniz ve nehir kıyılarında bulunanlar, yuvarlanma sebebiyle kabukları aşınmış olduğu için gerçek renklerini belli ederler. Akiğin nasıl meydana geldiği kesinlikle tesbit edilememiş olmakla beraber birbirinden farklı birkaç ayrı şekilde teşekkül ettiği bilinmektedir. Arizona çölünde al akiğe dönüşmüş bir ağaç fosili bulunmuş ve bitki dokusunun damar haline geldiği görülmüştür (bk. Shaffer-Zim, s. 131). Akik dünyanın pek çok yerinde çıkmakta ve en kaliteli örneklerine Yemen (akîk-i Yemânî, Mocha stone), Almanya, Meksika, Brezilya ve Amerika Birleşik Devletleri’nin çeşitli eyaletlerinde rastlanmaktadır. Sertlik derecesi 7 ve özgül ağırlığı 2.65 olup kırılması sedef eğrisi halindedir (konkoidal). XIX. yüzyılın başlarından itibaren Almanya’nın Idar-Oberstein şehrindeki kıymetli taş işleme atölyelerinde, özellikle makbul tutulmayan mat beyaz ve kirli sarı akikler, ısı değişikliği altında kimyevî maddelerle muamele edilerek çeşitli renklere boyanabilmektedir.

Akik milât öncesi asırlardan beri Mezopotamya, Mısır, Yunan ve Roma gibi medeniyetlerde sevilerek kullanılmış, Tevrat’ta başrahibin göğüslüğünün (pektoral) üzerine kakılacak yakut ve zümrüt gibi kıymetli taşlar arasında çeşitli renkleriyle zikredilmiştir (Çıkış, 28/17, 18, 20). Akiğin tarih boyunca, kakmacılığın dışında en fazla yüzük kaşı ve mühür yapımında kullanıldığı görülmektedir. En güzel örnekleri Romalılar ve Rönesans sanatçıları tarafından meydana getirilen ve “cameo” adı verilen bir ziynet eşyası türü, yalnız akiğin halka damarlı cinsinden (onyx) yapılabilmektedir. Cameo çalışmalarında taş oyulurken genellikle koyu renkli damarı fon olarak bırakılmakta, açık renkli damarından da figürler işlenerek iki renkli bir kabartma elde edilmektedir. Büyük akik parçalarından ise fincan, kadeh, kupa, mektup açacağı, şemsiye ve baston sapı gibi eşya yapılmaktadır.

Özellikle müslüman erkekler arasında en makbul yüzük kaşı al renkli Yemen akiğinden yapılanlardır. Bunun sebebi, taşın Arabistan’dan ve genellikle hacılar tarafından getirilmesi olduğu kadar, Hz. Peygamber’in üzerinde “Muhammedün resûlullah” yazan yüzüğünün de akik kaşlı olduğuna inanılmasıdır. Hz. Muhammed’in mektuplarında baskısı bulunan mühür, rivayete göre Hz. Peygamber’in yüzüğünün siyah akik kaşıdır ve bu yüzük, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’den sonra kendisine intikal eden Hz. Osman tarafından kuyuya (Medine’de Bi’rierîs) düşürülerek kaybedilmiş ve yerine yenisi yaptırılmıştır. Halen Topkapı Sarayı Hırka-i SaǾâdet Dairesi’nde sergilenen üzerinde “Muhammedün resûlullah” yazılı al akiğin Hz. Osman tarafından yaptırılan yüzüğün kaşı olduğu tahmin edilmektedir. Yine, Hz. Ali’nin de üzerinde üç satır halinde “mâşâallah, lâ kuvvete illâ billâh, estağfirullah” sözleri yazılı bir akik yüzüğünün olduğu bilinmektedir (bk. Müttakı el-Hindî, VI, 686). Bazı kaynaklarda Hz. Peygamber’e nisbet edilen, akiğin mübârek olduğuna ve akik yüzük kullanmanın fakirliği giderdiğine dair çeşitli rivayetler yer almakta


ise de (a.e., VI, 663-664) bunların güvenilemiyecek ölçüde zayıf hatta mevzû* oldukları kabul edilmektedir (bk. Kastallânî, I, 334). Ünlü hadis mütehassısı Ukaylî ise daha kesin bir ifadeyle, Hz. Peygamber’den bu konuda herhangi bir hadis rivayet edilmediğini bildirmektedir (ed-Duafâü’l-kebîr, IV, 449).

