AZİM

العزم

Bir fiili işlemek yahut işlememek konusunda kesinleşmiş karar veya irade.

Sözlükte “ısrarla istemek, kastetmek, kesin karar vermek; kesin karar, irade, sabır” gibi anlamlara gelen azim (azm) Kur’ân-ı Kerîm’de, beş âyette (bk. Âl-i İmrân 3/186; Lokmân 31/17; el-Ahkaf 46/35) “iyilikte sebat ve kararlılık”, dört âyette de (el-Bakara 2/227, 235; Âl-i İmrân 3/159; Muhammed 47/21) fiil şekliyle “kesin karar vermek” anlamında olmak üzere dokuz yerde geçmekte, bunlardan birinde (el-Ahkaf 46/35) Hz. Peygamber’e “azimli peygamberler” gibi sabırlı olması, acelecilikten sakınması emredilmektedir (bk. ÜLÜ’l-AZM). Hadislerde azim ve bundan türemiş fiillerle “azme”, “azîme” veya “azâim” gibi müştakları “kararlılık, sabır, niyet, hayırlı iş, farz” gibi mânalarda kullanılmıştır (bk. Lisânü’l-ǾArab, “azm”; Wensinck, “azm”).

Bir işin yapılmasından önceki aklî teemmüllerle psikolojik arzu ve eğilimlerin doğurduğu tereddüt döneminden sonra o işi şu veya bu şekilde yapmak hususunda bir tercihe ulaşılırsa bundan azim, ulaşılmazsa tereddüt ve şaşkınlık hali (tahayyür) doğar. İslâm düşünürleri dinî ve ahlâkî davranışlar için, zihinde tasavvur edilmelerinden başlamak üzere, fiilen gerçekleşinceye kadar birtakım safhalar kabul ederler. Gazzâlî bunları hadîs-i nefs (fiilin zihinde doğması), tabii ilgi, hüküm, azim veya kasıt, amel şeklinde sıralamış ve incelemiştir (İhyâ, III, 41). İlk üç safhada henüz kesin bir karar ve niyet bulunmadığı ve bunlar irade dışı olduğu için insan bu safhalarda sorumlu tutulamaz. Azim aynı zamanda niyet ve kasıt safhası olduğundan insanın sorumluluğu bu noktada başlar. Buna göre kötü bir işe azmetmekle birlikte iyi niyete dayanmayan bir sebeple bu işi yapmayan veya yapamayan kişi azminden dolayı sorumludur. Ancak Allah korkusu, günah endişesi gibi dinî ve ahlâkî faktörlerle kötülük yapma kararından dönmek de yeni bir azimdir ve böyle bir kimse önceki azminden dolayı sorumlu değildir.

Nazzâm, Allâf, Ca‘fer b. Hâris gibi bazı Mu‘tezile bilginleri iradeyi azim ve kasıt olmak üzere iki mertebede değerlendirmişlerdir. Azim ile fiil arasında az çok bir zaman farkı bulunabilir ve kişinin bu zaman içinde azminden dönmesi muhtemeldir. Kasıt fiilin yapıldığı zamana tekabül ettiğinden (iktiran), kasıt halindeki irade fiilin meydana gelmesini gerektirir; böylece insan fiilin “icat edicisi” olur. Buna karşılık özellikle müteahhir Mâtüridî kelâmcıları bu mânadaki iradeyi “azm-i musammem” diye adlandırmışlar ve bunun Eş‘arîler’in kesb*i ile aynı şey olduğunu belirtmişlerdir. Onlara göre azm-i musammem “kulun kudretinin tesir alanı”dır. İhtiyar, kudret, meyil gibi mânevî âmiller (ef‘âlü’n-nüfûs) ile hâricî faaliyetlerden (ef‘âlü’l-cevârih) hiçbiri insan gücünün tesir sahasına girmezken azim insanın hâdis kudretinin eseridir (İbnü’l-Hümâm, s. 111-112). Böylece fiiller yaratma açısından Allah’a, karar açısından insana nisbet edilir; bu suretle dinî ve ahlâkî yükümlülük ve sorumluluklar geçerlilik kazanır. Gerçi şeytanın, bencil arzu ve ihtirasların etkisinde kalan kula, iyilik yönünde kesin karara ulaşabilmesi için Allah tarafından hemen her zaman bir yardım söz konusudur, fakat bu yardım asla cebrî bir müdahale anlamına gelmez; dolayısıyla kul için ilâhî bir lutuf olan tevfîkın bulunmaması, onu azm-i musammemden mahrum bırakmaz; böylece fâsıkların Allah’ın kazâ ve kaderini günahlarına mazeret göstermelerinin de anlamı kalmaz (İbnü’l-Hümâm, s. 133).

Tasavvufta, “sâlikin Hakk’a ermesine (vüsûl) engel olan bağları koparıp atması, ilmi hale hâkim kılması, iradeyi kendisinden


bilme illetinden kurtulması” gibi anlamlarda kullanılan azim, müridin hak yola girmesinin başlangıcıyla ilgilidir. Herevî’ye göre Hakk’ın yolunu tutan bir sâlikin bu yolda ayak bağı olan her şeyi söküp atmasına, ne kadar zor ve acı olursa olsun bu yolda kendisine yardımcı olan ve rehberlik eden her şeyle uyum halinde olmasına azim denir. Azim bütün maddî-mânevî, bedenî-ruhî kuvvetleri toplayıp hedefe yöneltmektir.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “azm” md.; Tehânevî, Keşşâf, “azm” md.; Wensinck, MuǾcem, “azm” md.; Kuşeyrî, er-Risâle, Kahire 1966, s. 726; Gazzâlî, İhyâǿ, III, 41-43; Fahreddin er-Râzî, Kelâm’a Giriş [el-Muhassal] (trc. Hüseyin Atay), Ankara 1978, s. 195; Baklî, Meşrebü’l-ervâh, s. 143, 208; İbn Kayyim el-Cevziyye, Medâricü’s-sâlikîn, Kahire 1403/1983, I, 138; II, 374; Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, II, 89, 119-120; İbnü’l-Hümâm, el-Müsâyere, Kahire 1317, s. 109-113, 133; Beyâzîzâde, İşârâtü’l-merâm, s. 259.

Mustafa Çağrıcı