ALÎ

العليّ

Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

“Yükseklik ve yücelik; şan, şeref, kuvvet ve kudret sahibi olmak” mânasındaki ulüv ve alâ’ kökünden türetilmiş bir sıfat olup Kur’ân-ı Kerîm’de sekiz yerde Allah’ın ismi olarak geçer. Bunların beşinde kebîr, ikisinde azîm, birinde de hakîm ismiyle beraber yer alır. Kebîr ile azîm, alî isminin mânasını teyit etmekte, hakîm ise çeşitli yollarla peygamberlere bildirilen vahyin yüce Allah’ın hikmetine uygun bir şekilde tecelli ettiğini vurgulamaktadır (bk. eş-Şûrâ 42/4). Alî, Allah’ın isimlerinden biri olarak meşhur esmâ-i hüsnâ hadisinde yer aldığı gibi (bk. İbn Mâce, “DuǾâǿ”, 10) Resûl-i Ekrem’in kendi dualarında (bk. Müsned, IV, 54), ayrıca Hz. Ali’ye öğrettiği duada da (bk. Tirmizî, “DaǾavât”, 82) yer almıştır.

Alî ismi esmâ-i hüsnânın içinde, “yücelik ve hükümranlıkta kendisine eşit veya kendisinden daha üstün bir varlık bulunmayan, mutlak olarak yüce olan, örf, akıl ve din açısından övgüye değer bütün müsbet nitelikleri kendisinde toplayan, yine örf, akıl ve din açısından yerilmiş bulunan ve ulûhiyyetle bağdaşmayan bütün menfi niteliklerden münezzeh bulunan kemal sahibi ulu Allah” anlamına gelir (bk. Cürcânî, et-TaǾrîfât, “Ǿalî li-nefsih” md.). Alî isminin ve bunun gibi yücelik (ulüv) mânası ifade eden, naslarda Allah’a nisbet edilmiş bulunan diğer kavramların nasıl anlaşılması ve yorumlanması gerektiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Arşın üzerinde olmak (istivâ’), gökte bulunmak


(fi’s-semâ’), kullarının üstünde olmak (fevka ibâdih) gibi ilk bakışta mekân çağrışımı yapan ve duyu bilgisinin ifade ettiği mânalara delâlet eder gibi görünen nasları ilâhî kudret, ilim ve hâkimiyetle te’vil edenler bulunduğu gibi bu metodu benimsemeyenler de olmuştur. Fakat önemsiz bazı gruplar hariç, te’vil metodunu benimsemeyenler de Allah’a hiçbir zaman mahlûka ait sıfat ve özellikler nisbet etmemişlerdir. Bu inceliği göstermek üzere Râgıb el-İsfahânî alî isminin yer aldığı bir âyeti açıklarken, “Allah öylesine yücedir ki âlimlerin tanıtımı, âriflerin bilgisi O’nu kuşatamaz” (el-Müfredât, “alâ” md.) demek suretiyle alî ismini, “zât, mâhiyet ve sıfatları bakımından beşerin idrak gücünü aşan yücelik ve mükemmellikte olan varlık” şeklinde yorumlamıştır (ayrıca bk. İSTİVÂ, ULÜV).

Hiçbir yücelik, kudret ve üstünlük düşünülmez ki Allah ondan da üstün olmasın. Var oluşu başkasından değil kendinden (vâcib) olmak, yaratılmış değil yaratıcı (hâlik) olmak, etkilenen değil etkileyen (müessir) olmak, zâtında ve sıfatlarında kemal derecesinde bulunmak gibi insan aklının düşünebileceği bütün yücelikler en mükemmel derecede Allah’ta, sadece O’nda bulunduğunda şüphe yoktur. İşte İslâm inancında tanrı kavramı zât, sıfat ve fiilleriyle mükemmelliği ifade eden bir kavramdır.

Alî ve benzeri isim ve sıfatların ifade ettiği yüceliğin Allah’a nisbeti üç ayrı şekilde düşünülebilir: 1. Yücelik ve kudrette hiçbir şeyin Allah’a denk olmaması. Bu durumda alî tenzîhî sıfatlarından olur. 2. İlâhî kudret ve yüceliğin her şeye hâkim olması. Bu durumda ise alî mânevî sıfatlardan biri sayılır. 3. Allah Teâlâ’nın her şeyi fiilen tasarrufu altında bulundurup idare etmesi. Buna göre de alî fiilî sıfatlar grubuna girer.

“En üstün, en kudretli” anlamına gelen a‘lâ (الاَعلى) ismi de, meşhur esmâ-i hüsnâ hadisinde yer almamakla birlikte, Kur’an’da doğrudan ve dolaylı olarak rab ismiyle birlikte Allah’a nisbet edilmiştir (bk. el-A‘lâ 87/1; el-Leyl 92/20). Hz. Peygamber genellikle dualarına a‘lâ ism-i celîlini de ihtiva eden bir “tesbih” ile başlardı (bk. Müsned, IV, 54). Yine onun tavsiyesiyle namaz secdelerinde a‘lâ isminin yer aldığı bir tesbih tekrarlanır (bk. Ebû Dâvûd, “Salât”, 147, 149; Tirmizî, “Mevâkıt”, 79).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “alâ” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “alâ” md.; Cürcânî, et-Tarîfât, “alî li-nefsih” md.; Müsned, IV, 54; İbn Mâce, “DuǾâ”, 10; Ebû Dâvûd, “Śalât”, 147, 149; Tirmizî, “DaǾavât”, 82, “Mevâkıt”, 79; Halîmî, el-Minhâc fî şuǾabi’l-îmân (nşr. Hilmi Muhammed Fûde), Beyrut 1399/1979, I, 190; Gazzâlî, el-Maksadü’l-esnâ, Beyrut, ts. (Dârü’l-Kütübi’l-ilmiyye), s. 80-82; Fahreddin er-Râzî, LevâmiǾu’l-beyyinât, s. 259-261; İbn Teymiyye, MecmûǾu fetâvâ, V, 121-122; İsmail Hakkı İzmirli, “A‘lâ”, İTA, I, 259.

Bekir Topaloğlu