ANKEBÛT

العنكبوت

Arapça bir isim olan ankebût “örümcek” mânasına gelir. Çoğulu anâkibdir. Geceleri avlanan, ağının ipliklerine asılarak avını sabırla bekleyen, ağına düşen sinek ve benzeri haşaratı sımsıkı sararak kanını emen örümcek Câhiz’e göre hârikulâde bir mahlûktur. Çünkü yavruları, kendilerine herhangi bir şey öğretilmeden doğar doğmaz ağ örmeyi bilir. Örümcek çok ayaklı ve çok gözlü bir hayvandır, akrep gibi zehirlileri de vardır.

Ankebût Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında çeşitli özellikleriyle şiir ve mazmunlara konu olmuştur. Bunun ilk sebebi, Kur’ân-ı Kerîm’de bu adla anılan bir sûrenin bulunuşu, burada Allah’tan başkasını dost edinenlerin halinin, ördüğü ağdan eve (beytü’l-ankebût) güvenerek kendini emniyette zanneden örümceğe benzetilmesi (bk. el-Ankebût 29/41) ve bu teşbihin bir darbımesel halinde zikredilmesi; diğeri ise örümceğin, hicret esnasında Hz. Peygamber’in müşriklerin takibinden kurtulmak için Hz. Ebû Bekir’le birlikte girdiği mağaranın ağzını ağı ile kapatıp müşriklerin oradan uzaklaşmasını sağlamasıdır (bk. Müsned, I, 348). Bu ikinci özelliğiyle örümceğe İslâm edebiyatlarında ve özellikle İslâmî Türk edebiyatında, siyer kitaplarında ve hicretnâmelerde bulunan müstakil parçalarda, ayrıca tevhid ve na‘tlarda yer verildiği görülmektedir. Nitekim Nahîfî’nin Hicretnâme’sinde şu beyitlere rastlanmaktadır: “Ettiğinde gārı müşerref ol mâh/Eyledi mestûr anı hıfz-ı ilâh/Pîşgeh-i gāra gelüp ankebût/Oldu ber-âverde-i târ-ı büyût”. Âyette zikredildiği şekilde bir darbımesel halinde ise ankebûta atasözlerinde, beyit ve mısralarda tesadüf edilmektedir.

İslâm tarihindeki bazı önemli vak‘alarda da örümcekten bahsedildiği görülmektedir. Kazvînî ve Demîrî’nin naklettiği bu vak‘alardan biri, Hz. Peygamber’in İslâm düşmanı Hâlid b. Süfyân’ı öldürmekle görevlendirdiği Abdullah b. Üneys el-Cühenî’nin vazifesini başarıyla yaptıktan sonra kendisini takip edenlerin elinden, girdiği mağaranın ağzının bir örümcek tarafından kapatılması sayesinde kurtulmasıdır (bk. Vâkıdî, II, 533). Ayrıca Hz. Peygamber’in torunlarından Zeyd b. Ali’nin Emevîler’le yaptığı bir savaşta öldürüldükten sonra Kûfe’de çıplak olarak asıldığında (bk. Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, s. 142-144) avret mahallinin örümcekler tarafından ağ örülerek örtüldüğü rivayet edilmektedir (bk. İbn Asâkir, VI, 656). Demîrî’ye göre Hz. Dâvûd Câlût’tan saklandığı zaman bir müddet ağzı örümcek tarafından kapatılmış bir mağarada kalmıştı. Bu tür rivayetler de İslâm edebiyatlarında çeşitli eserlere ve mazmunlara konu teşkil etmiştir.

Türk edebiyatında örümcekle ilgili olarak “örümcek yuvası” mânasına gelen beytü’l-ankebût, ankebûthâne; “örümcek gibi” demek olan ankebût-âsâ; ışınları örümcek ağına benzediğinden


güneş için ankebût-ı zerrîn-târ tabirleri kullanılmaktadır.

