BÂB-ı SERASKERÎ

باب سرعسكري

Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye’nin en üst rütbedeki kumandanı olan seraskerin resmî makamı ve buranın âbidevî ana giriş kapısı.

TARİH. Serasker Kapısı olarak da anılan bu makama, önce, eskiden yeniçeri ağalarının ikametgâhı olan Ağa Kapısı, 1252’de de (1836-37) Eski Saray tahsis edilmiştir. Seraskerlik ikametgâhı için ilk müstakil yapı Sultan Abdülaziz zamanında yaptırılmış olup bugün İstanbul Üniversitesi merkez binası olarak kullanılmaktadır.

Bâb-ı Seraskerî’nin kurulup teşkilâtlandırılmasından sonra sadrazamlar artık “serdâr-ı ekrem” unvanıyla askere kumanda etmeyi terketmişlerdir. Gerek barış gerekse savaş zamanlarında bütün askerî işler bu dairece yürütülmüş, serasker de Osmanlı kara kuvvetlerinin en büyük kumandanı olmuştur. 1835 yılından sonra rütbece şeyhülislâmlıkla, hatta zaman zaman sadrazamlıkla aynı seviyede tutulan seraskerliğin sadrazamlıkla birlikte aynı şahısta birleştiği de olmuştur.

Bâb-ı Seraskerî’nin bünyesinde zamanla bazı değişiklikler ve yenilikler yapılmıştır. Meselâ 1834’ten sonra kurulan redif* teşkilâtı Seraskerlik’e bağlanmış, 1837’de Serasker Kapısı’nda bir tercüme odası açılmıştır. Bâb-ı Seraskerî, Tanzimat’ın ilânından önce, nezâretlerin henüz kuruluş safhasında çoğu gayri müslimlerin nüfuslarına dair olan “nüfus jurnalleri” tanzimini de yürütmüştür. 1839’da Tanzimat’ın ilânından sonra Bâb-ı Seraskerî’nin önemi daha da artmış, hatta sadâretten sonra ikinci sırayı almıştır. Askerî alanda yapılan değişikliklere paralel olarak Serasker Kapısı’nda da yeni bürolar oluşturulmuş, doğrudan doğruya serasker paşaya bağlı olarak mektûbî, yoklama, jurnal, nizâmiye, muhabere, rûznâmçe ve vezne gibi kalemler teşkil edilmiştir. 1845 yılında zaptiye müşirliğinin kuruluşuna kadar İstanbul’da zâbıta işlerini de Seraskerlik yürütmüştür. II. Abdülhamid’in tahta çıktığı yıllarda Bâb-ı Seraskerî’de serasker paşanın maiyetinde bir müsteşar, bir mektupçu, bir nizâmiye muhasebecisi ile bir hassa muhasebecisi bulunmaktaydı. Bu kalemler zamanla ya genişletilerek bağımsız bir hale getirilmiş veya tamamen lağvedilmiştir. 1879’da Bâb-ı Seraskerî Harbiye Nezâreti’ne dönüştürülmüşse de 1884’te tekrar eski şekline çevrilmiştir.

II. Meşrutiyet’in ilânı arefesinde Harbiye Nezâreti’nin kesin olarak kurulmasıyla bütün askerî işler bu nâzırlığa bağlanmış ve bu durum Cumhuriyet’in ilânına kadar devam etmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, HH, nr. 50.912, 51.034, 51.356, 51.533; Lutfî, Târih, I, 192; Mecelle-i Umûr-ı Belediyye, I, 926-933; Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları, I, 582, 672-674; Pakalın, I, 142; Karal, Osmanlı Tarihi, V, 151; VI, 115-116; VII, 141-142; VIII, 352-353; Halim Alyot, Türkiye’de Zâbıta, Ankara 1947, s. 70; Sertoğlu, Tarih Lügatı, s. 311-312; B. Lewis, “Bāb-ı Seraskeri”, EI² (İng.), I, 838; a.mlf., “Bâb-ı SerǾaskerî”, UDMİ, III, 794.

