AMERİKA

Batı yarı küresinde yer alan dünyanın ikinci büyük kıtası.

I.FİZİKÎ ve BEŞERÎ COĞRAFYA

II.TARİH

III.KITADA İSLÂMİYET

42.3 milyon km² yüzölçümüne ve 700 milyondan fazla nüfusa sahip olan kıta kuzeyden Kuzey Buz denizi, batıdan Büyük Okyanus, doğudan Atlas Okyanusu ve güneyden Güney Buz denizi ile çevrilidir. 72º kuzey (Boothia yarımadası) ve 56º güney (Horn Burnu) enlemleri ile 166º batı (Alaska’nın batısındaki Galler Prensi Burnu) ve 35º batı (Brezilya’nın doğusundaki Branco Burnu) boylamları arasında uzanır. Şekil itibariyle iki büyük üçgenden meydana gelmiştir. Kuzey ve Güney Amerika adlarıyla anılan bu üçgen şekilli kara parçalarının arasında, üzerinde Orta Amerika ülkelerinin yer aldığı bir berzah bulunur. Kıtanın kuzey-güney doğrultulu uzunluğu 15.000 kilometreyi, doğu-batı yönünde en fazla genişliği ise 5.000 kilometreyi aşmaktadır.

Amerika adı, yeni bir kıta keşfettiğinden habersiz olan Kristof Kolomb’un ardından 1497’de oraya giden ve 1504 yılında yayımlanan mektuplarında bu topraklardan “mundus novus” (yeni dünya) şeklinde bahseden İtalyan denizcisi Amerigo Vespucci’nin (Americ Vespuce) adından türetilmiştir. Amerika Maya, Aztek ve İnka gibi eski medeniyetlere beşiklik etmiş bir kıtadır. Eski medeniyetleri kuran ilk insanların, Kızılderililer’in ve Eskimolar’ın Bering Boğazı yoluyla Asya’dan, çağdaş medeniyeti kuranların keşiften sonra Avrupa’dan göç ettikleri ve bunlara daha sonra Afrika’dan getirilen zenci kölelerle Asya’daki siyasî değişikliklerden kaçan yeni göçmenlerin katıldıkları göz önüne alınırsa bu kıtaya “göçmenler kıtası” denilebilir.


Amerika kıtası, yüzölçümü itibariyle Afrika kıtasından bir buçuk, Avrupa’dan dört defa daha büyüktür. Ana kıta Kuzey ve Güney Amerika diye ikiye ayrılır ve geçiş bölgesinde yer alan Orta Amerika da beşerî coğrafya açısından Güney Amerika’ya benzerlik gösterdiği Güney Amerika ile birlikte mütalaa edilir. Meksika’nın kuzeyinden itibaren Anglo-Sakson veya kuzeybatı Avrupa kültürünün hâkim olduğu Kuzey Amerika’ya Anglo-Amerika, Güney Amerika ile birlikte Orta Amerika’ya ise Latin Amerika adları verilmektedir.

I. FİZİKÎ ve BEŞERÎ COĞRAFYA

1. Yüzey Şekilleri. Yeryüzü şekillerinin sıralanışı bakımından Kuzey Amerika ile Güney Amerika’nın durumu biribirine çok benzer. Her ikisinin de batısında Büyük Okyanus kıyısına paralel olarak kuzeyden güneye doğru uzanan genç kıvrım dağları, doğusunda ise Atlas Okyanusu’na komşu yaşlı dağlar ve platolar bulunur. Batıdaki genç dağlarla doğudaki yaşlı dağlar arasına her iki kara parçasında da alçak platolar ve ovalar girer. Büyük Okyanus kıyısında Alaska’dan Şili’nin güneyine kadar uzanan genç dağlar aynı zamanda Amerika’nın en yüksek kesimlerini meydana getirir. Kuzey Amerika’da bu dağlar birtakım sıralara ayrılır ve bu sıraların arasında Colorado ve Büyük Havza gibi geniş platolar bulunur. Bu dağ sıraları Meksika’ya doğru birbirine yaklaşarak tek bir sıra haline gelir ve Orta Amerika’yı geçtikten sonra Güney Amerika’nın batısında And dağları adıyla devam eder. And dağları da Kuzey Amerika’nın batısındaki dağlar gibi birkaç sıradan oluşur. Fakat bu sıralar arasındaki açıklık kuzeydeki kadar fazla olmadığından araya giren Bolivya ve Peru platoları gibi platolar, Kuzey Amerika’dakiler kadar geniş değildir. Amerika’nın doğusunda bulunan yaşlı dağlar ve platolar alanı, Kuzey Amerika’daki Labrador platosu ile başlar ve güneye doğru Appalachian dağlarıyla devam eder; Guiana ve Brezilya platoları da bu sıranın Güney Amerika’nın doğusundaki devamını meydana getirir.

2. İklim ve Bitki Örtüsü. Amerika kıtasının kuzey-güney doğrultusunda büyük bir mesafe boyunca yayılması bu kıtada çeşitli iklim tiplerinin oluşmasına sebep olmuştur. Ayrıca doğu ve batısında dağlık bölgelerin bulunması, iç kesimlerinde bu dağlık alanlar vasıtasıyla denizden ayrılmış havzaların yer alması ve kıyılarında farklı sıcaklıkta okyanus akıntılarının mevcut olması kıtanın iklimini daha da çeşitlendirmektedir. Bu yüzden Amerika kıtasında kuzeydeki soğuk iklimlerden tropikal-ekvatoral iklimlere ve Kuzey Amerika’nın batı kıyılarındaki Akdeniz iklimine, iç kesimlerindeki step hatta çöl iklimlerinden de yüksek irtifalarda kendini hissettiren dağ iklimlerine kadar çok çeşitli iklim tipleri görülür. Bu çeşitli iklim tiplerine bağlı olarak kıtanın tabii bitki örtüsü de çeşitlilik gösterir. Kuzeyde soğuk iklim şartlarının meydana getirdiği bir tundra şeridi mevcuttur. Yılın büyük bir kısmında karla örtülü olan bu kesimde ağaç bulunmaz; hâkim bitki örtüsünü sadece bazı otlar ve likenler meydana getirir. Tundra şeridinin bitiminden itibaren orman alanları başlar. Batıdaki Kayalık dağlar ile doğudaki Appalachian dağları orman örtüsünün kesif olduğu bölgelerdir. Kuzey Amerika’nın orta kesiminde, Mississippi’nin batısından itibaren batıya doğru uzanmış yaklaşık 1.5 m. boyundaki otlardan meydana gelen ve “preri” adı verilen gür bir bitki örtüsü görülür. Prerilerden batıya doğru gidildikçe daha kısa boylu otların hâkim olduğu alanlara geçilir. Güney Amerika’da ekvatorun iki tarafında bol yağışla ilgili olarak ekvatoral ormanlar bulunmaktadır. Amazon havzasını baştan başa bu ormanlar kaplar; bunun dışında And dağları da belli bir yüksekliğe kadar ormanlarla kaplıdır.

Akarsu havzaları bakımından Kuzey ve Güney Amerika biribirine benzer. Her ikisinin de batı kesimlerinde yüksek dağ sıralarının bulunması, büyük ırmakların doğu ve güneydoğuya yönelmesi sonucunu meydana getirmiştir. Göllerin sayısı ve büyüklüğü bakımından ise Kuzey Amerika Güney Amerika’dan çok farklıdır. Dördüncü zaman buzullarının buralara yayılıp sonra çekilmeleriyle açılan çukurlarda büyük göller meydana gelmiştir. Bugün bunların bazıları Amerika Birleşik Devletleri-Kanada sınırı üzerinde (Superior, Michigan, Erie, Ontario, Huron), bazıları da tamamen Kanada’da (Büyük Ayı, Büyük Esir, Athabaska ve Winnipeg) bulunmaktadır. Göl bakımından fakir olan Güney Amerika’nın en önemli gölü And dağları üzerindeki Titicaca’dır ve başlıca Kuzey Amerika göllerinin hepsinden daha küçüktür.

3. Nüfus. Amerika, kilometrekareye ancak on beş kişi düşen nüfusu ile yoğunluğu nisbeten az bir kıtadır ve mevcut nüfusu da yüzeyine eşit biçimde dağılmamıştır. Genel olarak kıyı bölgeleri kalabalık, iç kesimler ise tenhadır ve bu iç kesimler arasında Amazon havzası gibi tamamen boş denilebilecek alanlar da vardır. Kıyı kesiminin kalabalıklığı da Kuzey ve Güney Amerika’da birbirine benzememektedir. Kuzey Amerika’da Atlas Okyanusu kıyıları Büyük Okyanus kıyılarından daha kalabalık olmasına rağmen, Güney Amerika’da her iki kıyının nüfus yoğunluğu arasında belirgin bir fark görülmez. Kıtanın kuzey ve güney parçaları arasında nüfus dağılışı açısından bir başka önemli fark da iç kesimlerin yükselti kademelerindeki nüfus dağılışında göze çarpar. Kuzey Amerika’nın iç kesimlerinde, dünyanın birçok yerinde olduğu gibi alçak alanlar daha kalabalıktır ve yükseklik arttıkça nüfus yoğunluğu düşer. Buna karşılık Güney Amerika’nın iç kesimlerinde ve özellikle And dağlarının bazı bölgelerinde yükseklerdeki nüfus aşağılardakinden daha fazla olabilmektedir. Bu durum, ekvatora yakın bölgelerde iklimin belli yükseltilerden sonra daha yaşanılabilir karakter almasından ileri gelir. Güney Amerika nüfusunun hemen hemen yarısı tek bir ülkede (Brezilya) yaşamakta, öteki yarısı ise geriye kalan on bir ülkeye dağılmış bulunmaktadır. Aynı şekilde Kuzey Amerika’da da bütün nüfusun üçte ikiden fazlası Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşamaktadır ki bu nüfus Kuzey ve Güney Amerika toplam nüfusunun da yarısına yakındır. Menşe bakımından nüfusun büyük çoğunluğunu Kuzey Amerika’da İngiliz ve Fransız, Güney Amerika’da ise daha çok İspanyol ve az miktarda da Portekiz kökenli Avrupalılar teşkil eder. İktisadî gelişme açısından da Kuzey ve Güney Amerika arasında büyük fark görülür. Kuzey Amerika her bakımdan gelişmişlik örneği olduğu halde Güney Amerika henüz birçok kesimlerinde gelişme çabası içinde bulunmaktadır.

4. Din. Kıtanın keşfinden önce Amerika’da çeşitli medeniyetler ve buna bağlı olarak farklı kabile dinleri gelişmişti. XVI. yüzyıldan itibaren Amerika kıtasına yerleşmeye başlayan Avrupalılar, Hıristiyanlığı da beraberlerinde getirerek bu dini yerli halka kabul ettirmeye çalıştılar. Böylece önceleri kıtada varlığını sürdüren İnka, Aztek, Toltek ve Maya gibi yerli uygarlıkların dinleri, yerlerini büyük ölçüde Hıristiyanlığa bırakmak zorunda kaldılar.