Örümcek, ağını süratle ve ustaca ördüğünden “nessâc” (dokumacı) olarak da anılır: “İnâyetinden anun ankebuttur nessâc” (Şeyhî). Ancak örümcek ağı bir mimari ve hendesî şaheser kabul edilmesine rağmen çok zayıf bir binadır. Hafif bir rüzgârla yıkılır. Örümcek çoğunlukla sinekle beraber zikredilmiş ve mazmunlara konu olmuştur. Eflâtun’a izâfe edilen bir sözde, “Dünyada en hırslı yaratık sinek, en kanaatkâr yaratık ise örümcektir. Allah’ın en hırslı ve kararsız yaratığı en kanaatkâr olanına rızık yapması şaşılacak bir şeydir” denmektedir. Mevlânâ’nın, “Ankebûtî mî nemâned bî mekes/Rızk-rârûzî resân per mî dehed” (Örümcek sineksiz kalmaz, Allah onun günlük rızkını kanat takarak ayağına gönderir) beyti de bunu ifade etmektedir.

Hz. Ali’nin, “Evlerinizdeki örümcek ağlarını temizleyiniz, onları olduğu gibi bırakmanız fakirliğe sebep olur” dediği rivayet edilmiştir. Halk arasında yaygın olan bir kanaate göre de örümceklerin yuvaları bozulup ağları temizlenmeli, fakat peygamberin saklandığı mağara ağzını kapatarak onu müşriklerden kurtardığı için kendisi öldürülmemelidir. Ancak Hz. Peygamber’den gelen zayıf bir rivayette öldürülmesinin emredildiği de nakledilmektedir (Ebû Dâvûd, s. 342, 344). Örümcek, yenmesi haram olan hayvanlardandır.

Eski tıpta ve halk hekimliğinde örümceğin, ezilerek ilâç olarak kullanıldığında bulaşıcı hummaya ve diğer bazı hastalıklara iyi geldiği kabul edilmekte, yaralardan akan kanı dindirmek için örümcek ağının yara üzerine bastırıldığı bilinmektedir. Bu sebeple örümcek ve ağının şifalı olduğuna inanılır. Ayrıca örümcek ağı gümüş eşyanın parlatılmasında da kullanılır.

Gök cisimlerinin yerlerini tesbite yarayan bir astronomi aleti olan usturlabın ana parçasının en üstüne yerleştirilen bir levhanın adı da ankebûttur (geniş bilgi için bk. USTURLAP).

BİBLİYOGRAFYA:

Dihhüdâ, Lugatnâme, “‘ankebût” md.; Müsned, I, 348; Vâkıdî, el-Megāzî, II, 533; Ebû Dâvûd, el-Merâsîl (nşr. Şuayb el-Arnaût), Beyrut 1408/1988, s. 342, 344; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, Makātilü’t-tâlibiyyîn (nşr. Ahmed Sakr), Kahire 1949, s. 142-144; Câhiz, Kitâbü’l-Hayevân (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1357-67/1938-47 → Beyrut 1388/1969, V, 409-416; İbn Asâkir, Târîhu Dımaşk, VI, 656; İbn Manzûr, Muhtasaru Târîhi Dımaşk, IX (nşr. Nesîb Neşşâvî), Dımaşk 1404/1984, s. 159; Zekeriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî, ‘Acâ’ibü’l-mahlûkāt, Kahire 1401/1980, s. 298; Demîrî, Hayâtü’l-hayevân, Kahire 1398/1978, II, 90-94; Şeyhî Divanı (nşr. Türk Dil Kurumu), İstanbul 1942, s. 11; Nahîfî, Hicretnâme, Süleymaniye Ktp., Tâhir Ağa, nr. 304/2; E. Kemal Eyüboğlu, On Üçüncü Yüzyıldan Günümüze Kadar Şiirde ve Halk Dilinde Atasözleri ve Deyimler, II, İstanbul 1975, s. 5, 77, 354; J. Ruska, “Ankebût”, İA, I, 453; C. A. Nallino, “Usturlâb”, İA, XIII, 68; “Ankebut”, TDEA, I, 141-142; A. Ahmadı # R. G. Tuck, “Arachnids”, EIr., II, 245-246.

Mustafa Uzun