AKINCI

Osmanlı hafif süvari birliklerinden biri.

Temelinin Osman Gazi zamanında Köse Mihal tarafından atıldığı rivayet edilmektedir. Orhan Bey zamanında dâimî piyade ve süvari askerlerinin teşkiline kadar hep bunlar kullanılmış, Osmanlı uç beyliğinin kısa sürede bir devlet haline gelmesi de bunlar sayesinde gerçekleşmiştir. Akıncılığın bir ocak şeklinde kurulmasında ise Evrenos Bey’in (ö. 1417) büyük emeği geçmiştir. I. Murad devrinde Yeniçeri Ocağı kurulunca akıncıların görevleri sadece sınır boylarına inhisar etmiştir.

Akıncılar sürekli ordu birliklerine mensup değillerdi; bunlar Rumeli’de serhad boylarına yakın yerlerde otururlar ve genellikle yaz aylarında, zaman zaman düşman topraklarına akınlar yaparlardı. Devlet akıncılar için kışla tahsis etmez, onlara maaş vermez, teçhizat ve silâh sağlamazdı. Akıncılar silâhlarını kendileri temin ederler ve düşmandan aldıkları ganimetle geçinirlerdi. Buna karşılık devlete vergi vermekten muaf tutulurlardı. Akıncı olabilmenin bazı şartları vardı. Bunlar güçlü ve genç yiğitlerden seçilirdi. Her bir akıncı adayı imam veya köy kethüdâsını veya dürüst birini kefil göstermek mecburiyetinde idi. Düzenli bir şekilde tutulan akıncı defterlerinden bir nüshası ilgili serhad kadılığında, diğeri merkezde saklanırdı. Bu defterlere akıncıların isim ve eşkâlinden başka, baba adları, mahalle ve köyleri de yazılırdı.

Akıncı beyini devlet tayin ederdi. Bu önemli kumandanlık uzun süre Mihal, Evrenos, Turhan ve Malkoçoğlu gibi meşhur akıncı ailelerinde kalmış, âdeta babadan oğula intikal etmiştir. Akıncılar Turhanlı, Mihallı, Malkoçoğlu akıncıları gibi mensup oldukları kumandanların adlarıyla anılırlardı. Türkler’in Rumeli’ye ilk geçişlerinde hazır bulunan Evrenos Bey’e bağlı olanlar Arnavutluk’ta, Turhanoğulları Mora’da, Mihaloğulları Sofya’da, Malkoçoğulları ise Silistre dolaylarında bulunurlardı.

Akıncı kanununa göre her on akıncıya onbaşı, yüz akıncıya subaşı, bin kişiye ise binbaşı kumanda ederdi. Akıncıların sayısı devletin gücüne göre azalıp çoğalmıştır (meselâ XVI. yüzyıl sonlarında sayıları 40.000 kişi kadardı). Savaşlarda başarılı akıncılara devletçe dirlik* tahsis edilmeye başlanınca akıncıların timar*lı kısmı da ortaya çıkmış oldu. Küçük rütbeli akıncı zâbitlerine toyca veya taviçe denirdi. Bunlar barış zamanında akıncıların çeribaşısı, seferde ise alay beyleriydi. Akıncılar barış zamanlarında kendi işleriyle meşgul olurlar, bu arada başta binicilik olmak üzere yüzme, sarp yerleri aşma ve at üstünde her türlü


silâhı kullanabilme gibi çeşitli tâlimler yaparlardı. Savaş sırasında ise asıl ordudan birkaç günlük mesafede önden giderler, keşif faaliyetlerinde bulunurlar, ordunun geçeceği yol, geçit ve köprüleri emniyete alırlardı. Bu arada düşmana yapılacak yardıma engel olurlar, yakaladıkları esirlerden aldıkları bilgileri en kısa zamanda ilgili yere iletirlerdi.

Akıncıların yaptığı üç çeşit akın vardı. 100 kişiden az akıncıyla yapılana çete veya potera, 100’den fazla kişiyle yapılana harâmilik, bizzat akıncı kumandanının idaresi altında yapılana ise gerçek mânada akın denilirdi. Harâmilik ve akın sırasında alınan esirlerin beşte birini, acemi oğlanı* yapılmak üzere kanun gereği devlet alırdı. Pençik kanununa göre bu neferleri bizzat seferde bulunan ve kendisine pençikçibaşı denilen kadı toplardı. Akıncılar, Avrupalılar’ın iddia ettikleri gibi, sırf çapul için düşman topraklarına saldıran başı bozuk serseri güruhu değildi. Akının her çeşidi iyi bir plan, program ve emir-kumanda içinde yapılırdı. Çoğu Türk olan akıncıların oğulları da akıncı adayı idi. Akıncıların düşman topraklarına dalışı kitle halinde olur, yol kavşağı, geçit ve köprü gibi gerekli yerlerde bölüklere ayrılırlardı. Silâh ve teçhizatları uygun olmadığından akıncılar kale muhasarası gibi işlerle meşgul olmazlardı. Ancak, akıncı fedailerinden olan serdengeçtiler kuşatılmış kaleye girerler, dalkılıçlar ise düşman içerisine dalarlardı. Bunlar çoğu zaman geriye dönemezler, şehid olurlardı. Akıncıların silâhları kılıç, kalkan, pala, mızrak ve bozdoğan da denilen topuzdan ibaretti. Akıncı neferleri yanlarında yedek atlar da bulundururlar, aldıkları ganimetleri bunlarla taşırlardı.