Avrupa’dan Amerika’ya yayılan Hıristiyanlık, Amerika Birleşik Devletleri’yle


Kanada’da daha çok Protestanlık ve kıtanın diğer yerlerinde ise Katoliklik şeklinde devam etti. Bugün Kuzey Amerika’da Protestanlar, Orta ve Güney Amerika’da ise Katolikler hâkim durumdadır. Ayrıca Protestanlık içinde müstakil kiliselere sahip birçok tarikat ortaya çıkmıştır. Bunların halk arasında en yaygın olanları Mormonlar, Kuakerler, Baptistler, Presbiteryenler, Anglikanlar, Moravyonlar, Yedinci Gün Adventistleri ile Methodistler’dir.

Güney Amerika’da bulunan ülkelerin çoğunda Katolik mezhebi resmî devlet dini haline gelmiş olup diğer mezheplere bağlı olanlar azınlık halindedir. Brezilya, Arjantin, Peru, Paraguay, Uruguay, Şili ve Kolombiya gibi Güney Amerika ülkelerindeki Katolikler’in oranı % 80’i aşmaktadır. Ayrıca bu ülkelerdeki Katolik kilisesi 1960’lardan itibaren büyük değişiklikler geçirerek önem kazanmıştır. Ülkelerin sosyal, politik ve ekonomik durumlarına göre yeni bir şekil alan


kilise devlette söz sahibi olmuş, olayların gelişmesini etkilemiştir.

Güney Amerika’da hâlâ görülen animistik inançlara bağlı ilkel kabileler daha çok Peru’dadır. Brezilya’nın bazı yörelerinde yerliler ve Afrika asıllılar putperestlik inanç ve geleneklerini sürdürmektedirler. Köle ticareti ve daha sonra sözleşmeli işçilerin getirtilmesi sırasında kıtaya giren İslâmiyet’in etkisi bugün özellikle Surinam, Guyana, Trinidad ve Tobago’da önemli ölçüde devam etmektedir. Müslümanlar kıtanın diğer ülkelerinde ise küçük cemaatler halinde yaşamaktadırlar (aş. bk.). Amerika kıtasında yahudiler, Amerika Birleşik Devletleri’nde etkin olmalarına karşılık küçük gruplar halindedirler.

5. Ekonomi. a) Kuzey Amerika. Kuzey Amerika kıtasının beşerî coğrafya açısından en fazla dikkati çeken özelliği, son 150 yıl içinde göstermiş olduğu büyük iktisadî gelişmedir. Bu iktisadî gelişmede çeşitli ve zengin doğal kaynakların önemi çok fazladır ve bu kaynakların iyi bir şekilde kullanılması da kıtadaki büyük endüstri bölgelerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Kuzey Amerika dünyadaki petrol ve doğal gazın beşte üçünü, demir cevherinin yarıdan fazlasını, maden kömürünün yarıya yakınını, bakırın beşte ikisini, kurşun ve çinkonun da üçte birini vermektedir. Başlıca petrol yatakları doğudaki Appalachian petrol bölgesiyle batıda Kaliforniya’da, güneyde Teksas’ta ve eski bir petrol ülkesi olan Meksika’da bulunanlardır. Appalachian dağlarının bulunduğu kesim sadece petrol üretim alanı değildir. Bu dağların arasındaki vadilerle üzerlerindeki plato alanları aynı zamanda maden kömürü, kalker, tuz, jips, demir cevheri ve hidrolik enerji üretim alanı olarak da şöhret yapmıştır. Appalachian dağlarının batısındaki havzalar ise petrol, doğal gaz, bakır, molibden, altın, gümüş, çinko, uranyum ve fosfat gibi çeşitli doğal kaynakların yayılmış olduğu alanlardır.

Kuzey Amerika’nın iktisadî hayatında dikkati çeken bir husus da tarımla uğraşan nüfusun bütün nüfusa oranı fazla olmadığı halde buranın bazı ürünler açısından dünya genelinde söz sahibi olmasıdır. Meselâ Asya’dan sonra en fazla pirinç Kuzey Amerika’da yetişmektedir. Amerika’da pirinç tarımı Mississippi nehrinin aşağı mecrasında ve Meksika körfezinin kuzey kıyıları ile Kaliforniya’da çok gelişmiştir. Pamuk da Asya’dan sonra en fazla Kuzey Amerika’da üretilmektedir. Dünyada pamuk ekimine ayrılan sahaların dörtte bir kadarı sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunmakta ve geniş yer kaplayan bu topraklar ülke coğrafyasında “Pamuk kuşağı” (Cotonbelt) adıyla tanımlanmaktadır. Amerika’da pamuk tarımının önemi zencilerin bu topraklarda köle olarak çalıştırılmasından sonra artmıştır. Meksika da önemli bir ham pamuk ihraç ülkesidir. Kuzey Amerika’da Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada önemli birer buğday üreticisidir. Buğdayın kuzey sınırı, Atlas Okyanusu kıyısında 50º kuzey enleminden başlar, batıya doğru gittikçe yükselerek Kayalık dağların eteklerinde 62º kuzey paraleline kadar çıkar. Doğudaki buğday sınırının daha düşük olması bu kıyılardaki fazla nem ve Labrador soğuk su akıntısının varlığı ile ilgilidir. Buna karşılık batı kesiminde buğday tarımının daha kuzeyde de yapılabilmesi, Kayalık dağlardan esen “chinook” adlı sıcak rüzgârın etkisiyle mümkün olmaktadır.

Kuzey Amerika’da uzaklıkların dev boyutlarda olması ve bu uzaklıkları kısa sürede ve rahat bir şekilde katetme isteği ulaşımı geliştirmiştir. Demiryolları ağı çok genişlemiş ve özellikle iki okyanusu biribirine bağlayan yolların yapımına önem verilmiştir. Son yıllarda denizyollarının yolcu taşımadaki payı öteki ulaşım sektörleri karşısında azalmış olmakla birlikte bu sektör hâlâ yük taşımacılığında önemli bir yere sahiptir. Kuzey Amerika’daki iç sular yeryüzünün bu konudaki en canlı trafiğine sahne olmaktadır. Nehir, kanal ve göllerin ortaklaşa devreye girdiği bu uzun su yolları sayesinde, açık deniz vapurları kıyıdan 1000 km. kadar içeride bulunan nehir limanlarına ulaşabilmektedir. Kıtanın kuzey kesimlerinde özellikle Kanada’da karayolu ulaşımı önem kazanmıştır. Ticarî anlamda havayolu kullanımı Kuzey Amerika’ya Avrupa’dan on yıl sonra girmiş, fakat hızlı bir gelişme göstererek burayı hava ulaşımından en fazla faydalanılan yer durumuna getirmiştir.

b) Güney Amerika. Güney Amerika’da boş ve nüfusu seyrek alanların geniş yer tutması burada hayvancılığın gelişmesine yol açmıştır. Orta kesimleri kaplayan kuzeyden güneye doğru Chaco, Pampas ve Patagonya bölgeleriyle çayırların bol olduğu yöreler hayvancılık yapılan alanlardır. Buna karşılık bu kıtada tarımın geniş alanlara yayılması çok daha yenidir ve bu genişleme, Güney Amerika’ya arka arkaya gelen göçmen akınlarının bir sonucudur. Tarım ürünleri arasında kahve ve kakao ön sırada yer alır. Dünyada kahve üreten ve satan ülkelerin en başında Brezilya gelir; burada kahve tarımına XVIII. yüzyılın ilk yarısında Para ve Maranhao eyaletlerinde başlanmıştır. Brezilya’nın önemli limanlarından olan Santos, kahve ticaretinin âdeta sembolü haline gelmiştir ve dünya kahve ticaretiyle beraber kahve fiyatları da bu limandan kontrol edilmektedir.

Bugün Afrika kıtasında daha fazla önem kazandığı görülen kakao ağacının anavatanı Güney Amerika’nın tropikal kısımlarıdır ve halen çeşitli bölgelerde kakao tarımı yapılmaktadır. Özellikle Brezilya’daki Bahia bölgesi önemli bir kakao üretim alanıdır ve bu bölgenin dışa açılan kapısı durumunda olan Bahia Limanı da önemli bir kakao ihraç merkezidir. Önem bakımından kahve ve kakaoyu şeker kamışı, tütün, pamuk ve muz takip eder. Orta Amerika, Antiller ve Küba’da çok yetiştirilen şeker kamışı Güney Amerika’nın kuzey kesimlerinde de fazlaca üretilir. Peru, Kolombiya, Brezilya, İngiliz Guyanı ve Venezuela’da bu üretim bir hayli ilerlemiş durumda olup Brezilya Hindistan’dan sonra dünyanın en fazla şeker kamışı tarımı yapılan ülkesi durumuna gelmiştir. Güney Amerika’da tahıl tarımı da oldukça yaygındır ve buğday ekiminin güney sınırı 45. güney paraleline kadar iner. En önemli buğday alanları Arjantin, Uruguay ve Şili ile Güney Brezilya’nın bazı kesimlerinde bulunur. Arjantin’in Pampas bölgesi Güney Amerika’nın tahıl ambarı durumundadır ve buradan dışarıya buğday ihraç eden tek ülke de Arjantin’dir.

Güney Amerika yeraltı kaynakları bakımından oldukça çeşitlilik gösterir. Başlıca petrol yatakları Venezuela’da Maracaibo gölünün çevresinde, Kolombiya’nın Magdalena vadisinde kıyıdan 500 km. kadar içerideki Barranca Bermeje dolaylarında, Ekvador ve Peru’nun Büyük Okyanus kıyılarında ve bu iki ülkenin birbirine komşu oldukları kesim ile Arjan tin’in Patagonya bölgesinde bulunur. Petrol bakımından zengin durumda olan Güney Amerika’da maden kömürü hemen hemen yok denecek kadar azdır; işletilen en önemli yataklar Şili’de ve Brezilya’da bulunan birkaç küçük kömür havzasında yer alır. Diğer yeraltı kaynaklarından bakır Şili ve Peru’da çıkarılır.


And dağlarının ihtiva ettiği tabii kaynaklar arasında Peru topraklarından çıkarılan çinko, kurşun ve demir sayılabilir. Güney Amerika’da demir yatakları Peru’dan başka Brezilya, Şili, Kolombiya, Venezuela ve Arjantin’de de bulunur; kıymetli madenlerden altın Kolombiya’da çıkarılır.

