AMCAZÂDE HÜSEYİN PAŞA

(ö. 1114/1702)

Osmanlı sadrazamı.

Köprülü Mehmed Paşa’nın küçük kardeşi Hasan Ağa’nın oğludur. Amcasının oğlu Fâzıl Ahmed Paşa’nın sadrazamlığı sırasında Amcazâde diye şöhret buldu. Babasının çiftliğinde serbest bir hayat yaşamakta iken, Leh seferine giden padişah IV. Mehmed ve Haseki Sultan’a bazı hediyeler sundu ve böylece Haseki Sultan’a intisap etti. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın maiyetinde Viyana Seferi’ne katıldı (1683). Bu seferin bozgunla sonuçlanması üzerine önce hapsedildi, az sonra da 1684 yılı başında Şehrizor beylerbeyiliği ile İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Ardından Kastamonu sancağı ile Gelibolu civarındaki Çardak muhafızlığına, 1689’da ise vezirlik rütbesiyle Boğazhisar muhafızlığına getirildi. Mayıs 1691’de İstanbul kaymakamı oldu. II. Ahmed’in cülûsunu takip eden günlerde


İstanbul’un narh meselesi ile sikke ayarı hususundaki dikkatsizliği ve İstanbul’da meydana gelen hadiselerde hatalı görülmesi üzerine 1692 Şubatında azledildi ve tekrar Boğazhisar muhafızlığına gönderildi. Bir ara tekrar sadâret kaymakamı ve Boğazhisar muhafızı olduysa da 13 Aralık 1694’te kaptan-ı deryâlığa getirilerek Sakız adasının Venedikliler’den kurtarılması ile görevlendirildi. Sakız’ın geri alınmasından sonra 1695 Mayısında bu adanın muhafızlığına, aynı yılın kasım ayında Karaman ve Adana valiliklerine tayin edildi. 1696 Eylülünde Belgrad muhafızlığına getirildi. Avusturya’ya karşı yapılacak askerî harekât dolayısıyla Belgrad’da toplanan meşveret meclisinde ileri sürdüğü fikirler kabul görmedi; ancak Osmanlı ordusunun Zenta’da yenilmesi ve Sadrazam Elmas Mehmed Paşa’nın şehid edilmesi üzerine, görüşlerinin haklı ve isabetli olduğu anlaşılarak 13 Eylül 1697’de sadrazamlığa getirilmesine karar verildi.

17 Eylül’de mühr-i hümâyunu padişahtan teslim alan Amcazâde, derhal icraata başlayarak öncelikle barışın sağlanmasına çalıştı. İran ile dostça münasebetler kurduğu gibi barış için aracılık teklifi ile Edirne’ye gelen İngiltere ve Hollanda’nın İstanbul’daki sefirleri ile de müzakerelerde bulundu. Nihayet 26 Ocak 1699’da Karlofça’da Avusturya, Lehistan ve Venedik ile antlaşma imzalamaya muvaffak oldu. 13 Temmuz 1700’de Ruslar’la da İstanbul Antlaşması’nı yaptı. Geniş ölçüde toprak kaybına sebep olan bu antlaşmalardan sonra devlet işlerini düzene koymakla uğraşan Hüseyin Paşa devletin yeni sınırlarını tanzim ederek Kudüs, Gazze, Basra tarafındaki asayişsizliği önledi. İdarî ve askerî sahada ıslahat yapmaya çalıştı. Bilhassa denizcilikte Kaptanıderyâ Mezamorta Hüseyin Paşa’nın yardımıyla yeni kanunlar çıkarttı; donanma personelinin ıslahı ve gemilerin daha modern hale getirilmesi için tedbirler aldı. Ancak bu icraatları sırasında II. Mustafa’nın hocası Şeyhülislâm Feyzullah Efendi ile araları açıldı ve onun baskılarına dayanamayarak hastalığını ileri sürüp birkaç defa sadrazamlıktan affını rica etti. Bazı yakınlarının azli ve katli hadiseleri rahatsızlığını arttırınca, nihayet 4 Eylül 1702’de sadâret mühürünü padişaha göndererek istifa eden ve Kumburgaz’daki çiftliğine çekilen Hüseyin Paşa, on beş gün kadar süren hastalıktan sonra 22 Eylül 1702’de burada öldü. Cenazesi İstanbul’a getirilerek Saraçhane karşısında inşa ettirdiği külliye içindeki türbesine defnedildi.

Memleketin içinde bulunduğu durumdan haberdar, tedbirli, ileri görüşlü, zamanına göre ıslahatçı bir devlet adamı olan Amcazâde Hüseyin Paşa, Mevlevî tarikatına mensuptu. Hayratı arasında bilhassa Saraçhane’deki medrese, mescid, mektep, kütüphane ve sebili bulunan külliyesi anılmaya değer. Anadoluhisarı ile Kanlıca arasındaki yalısının günümüze kadar kalabilen kısımları, İstanbul’un en eski ahşap mimari örneklerindendir. Ayrıca İstanbul ve Edirne’de çeşmeler, Medine’de Bâb-ı Sagır yakınında bir sebil yaptırmış, devrinin ilim adamlarını korumuştur. Hatta vak‘anüvis Naîmâ, ünlü tarihini onun emriyle yazmış ve eserinin adını da ona ithafen Ravzatü’l Hüseyn fî hulâsati ahbâri’l-hâfikayn koymuştur.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, MD, nr. 108, s. 415; Ricaut, Histoire de L’Empire Ottoman, La Haye 1709, III, 280, 299, 328; Silâhdar, Târih, I, 574; II, 10, 67, 123, 125, 433, 570, 576, 614-619, 738, 747, 797; a.mlf., Nusretnâme (haz. İ. Parmaksızoğlu), İstanbul 1962, I/1, s, 10, 18, 28; I/2, s. 190-194, 202-205, 214-217, 225; I/3, s. 269, 276-277, 300, 302-307, 341-343, 348, 354, 356; II/1, s. 118; Hadîkatü’l-vüzerâ, s. 124, 125-126; Râşid, Târih, II, 79, 155, 176-177, 236, 243, 305-320, 380, 407, 416-448, 473, 544; Sâkıb Dede, Sefîne, I, 194; II, 112; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmî‘, s. 91; Râmizpaşazâde Mehmed İzzet, Harîta-i Kapudânân-ı Deryâ, İstanbul 1249, s. 76; Bonnac, Mémoire historique sur l’ambassade du France K Constantinople, Paris 1894, s. 114, 116; İbrahim Hilmi Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, İstanbul 1943, I, 98; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/1, s. 578-679; III/2, s. 444-447; IV/1, s. 1-10; Orhan F. Köprülü, “Hüseyin Paşa”, İA, V/1, s. 646-650; a.mlf., “Husayn Pasha”, EI² (İng.), III, 626-627.

Münir Aktepe