ALAY

Osmanlı devlet teşkilâtında askerî ve idarî merasimlerin tertibini, XIX. yüzyıldan itibaren de askerî bir birliği ifade eden terim.

“Kalabalık, cemaat, güruh” anlamındaki Grekçe allagiondan gelen ve daha Bizans’la temastan önce Selçuklu Devleti’nde kullanılan alay kelimesinin Osmanlı teşrifatında yaygın bir kullanım alanı vardır. Padişahın sefere gidiş ve dönüşleri sırasında saraydan Davutpaşa’ya kadar yapılan merasime alay-ı hümâyun, rebîülevvelin on ikinci günü okunan mevlid-i şerif dolayısıyla yapılana mevlid alayı, yeni tahta çıkan hükümdar için Eyüp Sultan Camii ve Türbesi’ndeki kılıç kuşanma merasimine kılıç alayı, hükümdarın bayram namazını kılmak üzere camiye gidip gelirken icra edilene bayram alayı, bir şehzadenin cülûsundan sonra eski sarayda bulunan annesinin Topkapı Sarayı’na nakli sırasında yapılan törene ise vâlide alayı denirdi.

Alay, askerî terim olarak, Asâkir-i Mansûre’nin kurulmasından sonra tabur ile livâ arasında ordunun belli bir bölümü için kullanılmış ve bugün de hâlâ kullanılmaktadır. Piyadelerin sekizer bölüklü üçer taburu, süvarilerin beşer bölüğü, topçuların ise dörder toplu altışar bataryası birer alay kabul edilmişti. Alayın en büyük âmiri miralaydı. Alayın Osmanlılar’da ayrıca alay imamı, alay kanunu, alay müftüsü, alay sancağı (aş. bk.) ve alaylı*, surre* alayı gibi değişik kullanımları vardır. Bunlardan başka alay arabası merasimlerde padişahın bindiği saltanat arabasını, alay bağlamak askerin saf saf olmasını ve savaş nizamına girmesini ifade ederdi. Alay beyi timarlı sipahi kumandanlarından biri idi ve terfii halinde sancak beyi de olabilirdi. Alay çavuşu hem Dîvân-ı Hümâyun çavuşlarını, hem de orduda emir ve kumandadan askeri haberdar eden görevlileri ifade eden bir tabirdi. Alaya gitmek tabiri ise askerî mekteplerden çıkartılarak neferlikle kıtaya gönderilenler için kullanılırdı. Alay emini yüzbaşı ile binbaşı arasında hesap işleriyle uğraşan bir görevli olup alay kâtipleri arasından tayin edilir, terfii durumunda binbaşı olurdu.


1908’den sonra bu unvan kaldırılmıştır. Alay erkânı da bir alayın yüksek rütbeli zâbitleri için kullanılmıştır. Alay göstermek gösteri yapmak ve bugünkü geçit resmi anlamında kullanılırdı. Bunun en gösterişlisi yabancı sefirler önünde yapılırdı. Alay kâtibi alayın yazı işleriyle görevli bir memuru olup terfi ederse alay emini olurdu. Alay meclisi alayın meseleleriyle ilgili kararların alındığı meclisti ve yüksek rütbeli zâbitlerden oluşurdu. Topkapı Sarayı’nda Bâbüsselâm ile BâbüssaǾâde arasındaki meydanın adı da Alay Meydanı idi. Resmî törenlerin yapıldığı meydanlar genel olarak bu adla anılmıştır.

Günümüzde bir askerî terim olarak alay, bir albayın komutasında bulunan, aynı sınıftan olup aynı silâhları kullanan en büyük birliğe denilmektedir. Bir piyade alayı üç piyade taburu, bir tanksavar bölüğü, bir piyade hava bölüğü, bir muhabere takımı ve piyade hafif koluyla bir alay karargâhından, bir topçu alayı ise iki veya daha fazla topçu taburundan oluşmaktadır. Her alayın bir sancağı vardır.

