ÂMEDCİ

Osmanlı devlet teşkilâtında Dîvân-ı Hümâyun’a bağlı Âmedî Kalemi’nin âmiri.

Âmedî veya Âmedî-i Dîvân-ı Hümâyun da denilen bu âmir, Tanzimat’tan önce divan kâtiplerinin şefi olan reîsülküttâbın özel kalem müdürü durumundaydı. Gerek sadrazamın padişaha yazacağı telhis* ve takrir*ler, gerekse yabancı devletlere yazılan her çeşit yazılar Âmedî Kalemi’nde yazılır ve burada saklanırdı. Âmedci, reîsülküttâbın sadrazama, sadrazamın da doğrudan doğruya padişaha yazacağı yazıların önemli olanlarını temize çeker, daha az önemli olanları ise bizzat sadrazam adına kaleme alırdı. Başlangıçta âmedcinin emrinde beş altı kâtip çalışırken zamanla bu kalemin önemi artınca memur sayısı da artarak altmışa kadar çıkmıştır. Âmedci o devrin hariciye nâzırı durumunda olan reîsülküttâbın yabancı devletlerin temsilcileriyle yaptığı toplantılarda hazır bulunur, konuşma zabıtlarını tutardı. Yeni verilen timar* ve zeâmet*lerden reîsülküttâba gelmesi gereken kalem harçlarını da âmedci toplardı. Muhtemelen, bu verginin ödendiğini belirten belgenin üzerine Farsça “geldi” anlamındaki âmed kelimesinin yazılmasından dolayı bunlara âmedî denmiştir.

Âmiri olduğu kalem oldukça eski bir kuruluş olmakla birlikte âmedî tabirine ancak XVIII. yüzyılın son çeyreğinde rastlanmaktadır. Dîvân-ı Hümâyun’da görülen işler Bâbıâli’ye intikal ettikten sonra âmedci de emrindeki Âmedî-i Dîvân-ı Hümâyun hulefâsıyla birlikte sadrazamın “ricâl-i Bâbıâlî” denilen yüksek rütbeli memurlarının önde gelenlerinden olmuş ve sadâretin bütün haberleşmesi bu kalemden yürütülmeye başlamıştır. Osmanlı hükümetinin Avrupa’da dâimî elçilikler kurmasından sonra, elçilerden gelen raporların kayıtlarını tutmak, şifrelerini çözmek, bunlara cevaplar yazmak da Âmedî Kalemi’nin görevleri arasına girmiştir. Âmedî efendi de beylikçi gibi hâcegân*lık rütbesinde idi. Teşrifatta başlangıçta beylikçi*ler önde iken zamanla âmedciler onların önüne geçmiştir.

Bilhassa III. Selim zamanında bu makama yapılan tayinlerde özel bir itina gösterilmiştir. Birçok yüksek rütbeli devlet adamı, bu arada Tanzimat Fermanı’nı ilân eden Mustafa Reşid Paşa da âmedcilikten yetişmiştir. Tanzimat’ın ilânından (1839) sonra önemi daha da artan âmedcinin başlıca görevleri padişaha takdim edilecek arzları yazmak, Bâbıâli’ye gelen hatt-ı hümâyunları okumak, vekiller heyetinin müzakere zabıtlarını tutmak ve padişah iradelerini muhafaza etmekti. II. Meşrutiyet’ten sonra adı Meclis-i Vükelâ ve Mâruzat Kalemi Başkâtibi’ne çevrildiyse de 1912’de yine Âmedî-i Dîvân-ı Hümâyun’a dönüştürülen bu görevli Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar varlığını sürdürmüştür. Âmedciler sefere gidince merkezde kendilerine vekâlet edecek birini bırakırlardı; buna rikâb âmedcisi denirdi.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, HH, nr. 5254; TSMA, nr. D 3208; d’Ohsson, Tableau Général, VII, 166; Osmanlı Devleti Salnâmesi (1310), s. 152; a.e. (1918), s. 123; Mustafa Nûri Paşa, Netâyicü’l-vukūât, İstanbul 1327, III, 78, 79; Pakalın, I, 55-56; Uzunçarşılı, Merkez-Bahriye, s. 55-58; C. V. Findley, Bureaucratic Reform in the Ottoman Empire, Princeton 1980, s. 78, 83, 84, 243; S. Shaw # E. K. Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye (trc. Mehmed Harmancı), İstanbul 1983, II, 49, 90; Sertoğlu, Tarih Lügatı, s. 15-16; Necati Aktaş # İsmet Binark, el-Arşîfü’l-ǾOsmânî, Amman 1986, s. 6; Efdalüddin, “Âmedci, Âmedî”, İTA, I, 370; Tayyib Gökbilgin, “Âmedci”, İA, I, 396-397; Halil İnalcık, “Reis-ül-Küttâb”, İA, IX, 675.

Necati Aktaş