AYYÂR

العيّار

Ortaçağ İslâm dünyasında daha çok kendi çıkarları için toplum düzenini bozan zümreler hakkında kullanılan bir tabir.

Arapça bir kelime olan ayyâr sözlükte “çok gezip dolaşan, zeki, kurnaz, gözü pek ve atılgan kimse” anlamlarına gelmektedir. Ayyârlar, özellikle Horasan Melâmetiyyesi’ne bağlı zümrelerle olan münasebetleri sebebiyle, mürüvvet ve fütüvvet ehli için kullanılan fityân tabiri ile de anılmışlardır. Müsbet mânada, daha çok Safevî öncesi meddah hikâyelerinde halk kahramanı olarak geçen ayyâr fanatik bir kişiliğe bürünmüştür. Bazı İran kaynaklarında civanmerd, doğru sözlü, yiğit, iyilik sever, maharetli, sûfiyâne hayat süren bir topluluk gibi belirtilmelerine, emirlere bağlı ve diğer mezheplere karşı Sünnîliğin yanında gösterilmelerine (Keykâvus b. İskender, s. 369 vd.) rağmen ayyârlar menfi icraatları yüzünden tarihe daha ziyade yağmacı ve soyguncu bir sınıf olarak geçmişlerdir. Çoğunluğunu şehirlerdeki işsiz güçsüz kimselerin, ayak takımının, topraksız köylülerle ordudan ayrılmış askerlerin oluşturduğu ayyârlar güçlü iktidarlar zamanında geri plana çekilip âdeta ortadan kayboldukları halde, yönetimin zayıf olduğu dönemlerde sorumsuzca hareketleriyle ülkeleri için her zaman problem teşkil etmişlerdir. Özellikle VIII-XII. yüzyıllar arasında İran, Türkistan ve Irak’ın belli başlı şehirlerinde zaman zaman büyük karışıklıklara ve yağmalara sebep olmuşlar, 1135-1144 yılları arasında Bağdat’ta olduğu gibi bazan da iktidarı ele geçirerek bir terör rejimi kurmuşlar ve şehri haraca kesmişlerdir. Yaşayışları bakımından Anadolu’daki ahîlere ve rindlere benzetilirlerse de icraatları onlardan çok farklı ve olumsuz görünmektedir. Bazı kaynaklarda ayyârlar sadece avret yerlerini örten, başlarına hurma yaprağından yapılmış başlık koyan, boyunlarına çan, yular, gem veya süpürge ve kıldan yapılmış ipler asan serseriler güruhu olarak tasvir edilmişlerdir (Barthold, s. 157-158).

Bir merkeze bağlı olarak yönetilen ayyârların reislerine “ser-ayyârân”, “reîsü’l-ayyârîn” veya “reîsü’l-fityân” denirdi. Nasıl bir teşekkül oldukları ve güttükleri ortak gaye henüz tam anlamıyla tesbit edilememiştir. Ayyârlardan bazılarının sivrilip önemli mevkilere geçtiği de olmuştur. Meselâ Ya‘kub b. Leys adlı bir şakinin 867’de Sîstan’da Saffârîler hânedanını kurduğu ve bu hânedanın otuz üç yıl boyunca hâkimiyetini sürdürdüğü, Burcûmî ve İbn Mevsılî gibi ayyâr reislerinin de 1028-1033 yılları arasında yönetime hâkim oldukları bilinmektedir. Sîstan’daki ayyârların diğer şehir ve bölgelerdeki fityân, ahdâs* ve rindlerle de münasebetleri vardı.

Fâtih devrinde yazılmış bir fütüvvetnâmeden ayyârın “avcı, sürekli gezip dolaşan, yan kesici” anlamlarında kullanıldığı, fütüvvet mensuplarına ise mecazi mânada ayyâr dendiği anlaşılmaktadır (Gölpınarlı, İFM, XVII/1-4, s. 55). “Ayyârân” tabirine, Latîfî’nin Evsâf-ı İstanbul adıyla neşredilen Risâle-i Evsâf-ı İstanbul adlı eserinde de rastlanmaktadır (s. 15). Burada, esnaf içerisindeki hilekâr satıcılar arasında aldatma ve yalanın bir âdet haline geldiğinden, şeytanlığın bir mârifet sayıldığından bahsedilmekte ve böyleleri “ayyârân”, “tarrârân”, “mekkârân” olarak nitelendirilmektedir.

Türkistan’daki Basmacı Hareketi’ne katılanlara da Başkırtlar tarafından ayyâr denilmiştir. Âlî Bey’in (ö. 1871), Molière’in Les Fourberies de Scapin (Skapen’in hileleri) adlı eserinden adapte ettiği Ayyar Hamza komedisinin kurnaz ve açıkgöz kahramanı Hamza’ya bu sıfat pek uygun düşmüştür. Günümüzde ise ayyâr kelimesi Kayseri yöresinde “tembel” anlamında kullanılmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Hücvîrî, Keşfü’l-mahcûb (Uludağ), s. 181, 194, 198; Nizâmülmülk, Siyâsetnâme (trc. M. Altay Köymen), Ankara 1982, s. 23, 86; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IX, 178, 349, 432; X, 301, 545; XI, 16 vd., 24, 34-35, 45, 95; Keykâvus b. İskender, Kabusnâme (nşr. Orhan Şaik Gökyay), İstanbul 1944, s. 369-393; Latîfî, Evsâf-ı İstanbul (nşr. Nermin Suner [Pekin]), İstanbul 1977, s. 15; Barthold, İslâm Medeniyeti, s. 157-158; M. Fuad Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Ankara 1988, s. 85-92; C. E. Bosworth, The Medieval History of Iran, Afghanistan and Central Asia, London 1977, XVII, 538-540; Fâruk Ömer, el-Hilâfetü’l-Abbâsiyye fi’l-Ǿasri’l-fevziyyi’l-askerî (247-334/861-946), Bağdad 1397/1977, s. 168-170; Cl. Cahen, Osmanlılar’dan Önce Anadolu’da Türkler (trc. Yıldız Moran), İstanbul 1979, s. 65-66; a.mlf. - W. L. Hanaway, Jr., “Ayyar”, EIr., III, 159-163; M. Ahmed Abdülmevlâ, Ayyârûn ve’ş-şüttâr el-Bagadide fi’t-târîhi’l-Abbâsî, İskenderiye 1986; Abdülbâki Gölpınarlı, “İslâm ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilâtı ve Kaynakları”, İFM, XI/ 1-4 (1949-50), s. 61, 74-75; a.mlf., “Şeyh Seyyid Gaybî oğlu Şeyh Hüseyin’in Fütüvvetnâmesi”, a.e., XVII/1-4 (1955-56), s. 55; Franz Taeschner, “İslâm Ortaçağında Futuvva (Fütüvvet Teşkilâtı)”, a.e., XV/1-4, s. 9-10, 18; a.mlf., “Ayyār”, EI² (Fr.), I, 817-818.

Abdülkadir Özcan