Alay Kanunu. Osmanlı Devleti’nde gerek padişahın gerekse serdâr-ı ekremin sefere çıkışlarında, hükümdarın cuma veya bayram namazlarına gidişinde devlet teşrifatında bulunan kimselerin resmî kıyafetleri ve teşrifat defterindeki derecelerine göre yer almaları ile bir geçit töreni yapılırdı. Bu törenin yapılış şekli ile devlet adamlarının giyiniş tarzını ve pâyelerine göre sıralanmalarını gösteren kanuna alay kanunu denirdi. Vezirler, ulemâ, devlet ricâli, ocak erkânı ve diğer devlet adamlarının divandaki kıyafetleri ve bulunacakları yerler alay kanununda en ince ayrıntılarıyla tesbit edilmiştir. Teşrifatçı başının uyguladığı bu kanuna göre, XVIII. yüzyıl başlarında vezirler başlarına genellikle kallâvî, ulemâ örf, vezirlikleri olmayan defterdar, nişancı ve rikâb-ı hümâyun ağaları ile reîsülküttâb selimî, öteki hâcegân* ise mücevveze* denilen serpuşlar giyerlerdi.

Alay Sancağı. Sancak ordunun şeref timsali olarak görülmektedir. İslâm ve Türk devletlerinde çeşitli renk ve biçimlerde sancaklar kullanılmıştır. Osmanlı Devleti’nin klasik döneminde Yeniçeri Ocağı’na mensup yaya ve süvari birliklerinin çeşitli bayrakları yanında ocağın büyük alay bayrağı vardı. Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye’nin kurulmasından sonra oluşturulan alayların da ayrı sancakları bulunmaktaydı. Alay sancağı, bugün her alaya ve kuruluşunda alay bulunmayan tugaylara verilmektedir. Silâhlı kuvvetlerin şeref timsali sayılan alay sancağı, cumhurbaşkanı veya onun tayin edeceği en büyük komutan tarafından alaya özel törenle teslim edilir. Barış zamanında alay komutanının odasında, savaşta ise karargâhında kılıfı içinde kapalı olarak bulundurulan alay sancağı, sadece alaya ilk verilişi, görev devir-teslimi, sancağa madalya takılması ve bazı geçit resmi törenleri sırasında açılır. Savaşta, sancağı koruma imkânı kalmazsa, düşmanın eline geçmemesi için alay kumandanı tarafından yok edilir. Alay sancağı tabiri, resmî günlerde gemileri donatmak için açılan renkli bayraklar için de kullanılmıştır (ayrıca bk. BAYRAK, SANCAK).

Alay Müftüsü. Osmanlı askerî teşkilâtında askerin mâneviyatını yükseltmek için onlara dinî bilgiler ve zaman zaman vaazlar vermek, bazan da teçhiz* ve tekfin* işleriyle ilgilenmekle görevli askerî memur. Alay müftüsü protokolde binbaşıdan önce gelirdi. Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar alay müftülüğü varlığını korumuştur.

Alay İmamı. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından (1826) sonra kurulan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye alaylarının birinci taburlarında görevli, din hizmetlerini yürütüp ahlâkî bilgiler veren, cemaatle namaz kıldıran, teçhiz ve tekfin işleriyle meşgul olan askerî memur. Özel üniforma taşıyan alay imamı, terfi edince alay müftüsü olurdu. Asâkir-i Mansûre’nin kurulmasından sonra askerlerin dinî eğitimlerine daha fazla dikkat gösterilmiş, imamlara zamanın şartlarına göre yeni bazı sosyal haklar verilmiştir. Meselâ başlangıçta otuz kuruş olan aylıklarına “kisve-bahâ” adıyla otuz kuruş zam yapılırken kılık ve kıyafetleri de belli bir nizama sokulmuştur. Protokolde yüzbaşıdan önce gelen alay imamları mensubu oldukları birliğin her türlü dinî meselesinden sorumlu idiler.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, HH, nr. 17318; Esad Efendi, Teşrîfât-ı Kadîme, İstanbul 1979, s. 4-5; Mahmud Şevket Paşa, Osmanlı Teşkilât ve Kıyâfet-i Askeriyyesi, İstanbul 1325, s. 67 vd.; Pakalın, I, 44-46; II, 59; M. Fuad Köprülü, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri (nşr. Orhan F. Köprülü), İstanbul 1931 → İstanbul 1981, s. 191; Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları, I, 290, 304; II, 146, 151; a.mlf., “Alay”, İA, I, 293-294; TA, II, 8-9; H. Bowen, “Alay”, EI² (Fr.), I, 369.

Ziya Kazıcı