Akıncılar, esas olarak Rumeli’de serhad boylarında bulunmakla birlikte Fâtih, II. Bayezid ve I. Selim devirlerinde Anadolu’nun doğusundaki devletlere karşı da kullanılmıştır. Fetihler döneminin sona ermesi ve duraklama devrinin başlaması ile eski akınlar görülmez olmuş, akıncıların sayısı azalmaya başlamıştır. Osmanlılar’da akıncılık 1595 yılına kadar yaklaşık 250 sene devam etmiştir. Bu tarihte vezîriâzam Koca Sinan Paşa’nın Eflak’da Prens Mihal’e yenilmesi üzerine Tuna’nın öte yakasında kalan akıncıların pek azı kurtulabilmiş ve 100.000 kadar akın atı telef olmuştur. Çok uzun mesafeleri kısa sürede katedecek şekilde yetiştirilen ve daha birçok meziyetleri olan akın atlarının bir daha yetiştirilememesi, bu teşkilâtın zayıflamasının başlıca sebepleri arasındadır. XVII. yüzyıldan itibaren sayıları iyice azalan akıncılar artık geri hizmetlerde kullanılır olmuş, yerlerini sınır kalelerindeki serhad kulları almıştır. Yine bu yüzyıldan sonra öncülük hizmetlerinde Kırım hanlarının maiyetlerindeki Tatar askerlerinden faydalanılmıştır. Akıncı adı, öteki askerî birliklerle beraber 1826’da resmen ortadan kalkmış ve böylece günümüze kadar türkülere konu, dillere destan olan yiğitler tamamen tarihe karışmıştır.

Millî Mücadele sırasında Demirci Kaymakamı İbrâhim Edhem’in kurduğu birliklere de “akıncı müfrezeleri” denilmiştir. Büyük Taarruz arefesinde Batı Anadolu’da işgal altındaki topraklarda düşmana büyük kayıplar verdirmiş olan bu kuvvetler zaferden sonra dağılmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, MD, nr. 3, hüküm 369, 399, 1512; Kanunnâme, Beyazıt Devlet Ktp., Veliyüddin Efendi, nr. 1970, vr. 58b, 63ª, 64ª; Kavânîn-i Osmâniyân, İÜ Ktp., TY, nr. 2753, vr. 49b-50ª; Âşıkpaşazâde, Târih, s. 124-125, 127, 128, 147; İbn Kemâl, Tevârîh-i Âl-i Osmân, I. Defter, s. 20, 62, 91, 96, 113-119, 133, 141, 155, 162, 171; II. Defter, s. 6-8, 37, 54, 55, 110, 156, 159, 183, 191; Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-tevârîh, İstanbul 1279-80, I, 351, 367-370; Kâtip Çelebi, Fezleke, İstanbul 1286, I, 60-61; Naîmâ, Târih, s. 136-138; Cevad Paşa, Târîh-i Askerî-i Osmânî, İstanbul 1297, I, 1; Hammer (Atâ Bey), I, 320; Mahmud Şevket Paşa, Osmanlı Askeri Teşkilatı ve Kıyafeti (haz. N. Türsan - Ş. Türsan), Ankara 1983, s. 7; Necati Tacan, Akıncılar ve Mehmed II, Bayezit II. Zamanlarında Akınlar, İstanbul 1936; Barkan, Kanunlar, I, 397-398; Pakalın, I, 36-40; a.mlf., “Akınlar ve Akıncılar”, TOEM, sy. 47 (1335), s. 293-296; Agâh Sırrı Levend, Ġazavāt-nāmeler ve Mihaloğlu Ali Bey’in Ġazavāt-nāmesi, Ankara 1956, s. 184-187; Irène Beldiceanu Steinherr, “En marge d’un acte concernant le penğyek et les aqınğı”, REI, XXXVII/1 (1969), s. 21-43; İ. Parmaksızoğlu, “Turhan Bey”, TA, XXXII, 19-20; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Akıncı”, İA, I, 239-240; M. Tayyib Gökbilgin, “Mihal-oğulları”, İA, VIII, 285-292; A. Decei, “Akındjı”, EI² (Fr.), I, 350-351.

Abdülkadir Özcan