Güney Amerika’nın yeraltı kaynakları bakımından zenginliğine rağmen endüstrisi henüz yeteri kadar gelişmemiştir. Ağır endüstri kollarından demir çelik endüstrisi, demir cevheri yataklarının yaygın olduğu Kolombiya, Brezilya, Venezuela, Şili, Peru ve Arjantin’de toplanmıştır. Ham madde sıkıntısı çekmeyen kimya endüstrisi sadece Brezilya ve Arjantin’de, dışa bağımlı olan makina endüstrisi ise Brezilya, Arjantin, Kolombiya ve Venezuela’da gelişme göstermiştir. Dokuma endüstrisi en erken başlayan endüstri kolu olup yün ve pamuk üretiminin bol olduğu Güney Amerika’da bütün ihtiyacı karşılayacak düzeydedir.

Güney Amerika’da ulaşım ağı, nüfus dağılışında olduğu gibi düzensiz bir dağılım gösterir. Demiryollarının ancak kısa hatlar halinde denizden içeriye doğru uzandığı veya Fransız Guyanı gibi hiç bulunmadığı ülkelerin yanında Arjantin gibi demiryolu ağının sık olduğu ülkeler de vardır. Karayollarının durumu da henüz sıkı bir ağ kuruluşunda değildir ve ulaşım alanındaki bu eksikliğin akarsulardan geniş ölçüde faydalanılarak giderilmesine çalışılmaktadır. Güney Amerika’da iç kesimlere kolaylıkla girebilmenin en iyi yollarından biri nehir ulaşımını kullanmaktır. Açık deniz gemileri, Amazon ağzından bu nehir üzerindeki Manaus Limanı’na kadar sokulabilmektedirler; ayrıca altları düz tekneler kullanmak suretiyle Amazon’un kollarına girmek ve bu yolla Peru sınırına kadar ulaşmak da mümkün olmaktadır. Amazon’dan başka Plata, Parana, Uruguay ve Paraguay ırmakları da kıyıdan içerilere doğru teknelerle yüzlerce kilometre sokulma imkânı verirler. Ulaşım bakımından kuzeybatıdaki Magdalena nehrinin durumu daha farklıdır. Bu nehir üzerinde yer yer çavlanlar bulunduğundan ulaşım, bazı kesimlerinde yük ve yolcunun trenlere aktarılması, sonra yine nehir üzerinde taşınması şeklinde sürdürülmektedir. Hava ulaşımı son yıllarda belirli bir gelişme göstermiş ve kıtanın önemli şehirleri havayolu ağı ile birbirine bağlanmıştır.

II. TARİH

1. Kuzey ve Orta Amerika. Milâttan önce çeşitli medeniyetlere sahne olan Kuzey Amerika’da milâttan sonra da bölgenin yerli halkını oluşturan Kızılderililer tarafından bazı mahallî uygarlıklar (şeflikler) kuruldu. Orta Amerika’da ise hiyeroglif yazıyı benimseyen Mayalar, milâttan sonra III. yüzyılda klasik dönem uygarlığının başlangıcı sayılan yeni bir medeniyet geliştirdiler; bu medeniyet IX. yüzyıla kadar sürdü. Ancak VII-IX. yüzyıllar arasında Orta Amerika’nın güneyinden gelen göçler ve savaşlar, bu medeniyetle birlikte birçok klasik dönem medeniyetinin yok olmasına sebep oldu. X. yüzyılda Yucatan Maya bölgesine giren bir Kızılderili kabilesi olan Toltekler 1100’de Tula şehrini kurarak medeniyetlerini geliştirmeye başladılar. Bölgede 1200 yılına kadar devam eden Toltek etkisi, XI ve XII. yüzyılda yerini kuzeyden Meksika’ya gelen Aztekler’e bıraktı. 1325 yılında Tenoçtitlan (bugünkü Mexico City) şehrini kuran Aztekler İspanyollar’ın saldırılarına kadar medeniyetlerini sürdürdüler. Bu saldırı sonunda bütün Aztek İmparatorluğu ortadan kalktı.

Avrupalılar’ın Amerika’ya ulaşmaları Kristof Kolomb’un kıtayı keşfinden daha önceki dönemlere dayanmaktadır. Nitekim İskandinav yazılı destanlarına göre X. yüzyılda Nöldikler (Vikingler) Kanada’nın Atlas Okyanusu sahillerine ulaşmışlardı.


Grönland’ın güneybatı sahillerinde koloni kuran bu Avrupalılar, buradan düzenledikleri seferlerle kıtanın kuzeydoğu sahillerine kadar gittiler. Ayrıca Mağribli müslüman coğrafyacı İdrîsî’nin (ö. 1165) Atlantik haritasında Antilla adalarını göstermesinden anlaşıldığına göre müslümanlar da Kolomb’dan önce bölgeden haberdar idiler. Hatta daha sonra tarihçi İbn Fazlullah Ömerî (ö. 1349), Batı Afrikalı Mense Kanka Mûsâ ve Sene Gambiya kıyısından başlayan ikinci sefere başkanlık yapan II. Ebû Bekir’in hükümdarlıkları sırasında XIV. yüzyılda Mali’den keşif heyetleri yollandığını yazmıştır.

XV. yüzyılda, Avrupalılar’ın coğrafî keşifleri başlattıkları sırada Kristof Kolomb 1492’de Hindistan’a gitmek düşüncesiyle çıktığı ilk seyahatinde Bahama adalarına vardı. Amerika’nın Avrupalılar’ca keşfi sayılan bu tarihten sonra Kolomb kıtaya üç defa daha geldiyse de Avrupalılar’ın bilmediği yeni bir yer keşfettiğini anlayamadı. Ancak her defasında bulduğu kıymetli madenler Avrupa devletleri ve seyyahlarının kıtaya olan ilgisini arttırdı. Kıtada yer elde etmek için rekabete başlayan Avrupa’nın iki sömürgeci devleti İspanya ve Portekiz, bu rekabeti ortaklaşa bölüşmek üzere 1494’te papalığın da onayı ile Tordesillas Antlaşması’nı imzaladılar.

Bu kıtanın zenginliklerini ele geçirmek ve yerli dinlerin yerine Katolikliği yaymak amacıyla harekete geçen bu devletlerden İspanya ilk defa Hispaniola’da (bugün Haiti ve Dominik cumhuriyetleri) yerleşti. İspanyollar buradan hareketle 1510’da Küba, Jamaika ve Porto Riko’yu ele geçirdiler ve 1513’te Panama kıstağına ulaştılar. 1519’da Meksika’yı almak için başlattıkları savaşta Aztek İmparatorluğu’nu da yıkarak iki yıl içerisinde bölgeye yerleştiler (1521).

1524-1525 yıllarında Portekizli Estaban Gomes İspanyollar adına Florida’ya geldi. İspanya’nın Küba valisi ise 1539’da Florida’yı aldı ve iç bölgelere doğru ilerleyerek kuvvetleriyle birlikte üç dört yıl içinde Kuzey Amerika’nın güneydoğu kesimlerini ve Mississippi nehrini keşfetti. Böylelikle yavaş yavaş doğuda Mississippi, kuzeyde Monterrey ve San Fransisko’ya kadar uzanan topraklarda hâkim olan İspanya, Kuzey Amerika’daki sömürgelerini, merkezi Meksika’da olan bir genel valilikle yönetimi altına almıştı. Bu genel valiliğin sınırları Meksika, Yucatan yarımadası ve Guatemala bölgelerini kapsıyordu. Madencileri, askerleri ve rahipleri Güneybatı Amerika’da ilerledikçe İspanya Teksas’ta (1718), Sinaloa’da (1734), Yeni Santander’de (1746) ve Kaliforniya’da (1767) yeni askerî hükümetler kurdu.

Kıtaya daha sonra gelen İngiltere ve Fransa, İspanyollar’ın hâkim olduğu toprakları zamanla kendi ellerine geçirdiler. 1810’dan sonra İspanya’nın Amerika’daki üstünlüğü sarsılmaya başladı. 1823-1839 arasında, hâkimiyeti altında bulunan Meksika, Guatemala, El Salvador, Honduras, Nikaragua ve Kosta Rika devletleri bağımsızlıklarını kazandılar.

İspanyollar, Kuzey Amerika’nın güneyinden kıtaya nüfuz etmelerine karşılık Fransız ve İngilizler Atlantik kıyılarından iç bölgelere doğru ilerlediler.

Fransızlar ilk sürekli yerleşimlerini 1604’te Fund körfezinde kurdular. Bundan sonra asıl büyük yerleşimlerini 1608’de Quebec’de gerçekleştirdiler. 1682’de Mississippi’nin ağzına kadar ulaşan Fransızlar, Ohio’dan Meksika körfezine kadar olan sahanın kendilerine ait olduğunu iddia ederek burada kralları Louis’ye izâfeten Louisiana’yı kurdular (1699). Böylelikle Fransız kolonileri Acadio’nun (sonra Nova Scotia) girintili çıkıntılı kuzey kıyılarından büyük göllerin ötesine, Mississippi’nin doğu yakasından Meksika körfezi ve yeni kurulan New Orleans’a (1718) kadar genişledi. İngilizler’le kıtada üstünlük sağlama mücadelesinde Fransız kolonileri birkaç defa saldırıya uğradı ve topraklarının bir kısmı İngilizler’in eline geçti. İngiltere ile bu yüzden giriştikleri Yedi Yıl Savaşı’nda (1756-1763) yenilerek Paris Antlaşması’yla (1763) Mississippi’nin doğusunda kalan kısmını ve Kanada’nın tamamını İngiltere’ye, Mississippi’nin batısını ise İspanya’ya bırakmak zorunda kaldı. Böylelikle Fransa Kuzey Amerika’daki kolonilerinin hemen hepsini kaybetti. Fransızlar 1800’lerde Louisiana’yı ele geçirdilerse de 1803’te burayı Amerika Birleşik Devletleri’ne verdiler.

XVII. yüzyıl başlarından itibaren İngiltere keşifler sonunda tanıdığı Kuzey Amerika’nın çeşitli yerlerinde geniş topraklara sahip olmaya başladı. 1607’de ellerinde krallığın imtiyaz belgesi bulunan bir grup İngiliz tüccar Virginia’daki


James nehri ağzına gelerek Jamestown şehrini kurdular. 1612’de Virginia’da üretilen ıslah edilmiş tütünün Avrupa’da tutulmaya başlaması bu ürüne verilen önemi arttırdı. Bunun sonucunda doğan iş gücü ihtiyacını karşılamak için gerekli yeni işçileri temin maksadıyla köle ticaretine ağırlık verildi. Böylece Amerika Birleşik Devletleri tarihinde çok büyük boyutlara ulaşacak olan Afrikalı zenci kölelerin Amerika’ya taşınması meselesi başlamış oldu.

1620’de, dinî inançlarını daha kolay yaymak için Pilgram Fathers adlı mezhebe bağlı bir başka İngiliz grup günümüzde Massachusetts kıyılarındaki Cod Burnu’na (Cape Cod) gelerek New Plymouth’u kurdular ve İngiltere’nin ikinci yerleşimini gerçekleştirdiler. Yüzyılı aşkın bir zamanda Apalaş dağları ile Atlas Okyanusu arasında ilk teşekkül eden iki koloniyle birlikte on üç İngiliz kolonisi kuruldu. Kurulan diğer koloniler Maryland (1632), Connecticut ve Rhodelland (1636), ilk önce Hollandalılar tarafından New Amsterdam adıyla kurulan New York (1664), New Jersey ve Delaware (1664), New Hampshire (1679), Pennsylvania (1681), Kuzey Carolina (1729) ve Georgia (1729) idi.

