ÂSIM b. BEHDELE

عاصم بن بهدلة

Ebû Bekr Âsım b. Ebi’n-Necûd Behdele el-Esedî el-Kûfî (ö. 127/745)

Yedi kıraat imamından biri, tâbiî.

Muâviye döneminde (661-680) Kûfe’de doğdu ve hayatını burada geçirdi. Esed b. Huzeyme kabilesinin kollarından olan Cezîme (Cüzeyme) oğullarının mevlâ*sı olduğu için el-Kûfî nisbesiyle birlikte el-Esedî diye de anılır. Babasının adının Behdele değil Abd (veya Abdullah), Behdele’nin ise annesinin adı olduğu ileri sürülmüşse de Zehebî bunun doğru olmadığını söyler (AǾlâmü’n-nübelâǿ, V, 256). Âmâ olan Âsım’ın gözlerini ne zaman kaybettiği bilinmemektedir. Gençlik yıllarında muhtemelen buğday ticareti veya ölülere ilâç ve güzel koku sürme işiyle meşgul olduğu için “hannât” olarak tanındığına göre (Enderâbî, s. 96) anadan doğma kör olmadığı anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber’le görüştükleri bilinen Hâris b. Hassân el-Bekrî ile Ebû Rimse Rifâa b. Yesribî’ye küçük yaşta iken yetişmiş ve bundan dolayı tâbiîlerden sayılmıştır.


Âsım kıraat ilmi sahasında temayüz etti; çok güzel sesi ve tilâvetiyle dikkati çekti. Hz. Osman’ın Kûfe’ye gönderdiği resmî mushafa göre Kur’an öğretmekle görevlendirilen Ebû Abdurrahman es-Sülemî’den Ali b. Ebû Tâlib’in kıraatini aldı. Zir b. Hubeyş el-Esedî’den de İbn Mes‘ûd’un kıraatini öğrendi. Yine bu iki hocasından ve Ebû Vâil, Mus‘ab b. Sa‘d b. Ebû Vakkâs gibi tâbiî neslinin ileri gelenlerinden hadis rivayet etti. Kendisinden de hocaları arasında yer alan Atâ b. Ebû Rebâh ve Ebû Sâlih es-Semmân başta olmak üzere Süleyman et-Teymî, Ebû Amr b. Alâ’, Süfyân es-Sevrî, Süfyân b. Uyeyne, Ebû Bekir Şu‘be b. Ayyâş ve daha birçok âlim rivayette bulundu.

Ebû Abdurrahman es-Sülemî’nin vefatı üzerine kıraat hocası olarak onun yerini aldı. Ebû Bekir Şu‘be b. Ayyâş, Hafs b. Süleyman, Süleyman el-A‘meş, Halîl b. Ahmed, kırâat-ı seb‘a imamlarından olan Ebû Amr b. Alâ’ ve Hamza ez-Zeyyât kendisinden bu ilimde faydalandı. İbn Hacer el-Heytemî, Ebû Hanîfe’nin de kıraat ilmini Âsım’dan öğrendiğini zikreder (el-Hayrâtü’l-hisân, s. 89). Ebû Bekir b. Ayyâş’ın bir rivayetinde yer alan, “Okutma işine -alışverişlerini aksatmamak için- çarşı esnafından başlardı” (bk. İbnü’l-Cezerî, Gayetü’n-nihâye, I, 347; a.mlf., Müncidü’l-mukriǿîn, s. 8) ifadesinden de anlaşılacağı üzere kalabalık bir talebe topluluğu ders almak üzere çevresinde toplanıyor, sırasının gelmesini bekliyordu. Bu talebeleri arasında üvey oğlu Hafs ile Ebû Bekir Şu‘be, Âsım’ın kıraatinin ebedîleşmesinde farklı bir mazhariyete erdiler. Âsım kıraati denince önce bu iki talebesi hatırlanır oldu. Bunun sebebi, İbn Mücâhid’in (ö. 324/936) Kitâbü’s-SebǾa’sında Âsım’ın kıraatiyle ilgili tesbitlerde diğer bazı râvilerle birlikte bilhassa bu ikisinin rivayetlerine dayanılması, daha sonra gerek kırâat-ı seb‘a gerekse aşere* konusunda telif edilen kaynaklarda da tercihin bu iki râviye inhisar ettirilmesidir. Ebû Abdurrahman es-Sülemî’den öğrendiği kıraati Hafs’a, Zir b. Hubeyş’ten öğrendiğini de Ebû Bekir Şu‘be’ye öğrettiği bizzat Âsım’dan rivayet edilmiştir.

