ÂZERÎ, İbrâhim Çelebi

(ö. 993/1585)

Divan şairi.

Babası II. Selim devrinde Anadolu ve Rumeli kazaskerliklerinde bulunan Muallimzâde Ahmed Efendi’dir. Feridun Bey’in yerine nişancı olan Mahmud Efendi ile Sivas defterdarlığına kadar yükselen Mehmed Çelebi de kardeşleridir.

Kaynaklarda daha çok Âzerî mahlasıyla veya Muallimzâde nisbesiyle anılan İbrâhim Çelebi hayatının ilk devrelerinde dervişâne, hatta meczubâne bir hayat sürerken medrese tahsiline başlayarak Ebüssuûd Efendi’den mülâzım oldu. Ancak kardeşi Mahmud Efendi’nin nişancı olması üzerine o da devlet hizmetine girerek 30.000 akçe zeâmet* ile Dergâh-ı Âlî müteferrika*ları arasına katıldı. Fakat bir müddet sonra asıl mesleğine dönerek kadılık yapmaya başladı. Tire ve Kestel kadılıklarında bulundu. Hama kadısı iken hummaya yakalanarak genç yaşta vefat etti. Yakın arkadaşı


şair Cinânî vefatına, son mısraı “Didiler geçti Âzerî Çelebi” (993) olan bir tarih manzumesi yazmıştır. Atâî’nin verdiği bilgiye göre mezarı, arkadaşı Hâmid Çelebi’ninki ile birlikte Hama’nın dışında, şehre girenlerin dikkatini çeken yüksekçe bir yerde idi.

Kaynaklarda hayatı hakkında daha fazla bilgi bulunmayan Âzerî Çelebi, Riyâzî’ye göre gençliğinde bir güzele tutularak Konya’ya kadar gitmiştir. Şiir meclislerinden ve sohbetlerden hoşlandığı, sanatkârları himaye ettiği, yakın arkadaşı ve hâmisi olduğu Cinânî’nin divanındaki şiirlerden anlaşılmaktadır. Kaynaklarda kudretli ve kabiliyetli bir sanatkâr olduğu belirtilmektedir. Mürettep bir divanı olduğu bildirilmekle beraber henüz ele geçmemiştir. Daha çok nazîre ve tazminlerden, muhammes ve müseddeslerden ibaret olan şiirlerine çeşitli mecmualarda rastlanmaktadır. Fuzûlî ve Nev‘î gibi şairlerin tesiri altında kalan Âzerî, bu şairlere yazdığı nazîrelerle tanınmaktadır.

Âzerî’ye asıl şöhretini kazandıran eser, 987’de (1579) tamamladığı ve girişinde Nizâmî’nin Mahzenü’l-esrâr’ını, Câmî’nin Tuhfetü’l-ahrâr’ını, Hüsrev’in Matlau’l-envâr’ını örnek alarak Hâcû-yi Kirmânî’yi takliden yazdığını belirttiği Nakş-ı Hayâl* adlı mesnevisidir. Dinî ve tasavvufî mahiyette didaktik bir eser olan Nakş-ı Hayâl, nüshalarına göre farklılık göstermekle birlikte yirmi altı bölüm kadardır. Her bölümde “makale” başlığı altında ahlâkî bir öğüt verilmekte, “hikâyet” adıyla da konuyla ilgili bir hikâye anlatılarak birkaç mısra halindeki öğütlerle bölüm tamamlanmaktadır. Allah’ın birliği, tevekkül, uzlet, sabır, aşk, hüsün, gurur, cûd ve sehâ, üzüntüden kurtulmak, sükûtun kıymeti, Allah’a güvenmek, yemeğe düşkünlük, uykuya düşkünlük, çalışmak, ilim öğrenmek, dünyaya aldanmayıp âhirete hazırlanmak gibi konuları yaklaşık 12.000 beyit içinde ele alan eserin İstanbul kütüphanelerinde birçok nüshası vardır (meselâ bk. Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2600, Çelebi Abdullah, nr. 331; TSMK, Revan, nr. 849).

Âzerî Çelebi ayrıca Nakş-ı Hayâl’in girişinde daha önce bir Leylâ vü Mecnûn mesnevisi yazdığını haber vermekteyse de bu eserin nüshasına henüz rastlanmamıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Kınalızâde, Tezkire, I, 152-153; Atâî, Zeyl-i Şakaik, s. 284; Osmanlı Müellifleri, II, 68-69; Ergun, Türk Şairleri, I, 155-159; Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 371-372; Cihan Okuyucu, Cinânî: Hayatı Eserleri ve Divanının Edisyon Kritiği (doktora tezi, 1984), İÜ Ed.Fak., I, 206, 274, 278, 372, 374, 375; II, 526-527; Kasım Mûsevî Becneverdî, “Âzerî Çelebî”, DMBİ, I, 266.

Cihan Okuyucu