1763’te Paris Antlaşması ile Kanada’nın tamamını ve Mississippi’nin doğusundaki toprakları ele geçiren İngiltere bundan sonra üç koloni daha kurdu. Bunlar Doğu Florida, körfez boyunca uzanan Batı Florida ve Quebec idi. Bu tarihlerde İngiltere hemen hemen bütün Kuzey Amerika’ya hâkim olmuştu. Ancak çok geçmeden bu kolonilerin on üçü kendi anayasalarını hazırlayarak 1776’da bağımsızlık bildirisini yayımladılar ve 1873’te Amerika Birleşik Devletleri kurulmuş oldu. Böylece İngiltere Kuzey Amerika’daki en zengin sömürgelerini kaybetti. 1860’tan sonra İngilizler’in elinde kalan kuzeydeki koloniler arasında da önemli değişiklikler oldu. 1867’de Quebec, Ontorio, Nova Scotia ve New Brunswick’i kapsayan kolonilere dominyon statüsü tanındı.

İspanya, İngiltere ve Fransa gibi Rusya ve Hollanda da Amerika kıtasına ilgi gösteren devletler arasındaydı. 1741’de Rus çarının emrindeki Danimarkalı kaptan Vitus Bering bugün kendi adıyla anılan boğazı geçip Alaska’ya çıktı. 1799’da ise Rus çarı bu bölgeyi bir AmerikanRus şirketine devretti. 1867’de Amerika Birleşik Devletleri Alaska’yı Rusya’dan 7.200.000 dolar karşılığında satın aldı.

2. Güney Amerika. Güney Amerika’da görülen ilk topluluklar, Orta Amerika yolunu takip ederek gelen ve avcılık, balıkçılık ve meyva toplayıcılığı gibi işlerle uğraşan göçebelerdi. Kuzey Amerika’daki Maya ve Aztekler gibi bunların yazıya dayanan bir medeniyetleri yoktu. Bir medeniyetin kurulması ancak X. yüzyılın sonlarına doğru gerçekleşti. Peru’ya nereden geldiği bilinmeyen İnkalar, Cuzco yakınlarında yerleşmişler ve bölgedeki yerli kabileleri hâkimiyet altına alarak gelişmeye başlamışlardı. Aztekler’e oranla daha geniş bir imparatorluk kuran İnkalar XV. yüzyılda medeniyetlerini doruğa ulaştırdılar. Bu dönemde ülkenin sınırları bugünkü Peru, Ekvador, Bolivya, Kuzey Arjantin ve Kuzey Şili’yi içine alacak kadar genişti. İmparatorluk İspanyol işgalinden kısa bir süre önce ikiye bölündü.

Avrupalılar’ın Güney Amerika’ya ilk çıkışları Kristof Kolomb’un üçüncü seferinde gerçekleşti (1498). Bu seferle Paria körfezinde Venezuela’nın doğu kıyılarına çıkarak Orinoco deltasına ulaştılar. 1520’de Macellan İspanya adına çıktığı dünya turunda bugün kendi adıyla anılan boğazı geçerek kıtanın en güney kısımlarını keşfetti. Bu keşiflerin ardından Avrupalılar’ın kıtaya ilk müdahaleleri başladı. 1530’da Panama’dan ayrılan İspanyol Pizzaro ve Diego da Almagra, bir yıl sonra Peru’daki İnka İmparatorluğu’na saldırarak beş yıl içerisinde imparatorluğu ele geçirdiler (1536). 1541’de orta Şili’ye Santiago şehrini kuran İspanyollar 1553’te Şili’ye tamamen hâkim oldular. Ancak kurdukları birçok şehir yerli halk tarafından zaman zaman saldırıya uğradı. Bu yüzden İspanyollar’ın ülkenin kuzey taraflarındaki egemenlikleri belirsiz kaldı. İspanyollar Rio de la Plata bölgesinden Güney Amerika’nın doğusuna nüfuz ettiler. 1536’da Buen Aires’i (Buenos Aires) kurdular, fakat burada da yerli Kızılderililer’in saldırısına uğradılar ve kurdukları şehir yıkıldı. Saldırılardan kurtulan İspanyollar Parana ve Uruguay nehirlerini geçtikten sonra 1541’de Asuncion’u kurdular. Yaklaşık yarım yüzyıl boyunca Arjantin’in sömürgeleştirilmesini buradan sağladılar ve yıkılan Buen Aires’i 1580’de yeniden eski haline döndürdüler.

Güney Amerika’daki İspanyol sömürgeleri, ilki 1535’te Peru’da (merkezi Lima), ikincisi 1717’de Yeni Granada’da (merkezi Bogota), üçüncüsü ise 1776’da Rio de la Plata’da kurulmuş genel valiliklerle yönetiliyordu.

İspanya’nın sömürgesi olmayan Güney Amerika’nın diğer kesimleri, Tordesillos Antlaşması (1498) gereğince Yeşil Burun’un (Cape Verde) batısından geçen bir sınırla Amerika’nın en doğusundaki topraklar Portekiz’e bırakılmıştı. Ancak Portekiz, diğer sömürgeleriyle daha fazla meşgul olduğundan Güney Amerika’nın bu bölgesinde etkili değildi. 1530’larda bölgenin Fransızlar tarafından tehdit edildiğini görünce bugünkü Brezilya’yı da kapsayan bir alanı on iki yönetim birimine bölerek egemenliğini tam olarak sağladı. Çok geçmeden bu on iki valilik, çıkarları ve özel problemleri olan on iki özerk topluluğa dönüştü. 1548’de Portekiz bunları merkezi Bahia’da olan genel bir valilik yönetiminde topladı. Portekiz’in şeker kamışı üretimini geliştirmesi kölelik sistemini de beraberinde getirdi. XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren büyük şeker kamışı çiftliklerinde Afrikalı köleler zor şartlar altında çalıştırılmaya başlandı.

1580’de Portekiz ve İspanya krallıklarının birleşmesi üzerine Brezilya da bunlara katıldı. XVII. yüzyılda Portekiz sömürgesi olan bu topraklar sık sık Fransız ve Hollandalılar’ın saldırılarına uğradı. Fransızlar Saint Louis (Sao Luis de Maranhao) şehrini kurdukları Maranhao kıyılarını, Holandalılar ise Bahia ve Pernambuco’yu işgal ettiler. Ancak daha sonra Portekizliler özellikle Hollandalılar’ın işgaline son verdiler.

XIX. yüzyıldan itibaren Güney Amerika’da hâkim devletlere karşı bağımsızlık mücadelesi başladı. Napolyon’un İspanya’yı işgali, Amerikan ve Fransız ihtilâlleri ve milletlerarası rekabet sonucu İngiltere’nin bağımsızlık mücadelelerini tahrik etmesi gibi olaylar bu hareketlerin başlamasına sebep oldu.

1811’de Paraguay, 1816’da Venezuela, 1818’de Şili, 1820’de Ekvador, 1821’de Arjantin, 1825’te Bolivya, 1828’de Uruguay bağımsızlıklarını kazandılar. 1819’da kurulmuş olan Büyük Kolombiya’dan 1829’da Venezuela, 1830’da da Ekvador ayrılınca geri kalan kısım Yeni Granada adı ile 1863’e kadar devam etti. Bu tarihte de cumhuriyet ilân edilerek Kolombiya adını aldı. Kolombiya’ya bağlı olan Panama ise 1903’te ayrılarak bağımsızlığını kazandı. Böylece üç Guyana’nın (bugün Surinam, Guyana ve Fransız Guyanası) dışında bütün Güney Amerika devletleri bağımsızlıklarını elde etmiş oldular.


Bağımsızlık sonrası Güney Amerika’daki bu devletler uzun süre sosyal, siyasî ve ekonomik bir çalkantı geçirdiler. XX. yüzyılın ikinci yarısında birçok ülkede sık sık yapılan askerî darbeler bölgeyi sürekli bir bunalım içine sokmuş bulunmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Henri Baulig, “Amerique Septentrional”, Géographie Universelle (nşr. P. Vidal de la Blach # L. Gallois), Paris 1936, XIII; Max. Sorre, “Mexique et Amerique Centrale”, a.e., Paris 1928, XIV; Pierre Denis, “Amerique du Sud”, a.e., Paris 1927, XV; Ali Tanoğlu, Enerji Kaynakları, İstanbul 1958, s. 31-38, 269-286; Sami Öngör, Coğrafya Sözlüğü, Ankara 1962, s. 33; a.mlf., Devletler ve Ülkeler Ansiklopedisi, Ankara 1967, s. 6-11, 28-30 vd.; Erol Tümertekin, Anglo-Amerika, İstanbul 1970; a.mlf., Ekonomik Coğrafya, İstanbul 1984, s. 294-298, 301-305, 307, 309, 310; Büyük Dünya Atlası, İstanbul 1970; G. Barraclough, Times Dünya Tarihi Atlası (trc. Zeki Okar), İstanbul 1980, s. 46-47, 148-149, 160-161 vd.; Süha Güney, Sıcak Bölgelerde Ziraat Hayatı, İstanbul 1980, s. 123, 138, 172, 237, 257, 274, 289; Sırrı Erinç, Ortam Ekolojisi ve Degradosyonal Ekosistem Değişiklikleri, İstanbul 1984; Selami Gözenç, Güney Amerika Ülkeler Coğrafyası, İstanbul 1985; Faik Sabri Duran, Büyük Atlas, İstanbul 1985; The Times Atlas of the World, London 1985, s. 114-121; South America, Central America and the Caribbean 1988, London 1987; Charles E. Nowel, “America”, EAm., I, 669-677; Gelişim Büyük Coğrafya Ansiklopedisi, İstanbul 1981, IV, 985-999; V, 1241-1249.

Ahmet Ertek





III. KITADA İSLÂMİYET
İslâm coğrafyacısı İdrîsî’nin, Lizbon’dan batıya doğru denize açılan bazı müslüman gemicilerin Atlantik’in orta kesimlerindeki Antilla adasına kadar gittiklerini söylemesi ve harita üzerinde bu adayı göstermesi, Endülüslü müslümanların en az XII. yüzyılda, henüz Amerika’nın keşfinden önce bu kıta ile İslâmiyet’in ilk temasını sağladıklarını ortaya koymaktadır. Daha sonra ise İspanyollar’ın Amerika’nın keşfi sırasında uzak deniz yolculuğu konusunda tecrübe sahibi olan Mağribli müslüman denizcilerden faydalandıkları bilinmektedir.