İbn Mücâhid, Âsım kıraatinin Kûfeliler’ce pek tercih edilmediğini, bu çevrede daha çok Hamza b. Habîb ez-Zeyyât’ın kıraatinin yaygın olduğunu belirtmekte, sebep olarak, Ebû Bekir Şu‘be istisna edilecek olursa Âsım’dan bütün incelikleriyle bu kıraati öğrenenlerin çok olmadığını ve bu konuda Ebû Bekir Şu‘be dışında kimseye güvenmediklerini, bunun sonucunda da Kûfe’de Âsım kıraatinde az insan yetiştiğini zikretmekte ise de (Kitâbü’s-SebǾa, s. 71) 500 (1106) yılından sonra vefat eden Ahmed el-Enderâbî farklı görüş ileri sürerek Kûfeliler’in onun kıraatini benimsediklerini, tâbiî neslinden sonra gelenlerin de kendi zamanına kadar onun kıraatine uyageldiklerini belirtmektedir (Kırâǿâtü’l-kurrâǿi’l-maǾrûfîn, s. 95). İbn Mücâhid’e kadar çevresini pek fazla genişletemeyen Âsım kıraati, özellikle Hafs’ın rivayetiyle -belki de İbn Mücâhid’in ölümünü takip eden yıllardan itibaren- Kûfe’nin ve hatta Ortadoğu’nun sınırlarını aşmış, nihayet XX. yüzyıl müslümanlarının yaklaşık yüzde doksanının tercih ettiği bir okuyuş tarzı olmuştur. Bunun sebebi, Âsım kıraatinin senedindeki sağlamlık yanında Hafs’ın rivayetindeki sadeliği, Kur’an’da birkaç kelime istisna edilecek olursa (Furkan sûresinin 69. âyetinde zamiri medle okunan فيه Kıyâme sûresinin 27. âyetinde idgamsız okunan من راق ve Mutaffifîn sûresinin 14. âyetinde yine idgamsız okunan بل ران misallerinde olduğu gibi) kaide dışı okuyuşların bulunmayışı, gerek buna bağlı olarak gerekse beyne beyne*, ihtilâs* ve sadece birer istisnaları bulunan (bk. Hûd 11/41; Yûsuf 12/11; Fussilet 41/44) imâle, işmam ve teshîl gibi bazı mahallî şive ve lehçelerden kaynaklanan, özellikle Arap olmayanların uygulamada zorluk çekecekleri unsurların yer almayışı olmalıdır.

Âsım’ın kıraatteki tartışmasız güvenilirliğine karşılık hadisteki yeri hakkında değişik değerlendirmeler mevcuttur. Ebû Zür‘a ve Ahmed b. Hanbel onu sika* kabul ederken Ebû Hâtim sadûk* olarak nitelendirmiş, hadisle ilgili ezberlerinin yetersizliğine ve ayrıca sika olmasına rağmen hadiste fazlaca hata yaptığına işaret edenler olmuştur (bk. Zehebî, Mîzânü’l-iǾtidâl, II, 358; a.mlf., AǾlâmü’n-nübelâǿ, V, 260). Bununla birlikte rivayetleri Kütüb-i Sitte’de yer almıştır. Ancak Buhârî ve Müslim, Âsım’ın rivayetlerine mütâbaat* yoluyla yer vermişlerdir. Kaynakların ittifakla dildeki fesahatine işaret ettikleri Âsım, bazı sûrelerin başlarında yer alan طه، كهيعص، حم، الم gibi hurûf-ı mukattaayı müstakil birer âyet olarak kabul etmemiş, bu anlayışı ise Kur’an’daki âyet sayısının tesbitinde Kûfeliler’in değişik sonuca ulaşmalarının sebepleri arasında zikredilmiştir.

Âsım 127 (745) yılının sonlarında Kûfe’de vefat etti. Şam’da vefat ettiği ve vefatının 120, 128 ve 129 yıllarında olduğu da ileri sürülmüştür.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Sa‘d, et-Tabakat, VI, 320-321; Halîfe b. Hayyât, et-Tabakat (Zekkâr), I, 369; Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, VI, 487; İbn Kuteybe, el-MaǾârif (Ukkâşe), s. 530; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, s. 31; İbn Mücâhid, Kitâbü’s-SebǾa fi’l-kırâǿât, (nşr. Şevki Dayf), Kahire 1972, s. 70-71, 94-97; el-Cerh ve’t-taǾdîl, VI, 340-341; Ebû Amr ed-Dânî, et-Teysîr (nşr. Otto Pretzl), İstanbul 1930, s. 6; Enderâbî, Kırâǿâtü’l-kurrâǿi’l-maǾrûfîn (nşr. Ahmed Nasîf el-Cenâbî), Beyrut 1405/1985, s. 95-108; İbnü’l-Bâziş, Kitâbü’l-İknâǾ (nşr. Abdülmecîd Katâmiş), Dımaşk 1403, I, 115-117; İbn Hallikân, Vefeyât, III, 9; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, V, 256-261; a.mlf., MaǾrifetü’l-kurrâǿ (Beşsâr), I, 88-94; a.mlf., Mîzânü’l-iǾtidâl, II, 357-358; İbnü’l-Cezerî, Gayetü’n-nihâye, I, 346-349; a.mlf., en-Neşr, I, 146-156; a.mlf., Müncidü’l-mukriǿîn, Kahire 1350, s. 8; İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, V, 38-40; İbn Hacer el-Heytemî, el-Hayrâtü’l-hisân (nşr. Halil el-Meys), Beyrut 1403/1983, s. 89; Sezgin, GAS, I, 13; Hatice Ahmed Müftî, Nahvü’l-kurrâǿi’l-Kûfiyyîn, Mekke 1406/1985, s. 69-70, 258-259, 282; Ömer Aköz, “Asım”, İTA, I, 556-558; A. Jeffery, “Asım”, EI² (İng.), I, 706-707.

Mehmet Ali Sarı