ÂTEŞ-i RÛMÎ

آتش رومي

Eskiden bir savaş silâhı olarak kullanılan yanıcı, yakıcı ve patlayıcı bir madde.

Daha çok Bizanslılar’ca kullanıldığı için bu adla meşhur olmuştur. İlk önce Çinliler tarafından bulunduğu ve Çin’den yayıldığı hakkındaki kanaat ise daha yaygındır. Bizanslılar’ın ilâhî bir güç olarak kabul ettikleri, terkibi yüzyıllarca bir sır gibi saklanan bu ateşin esasının o çağlarda kullanılan güherçile olduğu, bunun kükürt ve zift maddeleriyle karışımına neft yağının eklenmesiyle de mâyi haline getirildiği daha sonra anlaşılmıştır. Su üzerinde dahi yanabilme özelliğinden dolayı “âteş-i bahrî” adıyla da anılmıştır. “Grejuva ateşi” de denilen bu ateşin birleşimine kömür tozu ilâve edilerek bu maddenin bir bakıma barutun basit bir şekli olduğu söylenebilir.

Âteş-i Rûmî’yi, Bizans imparatorlarından Konstantin Pogonatos’un hükümdarlığı zamanında Mısırlı veya Baalbekli Kallinikos adlı biri Bizans’a getirmiş (652) ve silâh olarak kullanılmasında öncü olmuştur. Mûcidinin de yanlış olarak bu kişi olduğu zannedilmiştir. Halbuki ateşin IV. hatta II. yüzyıllarda varlığı biliniyordu. Rum ateşi Bizanslılar tarafından ilk defa, Halife Muâviye zamanında İstanbul’un fethi için gönderilen Süfyân b. Avf kumandasındaki İslâm ordularına (674), daha sonra da İstanbul’u kuşatan Ruslar’a ve yine müslüman kuvvetlerine karşı kullanılmış ve tesirli olmuştur. Bizanslılar’ın ilâhî bir sır gibi saklama gayretlerine rağmen Araplar tarafından Çinliler’den öğrenilen bu ateşin daha da geliştirilerek “neft-i kazıf” veya “harrâka” adları altında Haçlı seferleri sırasında kullanıldığı görülmüştür. Bundan dolayı Avrupalılar bu silâha “Arap ateşi” adını vermişlerdir. Rum ateşinin kullanımı XIV. yüzyıldan sonra Anadolu’da da yayılmış, Timur İzmir Kalesi’ni bu ateş sayesinde alabilmiştir. Bizanslılar bu ateşi son olarak 1453’te Osmanlılar’ın İstanbul’u kuşatmaları sırasında kullanmışlardır.

Rum ateşinin fındık büyüklüğünden fıçı büyüklüğüne kadar birçok çeşidi vardı. Bunlar büyüklüğüne ve yerine göre ok ucuna bağlanarak veya mancınıkla, topun icadından sonra ise toplarla atılmıştır. Şişeler içinde hazırlananları ise günümüzdeki el bombaları gibi kullanılırdı. Surlara tırmananlara karşı büyük kaplarla burçlardan aşağı boşaltılan bu ateş Araplar’ın eline geçtikten sonra havai fişeklerle ve mancınıklarla atılmıştır. İstanbul’un fethinden sonra, Osmanlı Türkleri tarafından topun geliştirilmesiyle ikinci planda kalan âteş-i Rûmî Avrupa’da bir süre daha varlığını sürdürmüş, XIX. yüzyılda ise tamamen tarihe karışmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

C. Zeydân, Târîħu’t-temeddüni’l-İslâmî, Kahire 1958, I, 200-201; G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1981, s. 116, 146, 187, 258, 274; Pakalın, I, 107-109; C. Zenghelis, “Le feu grégeois et les armes à feu des Byzantins”, Byzantion, VII, Bruxelles 1932, s. 265-286; TA, IV, 133; Efdalüddin, “Âteş-i Rûmî”, İTA, I, 634-638.

Abdülkadir Özcan