Amerika’nın keşfiyle birlikte İspanyollar’ın başlattıkları deniz aşırı sömürge döneminde birçok da müslüman bu yeni kıtaya yerleşti. XV. yüzyılın sonlarında Gırnata’nın düşmesi (1492) üzerine İspanya’nın Katolik kralları, müslümanları zorla hıristiyanlaştırmak ve buradaki İslâm kültürünü yok etmek için büyük bir katliam ve yıldırma hareketine giriştiler. Amerika’ya göç eden müslümanların önemli bir kısmı bu baskı ve zulümden kaçarak dinî inançlarının gereğini serbestçe yerine getirmeyi umanlardı. Bu yolculukların çoğu gizlice ve gayri İslâmî adlarla yapıldığından kıtaya varan müslümanların sayı ve kimlikleri hakkında kesin bilgi elde edebilmek mümkün olmamakta, ancak hıristiyan kralların müslümanların sızmasını önlemek için aldıkları yasaklayıcı tedbirlere rağmen bu göçlerin büyük boyutlara ulaştığı tahmin edilmektedir. Hatta 1543 yılında V. Charles’ın, Andrea Doria’nın Cezayirliler’e karşı elde ettiği zaferden cesaret alarak Amerika’ya yerleşmiş müslümanların çıkarılmasını emrettiği bilinmekte ve bu durumdan sayılarının göze batacak kadar çok olduğu anlaşılmaktadır.

İspanyol-Portekiz sömürgeciliği döneminde İspanya’dan Amerika’ya giden müslümanların çoğu, vergi ödeyerek İspanya’da kalan dindaşları gibi genellikle çeşitli sanat dallarında çalışan sanatkârlardı. Müslümanlarla yahudilere karşı uygulanan katliam hareketinin yöneticisi,


engizisyon mahkemelerinin baş hâkimi ve Kastilya Kraliçesi İsabella’nın özel günah çıkarma papazı olan Kardinal Ximènes de Cisneros’un, haklarında “Onlarda bizim imanımız, bizde de onların sanatı eksik” dediği bu sanatkârların çoğu, kilisenin de göz yummasıyla, İspanya’nın deniz aşırı kolonilerine binaların yapım ve dekorasyonu için götürülmüşlerdir. Amerika’ya göç eden ve marangozluk, demircilik, tuğlacılık, dericilik ve inşaat işleri gibi çeşitli dallarda faaliyet gösteren bu sanatkârlar, özellikle çini ve ahşap süslemeciliğinde yeni bir ekol meydana getirdiler. Mavi tonun hâkim olduğu çinicilikte Fas, Mısır, Suriye ve hatta İran motifleri Meksika’dan Brezilya’ya kadar yayıldı ve Endülüs İslâm sanatı Latin Amerika’da dekorasyon alanında evrensel bir boyut kazandı. Bu mimari süsleme sanatları Kuzey Amerika’da da “Kaliforniya stili” denilen bir tarzda inkişaf etmiştir. Endülüslü sanatkârların etkinliği karşısında XVII. yüzyılın başlarında Meksiko şehir meclisinin onlara lonca imtiyazları verilmesini önleyici kararlar çıkardığı da bilinmektedir.

XVII. ve özellikle XVIII. yüzyılda Afrika’dan Amerika’ya götürülen kölelerin önemli bir kısmı müslümandı. Amerikan köle tâcirleri, gerek yakalanmalarının kolay ve fiyatlarının daha düşük olması, gerekse gemilerde daha az yer tutmaları sebebiyle daha çok kadın ve küçük çocukları götürmeye önem vermişlerdir. Özellikle kadın ve çocukların İslâmî konularda yeterli bilgi ve şuura sahip bulunmamaları ve ayrıca esaret hayatı yaşamaları, bu insanların zamanla dinî ve millî kimliklerini kaybetmelerini çabuklaştırmıştır. Bununla birlikte Amerika’ya sanatkâr, gemici, tüccar ve hatta köle olarak gelenler arasında dinî ilimlerde bilgili kimselerin etrafında yer yer cemaatlerin oluşması, çocukların daha getirilmeden önce ülkelerinde Kur’an okuma ve namaz kılmayı öğrenmiş olmaları, bazı bölgelerde şu veya bu şekilde İslâmiyet’in sürdürülmesini mümkün kılmıştır. Bu ilk müslümanların Amerika’da etkili bir dinî toplum kuramamalarının en önemli sebebi mâruz kaldıkları baskı ve şiddettir. Atlantik’te yolculuğun zor ve pahalı olmasından dolayı yanlarında eşlerini götüremeyen müslüman göçmenlerin orada yerli kadınlarla evlenmeleri ve meydana gelen melez nesillerin birkaç kuşak sonra bulundukları toplumun içinde eriyip gitmeleri de başka bir sebep olarak zikredilebilir.

XIX. yüzyılda Amerika’ya Asya’nın çeşitli ülkelerinden sözleşmeli işçilerin gelmesiyle bu kıtada müslümanlar için yeni bir dönem başladı. Bu müslümanlar, bazı güçlüklere rağmen daha önce gelenler gibi büyük bir baskıyla karşılaşmamaları, anavatanlarıyla ilgilerini kesmemeleri ve özellikle dinî bilgi ve şuur bakımından daha güçlü olmaları gibi sebeplerle kimliklerini korumada ve çeşitli İslâmî cemaatler oluşturmada daha başarılı oldular. İngiltere ve Hollanda gibi sömürgeci ülkelerin Asya’daki sömürgelerinden Amerika’daki sömürgelerine çalıştırmak üzere getirdikleri işçilerle Osmanlı topraklarından göç edenlerin sayısı da büyük bir yekün tutmaktadır.

XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı toplumunda görülen sosyal, ekonomik ve kültürel değişmeler, Kuzey Amerika’nın endüstrileşmede katettiği büyük mesafe ve Güney Amerika’nın dev boyutlu ziraî teşekküllerindeki artışın getirdiği çalışma imkânlarıyla yüksek ücretler bu kıtaya göç temayülünü arttırmıştır. Bazı kaynaklar Amerika Birleşik Devletleri’nde daha 1820 yıllarında Osmanlı göçmenleri bulunduğunu kaydetmekte ise de başta Suriye olmak üzere Osmanlı topraklarından asıl göç 1860’larda başlamıştır. İlk zamanlar oldukça sınırlı kalan göçmen sayısı 1878-1879, 1896-1897 yılları ile bilhassa İttihat ve Terakki hükümetinin sağladığı nisbî serbestlik ve Balkan Savaşı gibi sebeplerden dolayı 1908-1914 yılları arasında zirveye ulaşmıştır. Bu göçlerde her ne kadar büyük çoğunluğu hıristiyanlar teşkil etmişse de mevcut Osmanlı belgeleri müslüman göçmen sayısının muhtemelen % 15-20 gibi önemli bir oranda


olduğunu göstermektedir. Elde yeterli istatistikler olmamakla birlikte bu konuda araştırma yapanlar, 1860-1914 yılları arasında Suriye ve Lübnan’dan göçenlerin sayısı ile ilgili olarak 300.000 ile 500.000 arasında değişen rakamlar vermektedirler. Mevcut bilgiler göz önüne alındığında bu tarihler arasında Osmanlı topraklarından Amerika’ya giden toplam göçmen sayısının muhtemelen 1 milyonun üzerinde olduğu ve bunun da yarısını Suriye ve Lübnan’dan, geri kalanını ise Arnavutluk, Makedonya, Trakya ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden göç edenlerin oluşturduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu göçmenlerin önemli bir kısmı zamanla geri dönmüştür ve bunların sayısı, özellikle Suriyeliler başta olmak üzere toplam göçmenlerin tahminen üçte biri kadardır.

Bazı araştırmacılar, Suriye hıristiyanlarının özellikle müslüman nüfusun tehdidi sonucu göçtüklerini ileri sürerken bu göçle ilgili literatürde Dürzî isyanları, kontrolden çıkan eşkıyalık, devlet memurlarında görülen bozulma ve bu faktörlerin doğurduğu emniyetsizlik hisleri üzerinde durulmaktadır. Amerika’ya göç eden ilk Suriyeli göçmenlerin çoğu aşağı sosyoekonomik tabakadan olup büyük bir kısmı para biriktirdikten sonra geri dönmüştür. Bunlardan bol parayla dönenlerin kırsal kesimde bir üst sınıf oluşturmaları da Amerika’ya göç temayüllerini arttırmıştır. Müslüman göçünün başlıca sebepleri arasında ise sosyoekonomik bozulma ile bilhassa mecburi askerlik ve bu konudaki uygulamada görülen imtiyazlar zikredilebilir. Bu göçlerle ilgili olarak ileri sürülen baskı, zulüm ve kötü muamele söylentileri, aslında Avrupa ve Amerika’da hıristiyanların sempati ve desteklerini sağlamaya yöneliktir. Amerika Birleşik Devletleri ile diğer ülkelerin basınında yer alan bu iddialar, genellikle Osmanlı yönetiminin her otorite kullanımını baskı, kanunî vergilerin ödenmesiyle ilgili her talebini de zorbalık olarak göstermeye çalışan hıristiyan misyonerlerle mahallî din adamlarının yazdıkları raporlara dayanmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki hıristiyanların sempatisini kazanma gayretleri, XX. yüzyılın başlarından itibaren göçmen aydınların çeşitli milliyetçilik hareketlerini destekleyen kitap ve dergiler yayımlamaya ve kendilerini geri dönenlerin siyasî sözcüleri gibi göstermeye başlamalarıyla daha ciddi bir Osmanlı-İslâm karşıtı gelişme göstermiştir. Hıristiyanların sempatisini kazanmak için başvurulan yollardan biri de bazı göçmenlerin Anadolu veya başka bir yerden gitmiş olsalar bile müslümanlar tarafından Kudüs’ten çıkarıldıklarını söylemeleridir. Bazı durumlarda ise birtakım hıristiyan göçmenlerin kendilerini müslüman olarak tanıtıp tekrar eski dinlerine dönmek suretiyle maddî çıkar sağladıkları dahi görülmüştür.

I. Dünya Savaşı sonlarına kadar Osmanlı topraklarından Amerika’ya göç edenler, Osmanlı vatandaşı oldukları ve bu devletin pasaportunu taşıdıkları için hangi din ve milliyete mensup olurlarsa olsunlar “Turcos” (Türkler) diye adlandırılmışlardır. Bu söz daha geniş mânada “müslüman” karşılığında da kullanılmıştır ve bugün özellikle bazı Latin Amerika ülkelerinde Turco aile adıyla anılan kimselere rastlanmaktadır. Amerika’ya göçen hıristiyanların bulundukları topluma daha kolay intibak etmelerine karşılık, müslüman göçmenler genellikle bekâr erkek olmaları ve kendi geleneklerine uygun evlilikler yapma imkânından mahrum bulunmaları sebebiyle güçlü cemaatler kuramamışlardır. İçlerinde irşad edici ve destek verici liderlerin pek bulunmayışı ve kültürel devamlılığın temel vasıtası olan aileleri oluşturabilecek müslüman kadın yetersizliği, bu cemaatlerin zayıf kalmalarında ve zamanla silinip gitmelerinde ana etken olmuştur; geri dönüşün de bunda önemli bir payı vardır.