Akik yüzüklerin kaşları genellikle yüksek bombeli ve oval veya yuvarlak olmakta ve daima gümüş halkaya raptedilen bu taşların oturtulduğu yuvanın tabanı oyularak akiğin parmağa temas etmesi sağlanmaktadır. Yüzüklerin, kaşın parmağa dokunacak biçimde yapılmasına, al akiğin vücuda doğrudan temas etmesi halinde akan kanı durdurduğu, asabiyeti teskin ettiği ve savaş alanında soğukkanlılık verdiği gibi bazı batıl inançlar gerekçe gösterilmektedir. Bu inançların ise taşın renginden, suyu kurumuş vadilerde bulunmasından ve özellikle taşıdığı adın kökünü teşkil eden akkın (عق) “kesmek” anlamını taşımasından kaynaklandığı tahmin edilebilir. Yüzüklerde kafes tabanını oymanın gerçek sebebi gümüşten tasarruf olsa gerektir ve nitekim gümüş yüzüklerin bir miskalden (4.722 gr.) daha ağır olmaması hususunda zayıf da olsa bir hadis mevcuttur (Ebû Dâvûd, “Hâtem”, 4; Tirmizî, “Libâs”, 43). Üzerine bazı tılsımlı işaretler ve dualar kazınarak boyuna asılan hamailler de tercihen al akikten yapılmakta ve yine vücuda temas edecek şekilde çıplak ten üzerine takılmaktadır.

Halk arasında al akiğin makbul tutulmasına karşılık, İslâmî rüya tabircilerine göre rüyada ak akik görmek al akik görmekten daha hayırlıdır ve akik fakirliğin gideceğine, işlerin düzene gireceğine işaret eder (Nablûsî, s. 86). Akik, tesbih yapımında da haddeli ve yontma (fasetalı) olmak üzere iki ayrı biçimde kullanılmıştır (bk. TESBİH). Haddelilerin, taşın rengine ve imâmesinin uzunluğuna göre kıymetli tesbihler arasında yer almasına karşılık yontmaların fazla bir değeri yoktur. Çünkü taneler haddeden geçmedikleri için aynı ölçüde olmamakta ve köşeleri birbirine sürtünme sebebiyle aşındıklarından dolayı da zamanla donuk bir görünüm almaktadır. Akik İslâmî güzel sanatlarda mühre ve zer-mühre olarak da kullanılmaktadır (bk. TEZHİP).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “ak” md.; Tâcü’l-arûs, “ak” md.; Frisk, GEW, I, 199; Ebû Dâvûd, “Hâtem”, 4; Tirmizî, “Libâs”, 43; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 113; Ukaylî, ed-Duafâü’l-kebîr (nşr. Abdülmu‘tî Emîn Kal‘acî), Beyrut 1404/1984, IV, 449; Kastallânî, el-Mevâhibü’l-ledünniyye, Beyrut, ts., I, 334; Müttakı el-Hindî, Kenzü’l-ummâl (nşr. Bekrî Hayyânî - Safvetü’s-Seka), Beyrut 1405/1985, VI, 663-664, 686; Nablusî, Tatîrü’l-enâm fî tabîri’l-menâm: İslâmî Rüya Tabirleri Ansiklopedisi (trc. A. Bayram - M. S. Çöğenli), İstanbul 1980, s. 86; Tahsin Öz, Hırka-i Saadet Dairesi ve Emanat-ı Mukaddese, İstanbul 1953, s. 28; İslam Yaşar - Nebil Fazıl Alsan, Mukaddes Emanetler, İstanbul 1985, s. 51; L. Quick, Book of Agates, Philadelphia 1963; P. Shaffer - H. Zim, Rocce e Minerali, Milano 1970, s. 80-81, 117, 131; J. Hell, “Akîk”, İA, I, 247; C. B. Slawson, “Agate”, EAm., I, 330-331; W. A. Wooster - C. S. Hurlbut, “Agate”, EBr., I, 321.

Sargon Erdem