Amerika kıtasında ülkelere göre müslümanların bugünkü durumu şöyledir:

ABD (bk. AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ).

Kanada. Burada bir müslüman topluluğun oluşması, biri II. Dünya Savaşı’ndan önce, diğeri sonra meydana gelen iki göç dalgasıyla gerçekleşti. Kanada’da ilk müslüman varlığı, 1871’de yapılan nüfus sayımında on iki müslümanın kaydedilmesi ile ortaya çıktı. 1901’de bu sayı Türk ve Araplar’dan müteşekkil olmak üzere 300-400 kadardı. Daha sonra müslümanların yeni göçlerle sayılarının artması Kanada hükümetleri tarafından engellendi; bu sebeple 1911 ile 1915 arasında çoğalma oranları oldukça düşüktür. 1951’de 1800 olan müslüman sayısı 1961’de 5800’e, 1971’de 34.430’a ve 1982’de 120.000’e ulaşmıştır. Bu ülkedeki müslümanların % 45’ini Hindistan ve Pakistan menşeliler oluşturmakta, bunu aynı orana yakın bir sayıda Araplar takip etmektedir. Kanada’da bulunan müslümanların hemen hemen yarısı Ontario eyaletindeki Toronto şehrinde yaşamakta ve Katolikler’le yahudilerden sonra bu eyalette üçüncü büyük dinî cemaati oluşturmaktadır. Son yıllarda ülkeye yerleşen müslümanların çoğunluğunu yüksek öğrenim görmüş olanlar teşkil etmektedir.

Kanada’daki müslüman azınlığın durumu, İslâmî teşkilâtlanmalar bakımından Amerika Birleşik Devletleri, Brezilya ve Arjantin’dekinden daha muntazamdır. İlk İslâmî cemiyet 1920 yılında Edmonton’da kuruldu ve burada bir cami inşa edildi. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ise 1954’te Windsor (Ontario) ve London’da (Ontario), 1955’te Toronto’da ve 1957’de de Lac la Biche (Alberte) ile birkaç yerde daha İslâm cemiyetleri kuruldu; halen ülkede elli kadar cemiyet faaliyetini sürdürmektedir. Daha sonra bölgesel cemiyetler ülke çapında koordinasyona gitme ihtiyacını hissederek 1973 yılında Kanada İslâm Cemiyetleri Konseyi (The Council of Muslim Communities of Canada-CMCC) adı altında birleştiler. Konsey eğitim, gençlik, kadın, din, halkla ilişkiler ve yayıncılık alanlarında faaliyet göstermekte, ayrıca Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki müslüman öğrenci teşkilâtlarıyla da ortaklaşa çalışmaktadır. Ülkede bulunan elliye yakın cami, aynı zamanda İslâm merkezi ve Kur’an kursu olarak kullanılmaktadır. En önemli camiler Edmonton (er-Reşîd Camii, 1983), Lac la Biche (1958), London (1965), Windsor (1969), Toronto (1970), Montreal (1972) ve Ottawa’da (1978) bulunmaktadır.

Kanada devlet okullarında dinî eğitim yapılmamakta, ancak bazı okullarda verilen mukayeseli din dersleri çerçevesinde


İslâmiyet de öğretilmektedir. 1953’te Mc Gill Üniversitesi’nde, daha sonra da Toronto Üniversitesi’nde İslâm araştırmaları enstitüleri kurulmuştur. Çoğunlukla İngilizce ve bazan Arapça neşredilen süreli yayınların en önemlisi, Kanada İslâm Cemiyetleri Konseyi (CMCC) tarafından 1972’den beri çıkartılan Islam Canada’dır (geniş bilgi için bk. KANADA).

Trinidad ve Tobago. Müslümanların bu adalara ilk gelişleri, Batı Afrika’da yaşayan Mandingo kabilesinden yakalanan kölelerin şeker kamışı tarlalarında çalıştırılmak üzere buraya sevkedilmeleriyle başlamıştır. 1777-1802 yılları arasında, özellikle İngilizler’in 1797’de adalarda koloni kurup Senegal’den köle ticaretine başlamalarıyla 20.000’e yakın köle buraya getirildi. Bu köle müslümanlar, yeni sahiplerinin baskıları neticesinde dinî kimliklerini koruyamadılar; isimleri değiştirildi, zulüm ve baskıdan kurtulmak için ya Hıristiyanlığı kabul ettiler veya hıristiyan gibi davranmak zorunda kaldılar. Bununla birlikte 1830’larda buraya gelen ve Port of Spain’de yaşayan Mandingolu müslüman köleler güçlü liderleri Muhammed Beth etrafında toplanarak İslâmî kimliklerini korumaya çalıştılar. 1840-1850 arasında adalara göç eden ve köle olmayan Mandingolu müslümanlar kendi din ve kültürlerini korumada son derece başarılı oldular. Daha önce 1818-1825 yılları arasında adanın doğu kıyısında yerleşmiş olan müslümanlar da bölge halkının İslâmiyet’i kabul etmesinde öncülük ettiler ve 1840’larda Quare şehri yoğun bir müslüman yerleşim merkezi oldu. Ancak buradaki gelişme uzun sürmedi.

1834’te Trinidad’da köleliğin kaldırılışından sonra gitmek isteyenlerin ülkeden ayrılmalarından dolayı ekonomide ciddi sıkıntılar doğdu. Bu yüzden İngiltere kölelerin yerine çalıştırmak üzere 1854’ten 1915 yılına kadar Hindistan’dan aralarında müslümanların da bulunduğu sözleşmeli işçiler getirdi. Bu müslümanların hayat şartları da sahip oldukları bazı sınırlı haklar dışında Afrikalı kölelerinkinden pek farklı değildi. Bunlara İslâm’dan uzaklaşmaları için hıristiyan misyonerlerin yoğun çalışmalarıyla sürekli telkinlerde bulunuldu ve hatta bazan cemaat namazlarını dağıtmak gibi zor kullanma şeklinde baskı da yapıldı. Bu yüzden Hintli müslümanlar inançlarını gizli olarak muhafaza etmek zorunda kaldılar. Ancak sözleşmeleri bittiğinde birçokları Hindistan’daki yoksulluk nedeniyle burada kalmayı tercih ettiler ve Afrikalı müslümanların aksine anavatanlarıyla ilişkilerini kesmedikleri için de din ve kültürlerini korumada oldukça başarı sağladılar. 1883’te işçi olarak Trinidad’a gelen Afganlı Seyyid Abdülaziz sözleşmesi bittiğinde Doğu Hindistan Cemiyeti (The East Indian Association) adlı bir cemiyet kurdu (1893) ve ölümüne kadar başkanlığını yürüttü. 1907’de Trinidad kadılığına atandı. Birçok cami yapımına ve 1926’da müslüman gençlerin bir cemiyet kurmasına ön ayak oldu. Aynı yıl Takviyetü’l-İslâm Cemiyeti (Tackveyatul-Islami Association) adı altında sonraları hükümet nezdinde müslümanların temsilcisi olarak kabul edilecek bir cemiyet kurdu. 1914’te Trinidad’a gelen Mevlânâ Hâc Sûfî Şeyh Muhammed Hasan Hanefî Kadirî İslâm’a tâvizsiz bağlanmak gerektiği ve kadınların örtünmeye titizlikle uymak zorunda oldukları konusunda halkı uyardı; Trinidad’da kaldığı kısa süre içinde İslâm’ı yeniden canlandırdı. Yine Mevlânâ Nâzır Ahmed adında Hintli bir imam 1937’de buraya gelerek okulların kurulmasında yardımcı oldu.

Trinidad’da 1945’e kadar İslâm dini resmî olarak tanınmadığı için İslâmî eğitim kurumlarının tesisini müslüman cemiyetler üstlendi. Takviyetü’l-İslâm Cemiyeti ilk defa 1949’da İslâmî prensiplere göre bir okul açtı ve daha sonra diğer İslâmî okullar bunu takip etti. Bugün Trinidadlı müslümanlar, bünyesinde Kur’an kursları olan yetmiş kadar cami, yirmi ilkokul, üç ortaokul ve bir liseye sahip bulunmaktadır.

Trinidad’daki müslümanlar Amerika kıtasında en iyi teşkilâtlanmış İslâm topluluğudur. 1930’da kurulan ve 1935’te resmen tanınan Trinidad ve Tobago Ehl-i sünnet ve’l-cemâat Cemiyeti (Anjuman Sunnatul Jamaat Association of Trinidad and Tobago) ülkenin en güçlü İslâm cemiyeti olup toplam elli üç cami, yedi ilkokul ve iki ortaokulun idaresi, müslümanların % 80-85’inin üyesi bulunduğu bu cemiyet tarafından yürütülmektedir. Trinidad’da bulunan diğer cemiyetler, 1960’ta kurulan ve ülkenin dışında da faaliyet gösteren Karayip ve Güney Amerika İslâm Davetçileri Birliği (The Islamic Missionaries Guild of South America and the Caribbean), 1947’de kurulan Trinidad Müslüman Birliği (Trinidad Muslim League) gibi kuruluşlardır. Trinidad’daki bu cemiyetlerin ana faaliyetleri arasında, üyelerini her bakımdan yetiştirmek ve onların maddî mânevî ihtiyaçları ile ilgilenmek yer alır. Hemen hemen her cemiyetin bir yayın organı vardır. Bunlar arasında, 1966’dan beri İslâm Davetçileri Birliği’nin (Islamic Missionaries Guild) çıkardığı The Torch of Islam (daha önce çıkartılan The Islamic Herald’ın yerine), Trinidad ve Tobago Ehl-i sünnet ve’l-cemâat Cemiyeti’nin yayın organı Muslim News, Trinidad ve Tobago Müslüman Gençler Cemiyeti (Trinidad and Tobago Muslim Youth Association) tarafından çıkartılan Al-Naadiyah, İslâm Propaganda Merkezi’nin (Islamic Propagation Center) yayımladığı Al-Hikmat, İslâm Cemaati’nin (Jamaat Al-Muslimin) yayın organı Al-Nur, İslâm Vakfı’nın (Islamic Trust) iki ayda bir yayımladığı Muslim Standart, düzensiz basılan Cemâatü’l-Mü’minîn’in The Voice’i en önemlileridir. Ayrıca hükümet kısıtlı da olsa müslümanların kamu araçlarından faydalanmalarına izin vermektedir. Meselâ 1974’te Ramazan bayramı namazı radyodan verilmiş ve bu tarihten sonra her cuma yarım saat müslümanlara yayın yapma hakkı tanınmıştır (daha geniş bilgi için bk. TRİNİDAD).

Surinam. 1667 yılından itibaren Hollanda sömürgesi olan bu ülkeye ilk yerleşen müslümanlar da yine altın madenlerinde ve büyük çiftliklerde çalışmak üzere Afrika’dan getirilen müslüman kölelerdir. Ancak bu ilk müslümanlar, başka ülkelerdeki köleler gibi yaşadıkları zor şartlar ve İslâmî gerekleri yerine getirmenin yasaklanması sebebiyle dinî kimliklerinden uzaklaştılar. 1863’te ülkede köleliğin resmen kaldırılmasından sonra Hollanda hükümeti ekonominin bu durumdan etkilenmemesi için yeni kararlar aldı. Bu kararlarla kölelere hürriyetlerine kavuşmadan önce on yıl boyunca eski sahipleri yanında paralı çalışma zorunluluğu konuldu. Ayrıca buna paralel olarak Cava ve Hindistan’dan beş yıllık sözleşmeyle ücretli işçiler getirildi. Bu statüde Cava’dan 1831-1850, Hindistan’dan ise 1873-1916 yılları arasında getirilen işçilerin çoğu müslümandı. Sürelerini dolduran göçmen işçiler ülkelerine dönmek veya Surinam’da kalmak konusunda serbest bırakıldı. 1927’de diğer Surinamlılar gibi müslümanlar da Hollanda vatandaşı kabul edildiler. 1940’tan itibaren müslümanlara kendi şahıs, aile ve miras hukuklarına uyabilme serbestliği verildi. 1975’te Hollandalılar ülkeyi terkettiler ve daha sonra kabul edilen anayasa uyarınca ülkede genel seçimler yapıldı. 1980’de bir askerî darbeyle ordu yönetime el koydu;


1982’de de benzer bir darbe vuku buldu ve birçok müslüman Hintli Hollanda ve İngiltere’ye göç etti.

Surinam’da müslüman grupların çeşitli diller konuşmaları ve farklı mezheplere bağlı olmaları bir bütün halinde kaynaşmalarına engel teşkil etmiştir. Hatta bu husus kıble tayini konusunda bile kendini göstermektedir. Cavalılar Surinam’a Pasifik Okyanusu’nu geçerek geldikleri için kıbleyi geldikleri batı yönü, Hintliler ise Atlas Okyanusu tarafından geldikleri için doğu yönü olarak kabul etmişlerdir. Bu sebeple yine Kâbe istikametinde olmakla birlikte her iki cemaatin camilerinin kıblesi farklıdır. Surinam’da ilki 1932’de başşehir Paramaribo’da kurulan camilerin sayısı yetmişi bulmakta ve her birinin bünyesinde birer Kur’an kursu faaliyet göstermektedir. Kur’an’ın, biri bir Felemenkçe profesörü, diğer ikisi Kadıyânîler tarafından yapılan üç Felemenkçe çevirisi bulunmaktadır. Bütün bu ayrılıklara rağmen müslümanlar teşkilâtlanmalarını sürdürmüşler, 1929’da Surinam İslâm Organizasyonu’nu (Surinam Islamic Organisation) kurmuşlardır. Cemiyet 1978’e kadar Kadıyânîler’in hâkimiyeti altında kalmış, bu tarihten sonra müslümanlar Surinam İslâm Cemiyeti’ni (Surinam Muslim Association) kurmuşlardır (geniş bilgi için bk. SURİNAM).

Guyana. Komşu Surinam gibi bu ülkenin de İslâmiyet’le tanışması, aralarında birçok müslümanın bulunduğu Afrikalı kölelerin getirilmesiyle oldu. Ancak diğer ülkelerdeki köleler gibi buraya yerleşenler de aynı âkıbete uğrayarak Avrupalı efendilerinin baskı ve İslâm’dan uzaklaştırma hareketlerinin sonucunda din ve kültürlerinden ayrıldılar.

Köleliğin kaldırılmasından sonra İngiltere’nin Hindistan’dan getirmeye başladığı (1834) sözleşmeli işçiler arasında birçok müslüman bulunuyordu. Bu müslümanlara sözleşmeleri süresince inançlarını terketmeleri için büyük zulüm ve baskı yapıldı; müslümanlar ancak gizli cemiyetler kurarak kimliklerini koruyabildiler. 1860’a kadar müslümanların İslâmî nikâh kıymaları engelleniyor ve kilisede evlenmeleri isteniyordu. Bu tarihten sonra İngilizler’in müslümanlara karşı tutum ve davranışları nisbeten yumuşadı; cami yapmalarına ve açıkça cemiyet kurabilmelerine izin verildi. Ülkenin çeşitli yörelerinde bulunan cemiyetler 1936’da birleşerek Birleşik Sadr-ı İslâmî Encümeni (The United Sadr Islamic Anjuman) adlı bir cemiyet kurdular. Ancak bu cemiyete mensup Hintli ve Afrikalı müslümanlar 1961 genel seçimlerinde farklı partiler yanında yer alınca ayrılığa düşüp ikiye bölündüler. Bu bölünme üzerine birçok yeni ve tarafsız cemiyet kuruldu. Bunların en önemlileri İslâm Kardeşliği Genel Meclisi (The General Congres of Islamic Brotherhood), İslâm Merkezi Müslüman Gençler Birliği (The Young Muslim League) ve İslâm Merkezi’dir (Islamic Centre). Ancak bugün mahallî cemaatler Sadr-ı İslâmî’nin şubesi durumundadır ve bu şubelerin sayısı 120’dir. Her şube bir cami bünyesinde teşkilâtlanmış olup beraberinde bir de Kur’an kursu hizmet vermektedir. Altı caminin bulunduğu başşehir Georgetown’daki Queenstown Camii, ülkede bulunan toplam sayıları 130 civarında olan camilerin en büyüğüdür. Parlamento ve bakanlar kurulunda müslüman üyelerin de bulunduğu Guyana’da müslümanların şahıs, aile ve miras hukuku İslâmî esaslara göre düzenlenmektedir.

Guyana’da yaşayan 130.000’in üzerindeki müslüman genel nüfusun % 17’ini teşkil etmektedir.

Brezilya. Portekiz 1500 yılında bugünkü Brezilya topraklarını işgal ettiğinde göç etmelerini engellemesine rağmen vatandaşlarından Endülüslü birçok müslüman Brezilya’ya ulaşarak bir cemaat meydana getirdiler. XVI. yüzyıl sonlarına doğru ülkede müslümanların sayısı iyice arttı ve bu durum karşısında engizisyon mahkemelerinin sert kuralları burada da uygulanarak birçok müslüman işkenceyle öldürüldü (1594). XVII. yüzyılda Portekizliler Afrika’dan köleleştirdikleri insanları Brezilya’ya taşımaya başladılar. Bunlar arasında, Dahomey (Benin) kralının İslâmiyet’in yayıldığı bölgelere yaptığı saldırılar sonunda ele geçirip Portekizliler dahil bütün Avrupalılar’a sattığı Yoruba, Hevsa, Fülânî ve Mandingo kabilelerinden pek çok müslüman vardı. Bu esirler içinde İslâmî ilimleri ve Arapça’yı çok iyi bilen âlimler de bulunuyordu ve hatta bu âlimler diğer kölelere dahi İslâm’ı benimsetmişlerdi. Afrikalı köleler Brezilya’da her şeye rağmen iki yüzyıldan fazla müslüman olarak kalmayı başardılar; kurdukları cami ve Kur’an kurslarının sayısı yüzleri buldu. Kuzeydoğudaki Bahia eyaletinde ve özellikle başşehri Salvador’da güçlenen Afro-Brezilyalı müslümanlar, 1807-1835 yılları arasında hükümete karşı dokuz kere ayaklandılar. Bu müslümanların etkisi öylesine yayıldı ki Salvador 1835’te Rio de Janeiro, Ceara ve Pernambuco gibi diğer eyaletlerde yaşayan müslüman köleler tarafından Brezilya’daki imâmetin merkezi olarak tanınacak duruma geldi. Aynı yıl Afro-Brezilyalı müslümanların, temelinde Salvador’daki medreselerin katkısı bulunan en son ve en büyük ayaklanmaları vuku buldu. Bu ayaklanmanın en büyük özelliği beyazlar, melezler ve “düşman dini”ni benimseyerek hür olmak istemeyen kölelere karşı açılmış olmasıdır. 1835 ayaklanmasının da başarısızlığa uğraması üzerine Brezilya hükümeti İslâm’ın kölelere yaptığı etkiyi kaldırmak için sert kararlar aldı; herhangi bir İslâmî faaliyette bulunulması yasaklandı, hatta müslümanlarla iş birliği yapanlara ölüm cezası getirildi. Bu zor durum karşısında binlerce müslüman Brezilya’yı terkederek tekrar Afrika’ya döndü veya hükümet tarafından zorla geri gönderildi. Ülkede kalanlar ise ancak inançlarını gizleyerek yaşayabildiler.

1860’lı yıllardan itibaren Asya’dan gelen yeni göçlerle müslüman yerleşmesinde yeni bir devre açıldı. Önceleri Suriye ve Lübnan’dan, daha sonra da İsrail Devleti’nin kuruluşu üzerine Filistin’den gelen bu müslümanlar 1929’dan itibaren teşkilâtlanarak yeni cemiyetlerini kurdular. 1956’da müslümanların durumuyla ilgilenmek üzere İslâm Konferansı tarafından Brezilya’ya bir temsilci gönderildi.


Bundan dört yıl sonra bir İslâm Konferansı heyetinin de hazır bulunduğu bir merasimle Sao Paulo’da Latin Amerika’nın ilk camii açıldı. 18 Ekim 1970’te Sao Paulo’da Brezilya’daki İslâmî kuruluşların ilk kongresi yapıldı ve açılışını Mısır evkaf bakanının yaptığı bu kongreye birçok Güney Amerika ülkesiyle çeşitli İslâm ülkelerinden heyetler katıldı. Brezilya’da bulunan 400.000’i aşkın müslümanın çoğu Sao Paulo ve çevresinde yaşamakta olup birçok dinî haklara sahiptirler ve iyi örgütlenmişlerdir. Brezilya’da müslümanlar yedi eyalette on ayrı şehirde teşkilâtlanmışlardır. Birer merkeze sahip bulunan bu teşkilâtların yedi tanesinin camisi bulunmaktadır. Camisi olan cemiyetler Curitiba, Londrina, Paranagua, Sao Paulo, Barretos, Cuiaba ve Brazilia şehirlerindedir. Suriyeli bir müslümanın Amazonas eyaletinin başşehri Maraus’ta İslâmî yayınlar yapan özel bir televizyon istasyonu vardır. Özellikle Suriyeliler’in her iş alanında yılmadan çalışmalarından dolayı Brezilya’da “Suriyeli gibi çalışırım” sözü darbımesel haline gelmiştir. 1977’de on yedi müslüman ülkenin büyükelçileri Brezilya’da bir İslâm merkezi açtılar. 1979’da İslâm cemiyetleri bir araya gelerek Müslüman Cemiyetler Fedarasyonu’nu oluşturdular. 1981’de Brazilia’da, merkezi Cenevre’de bulunan İslâm ve Batı (Islam and West) cemiyetinin bir şubesi açıldı. Sürdürülen bu faaliyetlerin sonucu olarak Nisan 1981’de de Brazilia Üniversitesi tarafından İslâm medeniyeti üzerine milletlerarası bir seminer düzenlendi.

Arjantin. XVI. yüzyılda ülkelerinden kovulan Endülüslü müslümanların gelmesiyle İslâmiyet Arjantin’e girmiş oldu. Ancak yerli halkın baskısıyla bu müslümanlar zamanla dinlerinden uzaklaştılar. 1880-1955 yılları arasında süren ve Arap ülkelerinden, özellikle Suriye’den gelen büyük göçlerle birlikte Arjantin’de yeni bir müslüman topluluk oluşmaya başladı. Buenos Aires’teki Türk Konsolosluğu’nun bir raporuna göre 1911-1913 yılları arasında buraya yaklaşık 46.000 Osmanlı göçmeni gelmiştir. Bugün Arjantin’de yaşayan 400.000’i aşkın müslümanın onda biri Şiî, bunların da çok az bir kısmı Dürzî’dir. Müslümanların yoğun olduğu bölge başşehir Buenos Aires’tir. Suriyeliler arasındaki hıristiyan Araplar’ın Arjantin toplumu içinde bütün sosyal faaliyetlere rahatça katılabilmeleri müslümanları da etkilemiş, hatta onları dinî kimliklerinden uzaklaştıracak boyutlara ulaşmıştır. İslâmî yönleri giderek zayıflayan müslümanlar arasında artık Arapça konuşulmamaktadır. Ayrıca Arjantin kanunları İslâmî isimlerin kullanılmasını yasaklamakta, dolayısıyla müslümanları hıristiyan ismi almaya zorlamakta ve İslâmî evliliği de tanımamaktadır. Bu zorlamaların dışında müslümanların çoğunun da hıristiyan âdetlerine uyması Arjantin’de İslâmiyet’in gittikçe erime tehlikesini arttırmaktadır.

Arjantin’de müslümanların teşkilâtlanma serbestliği sınırlı kalmıştır. İslâmî mânada ilk teşkilât 1918’de Buenos Aires’te İslâm Merkezi adıyla kuruldu. Önceleri kendi binası olmayan yerlerde faaliyet gösteren bu merkez için 1968’de, Arjantin’deki bütün müslümanların mânevî merkezi olarak kullanılmak üzere yeni bir bina inşa edildi. Bu ülkede hiç cami yoktur; ancak Buenos Aires ve Cordoba’da iki caminin yapımı planlanmış durumdadır. Buenos Aires’te bulunan diğer İslâmî teşkilât Arap-Arjantin İslâm Cemiyeti 1960’ta kuruldu ve Buenos Aires’te ilk İslâmî okulu açtı. Ülkenin diğer şehirlerinden Mendoza, Cordoba, Rosario ve Tucuman’daki cemiyetler daha çok kulüp statüsündedir. Kur’an’ın elde bulunan İspanyolca çevirisi ise yetersizdir. Arapça akademik seviyede Cordova Millî Üniversitesi ile Buenos Aires Salvador Üniversitesi’nde öğretilmektedir.

Venezuela. Venezuela’ya müslümanlar ilk defa İspanyol sömürgeciliği döneminde geldiler. Daha sonra da Hindistan’dan göçler oldu, ancak göçmenlerin karşılaştıkları baskı sebebiyle İslâmiyet ülkede yerleşemedi. XX. yüzyılın ikinci yarısında çalışmak üzere özellikle Suriye, Lübnan, Filistin ve Pakistan’dan gelen müslümanlar yeni bir grup teşkil ettiler. İlk gelenlere nisbetle dinî inançlarını yaşamada fazla bir baskıyla karşılaşmayan bu grup, ülkede İslâmî bir cemaatin oluşmasında önemli mesafeler katetti. 1966 yılında başşehir Caracas’ta bir İslâm merkezi kuruldu. Başlangıçta yalnız bir mescidden ibaret olan bu merkezde zamanla diğer bazı projeler gerçekleştirildi ve Arapça eğitim yapılan İslâmî bir okul açıldı. Hükümetçe de tanınan bu okula İslâmiyet’i öğrenmeleri için müslüman olmayan öğrenciler de kabul edilmektedir. Merkezde ayrıca bir kütüphane ve matbaa bulunmakta, Arapça ve diğer dillerde dinî eserler basılmaktadır. Sayıları 50.000’in üzerinde olan müslümanların çoğu Caracas’ta yaşamaktadır. Caracas, Margarita adası ve San Felibe’deki üç caminin yanında müslümanların kurduğu birçok kulüp ve derneğin bünyesinde de birer mescid bulunmaktadır. 1980’de Caracas Üniversitesi’nde İslâm felsefesi ve Arap araştırmaları bölümleri açılmış, 1988 yılında Merida Üniversitesi’nde de bu bölümlerin açılması için çalışmalara başlanmıştır.

Kolombiya. Kolombiya’ya özellikle I ve II. Dünya savaşları sırasında Lübnan, Suriye ve Filistin’den 3000-4000 civarında müslümanın da katıldığı göçler olmuştur. Bugün ülkede bulunan yaklaşık 20.000 müslümanın çoğu son yıllarda yine Suriye ve Lübnan’dan gelmiştir. Müslümanların büyük bir kısmı başşehir Bogota’da yerleşmiş olup bunu Paranaica, Maico, Cali ve San Andrés takip etmektedir. Ülkede cami yoktur, fakat müslüman dernekleri kiraladıkları binalarda mescid ve Kur’an kursu hizmetlerini yürütmektedirler.

Diğer Ülkeler. XIX. yüzyılda sözleşmeli işçi olarak Jamaika’ya gelen ve 1982’de sayıları 14.000 olan müslümanlar ilk cemiyetlerini 1950’de kurdular. Jamaika’da bugün iki cami bulunmaktadır. Müslümanların teşkilâtlandığı diğer Orta Amerika ülkelerinden Panama’da ilk cemiyet 1930’da İslâm Misyonu (Islamic Mission) adı altında kuruldu. Bu cemiyetin adı 1967’de Hint-Pakistan İslâm Cemiyeti (Indo-Pakistan Islamic Association) ve 1974’te Panama İslâm Cemiyeti (Panama Islamic Association) olarak değiştirildi. Bugün ayrıca Meksika, Şili, Barbados,


Bahama, Curacau, Grenada, Dominica, Puerto Rico, San Cristobal adası, Virgin adaları, Martinique ve Peru’da müslümanlar küçük cemaatler halinde fakat teşkilâtlı bir şekilde bulunmaktadırlar. Fransız Guyanası, Küba, Paraguay, Uruguay, Ekvador ve Bolivya’da yaşayanlar ise sayıca daha az olup küçük topluluklar halindedirler.

BİBLİYOGRAFYA:

C. E. Lincoln, The Black Muslims in America, Boston 1961; H. S. Klein, Slavery in the Americas, London 1967; M. Fabre, Les Noirs Americans, Paris 1967; Kadir Mısıroğlu, Amerika’da Zenci Müslümanlık Hareketi, İstanbul 1967; Th. R. Frazier, Afro American History: Primary Sources, New York 1970; Ali el-Muntasır el-Kettânî, el-Müslimûn fî Evrûbbâ ve Emerîkâ, Zahran 1396/1976, II; a.mlf., Muslim Minorities in the World Today, London 1986, s. 191-213; M. Seyyid Gallâb v.dğr., el-Büldânü’l-Islâmiyye ve’l-ekalliyâtü’l-müslime fî Ǿâlemi’l-muǾâsır, Riyad 1399/1978; Khwaja Abdul Waheed, Islam and the Origins of Modern Science, Lahore 1978, s. 37-39; Muhammad Imran, Position and Prospects of Islam in Latin America, Lahore 1979; S. Amjad Ali, The Muslim World Today, Islamabad 1985, s. 622-627; Cemâlüddin er-Remâdî, “el-İslâm fî Emerîkâ el-Cenûbiyye”, Mecelletü’l-Ezher, XXXII/5, Kahire 1960, s. 485-487; Muhammed Yûsuf eş-Şeverânî, “Bedǿü hicreti’l-müslimîn ilâ Emerîkâ”, a.e., XXXIII/4 (1961), s. 468-470; R. Reichert, “Muslime in Den Guayanas”, WI, X (1966), s. 41-65; Rafael A. Guevara Bazán, “Muslim Immigration to Spanish America”, The Muslim World, LVI/3, New York 1966, s. 173-187; a.mlf., “Some Notes for Attistory of the Relations Between Latin America, the Arabs and Islam”, a.e., LXI/4 (1971), s. 284-292; Harold B. Barclay, “The Perpetuotion of Muslim Tradition in the Canadian North”, a.e., LIX/1 (1969), s. 64-73; Abdullah A. Hasan, “el-İslâm ve’l-Ǿurûbe fî Amerîkâ el-lâtîniyye”, Mecelletü’l-Ezher, XLIII/3, Kahire 1971, s. 282, 295; Muhammed M. Hâfız, “Cezîretü Trinîdâd”, Faysal, XV, Riyad 1978, s. 126-129; Clyde-Ahmad Winters, “Afro-American Muslims-From Slavery to Freedom”, IS, XVII/4 (1978), s. 187-205; T. B. Irwing, “Muslims in Latin America”, Impact International, XI/3, London 1981, s. 10-12; a.mlf., “Relations Between Latin America and the Islamic World”, IC, LX/3 (1986), s. 21-34; M. Arnett, “Trinidad Muslim League”, The Muslim World, XLVIII/1, New York 1983, s. 52-62; S. A. H. Ahsani, “Muslim in Latin America: Survey-Part I”, JIMMA, V/2 (1984), s. 454-467; D. H. Hamdani, “Muslims in the Canadian Mosaic”, a.e., V/1 (1984), s. 7-16; Adele L. Younis, “The First Muslims in America: Impressions and Reminiscences”, a.e., V/1 (1984), s. 17-27; Omar H. Kasule, “Muslim in Trinidad and Tobago”, a.e., VII/1 (1986), s. 195-213; Yusuf A. Nzibo, “The Muslim Factor in the Afro-Brazilian Struggle Against Slavery”, a.e., VII/2 (1986), s. 547-556; L. Luxner, “Muslims in the Caribbean”, Aramco World, XXXVIII/6, Washington 1987, s. 3-11; Bedr Reşâd ed-Dûbî, “el-İslâm ve’l-müslimûn fî Fenezûyelâ”, et-Tedâmünü’l-İslâmî, XLIII/5, Bahreyn 1988, s. 72-75.

Rıza Kurtuluş