Abdülkadir Özcan




MİMARİ. Bugün İstanbul Üniversitesi merkez binasının giriş kapısı olan bu âbidevî kapı, güney (dış) tarafındaki yazıda belirtildiği üzere Dâire-i Umûr-ı Askeriyye girişi idi. Kesme köfeki taşı kaplamalı ve iki tarafından dendanlı kulelerle sınırlandırılmış olan üçlü bir giriş takı biçiminde inşa edilmiştir. Ortada geniş ve yüksek, hafif at nalı bir kemer ve iki yanında sütun demetlerine oturtulmuş daha alçak ve dar iki kemer vardır. Yanlardaki kuleler iki katlı olup üst katlara girişler arka taraftaki kapılarla sağlanır. Dış cephede “T.C.” harflerinin bulunduğu oval madalyonda daha önce Sultan Abdülaziz’in tuğrası bulunmaktaydı. Günümüzde ilâve edilmiş “İstanbul Üniversitesi” yazısının altında üçlü bir düzenleme ile Şefik Bey hattı, celîsülüs kitâbe bulunur. Ortasında diğerlerine göre daha irice “Dâire-i Umûr-ı Askeriyye” yazısı, bunun sağında Fetih sûresinin birinci âyeti ( اِنّا فتحنا لك فتحاً مبيناً “Biz sana apaçık bir fetih yolu açtık”), solunda ise aynı sûrenin üçüncü âyeti ( وينصرَك اللهُ نصراً عزيزاً “Seni kıymetli bir zaferle destekledik”) yazılıdır. Altında ise Şefik Bey’in imzası ile 1282 (1865) tarihi yer alır.

Yeşil zemin üzerine altın varakla yazılmış bu kitâbe düzeni kapının iç tarafında da yer almakta, ancak burada Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin hattıyla tarih beyti, “Askere Nüzhet kulu tebşîr eder târîhini / Lutf-i Şâh Abdülazîz açtı der-i nasr-ı azîz” olan manzume bulunmaktadır. Bu âbidevî kapının iki yanında ve eşit uzaklıkta iki de köşk yer almaktadır. Bunlardan batıdaki köşk, eskiden rektörlük ve senato binası olan, günümüzde ise Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü olarak hizmet veren Biniş Dairesi, bunun karşılığında yer alan doğudaki ise Şehzadeler Dairesi idi. İkişer katlı ve üst katları itibariyle revaklı girişlerle eyvanlı-köşe odalı eski Türk sivil mimarisine ait plan düzenini tekrarlayan bu köşklerin bahçe tarafında mermer basamaklar ortasında biniş platformları dikkati çeker.

Türk neo-klasik mimarisinde geniş yer bulan iç süslemelerde de varak yaldız kullanılmış ve özellikle orta tavanlarda manzara resimleri yer almıştır. Bugün mevcut avizelerin bir kısmı da o dönemden kalmadır.

Bâb-ı Seraskerî olarak tanınan bütün bu yapılar, Seraskerlik Dairesi’nin Sultan Abdülaziz zamanında neo-rönesans üslûbunda yapılmış ana binasının girişini meydana getirmektedir. Mühendishâne’den yetişme Ali Paşa tarafından yapılan ve bina eminliğini Altunîzâde İsmâil Zühdü Paşa’nın yürüttüğü bu büyük binanın girişindeki âbidevî kapı ve yan köşklerin mimarı olarak da Fransız asıllı Bourgeois’nın adı geçmektedir. Nitekim İstanbul Arkeoloji müzelerinin ilk


müdürlerinden Dr. A. Dethier’nin yazılarında mimarının Bourgeois olduğu belirtilir. Neo-klasik-Mağrib üslûpları karışımı karma (eklektik) bir dış görünüşe sahip olan bu kapı ve köşk kompozisyonu, yan köşklerin planı ve düzeni açısından klasik ve klasik öncesi Türk mimarisinin izlerini taşımaları bakımından ayrıca dikkat çekicidir. Bu dönemlerde Batı etkilerini dış mimaride en çok gösteren yapılardan Dolmabahçe Sarayı’nda ve özellikle harem bölümünde de böyle bir durumla karşılaşılmaktadır.

Fâtih’in İstanbul’da yaptırdığı Sarây-ı Atîk’in (Eski Saray) arazisinde bulunan Seraskerlik Dairesi’nin ilk çekirdeği, II. Sultan Mahmud’un 1251’de (1836) Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye’nin yönetildiği bir kışla inşa ettirmesiyle ilgilidir. Sarayın kalıntıları bu maksatla yıktırılmıştır. Bugün üniversite bahçesinin Süleymaniye Camii tarafına bakan kuzey kısmında, Beyazıt Meydanı’na açılan kapının genel hatlarını taşıyan, fakat daha sade ve ampir üslûba yakın bir âbidevî kapı daha vardır. Orta kısmında dik bir rampa ile iç kısma geçilen bu kapının üstünde, eskiden Sarı Kışla adıyla bilinen ve bir zamanlar Yüksek Öğretmen Okulu ile Halkevi Talebe Yurdu’nun barındığı iki katlı geniş kışla binası vardı. Bina tamamen yıkılmış olmakla birlikte Süleymaniye yönündeki kapı bakıma muhtaç durumda ayaktadır. Kuruluşu Sultan II. Mahmud devrine inen ilk Bâb-ı Seraskerî’nin bu kuzeydeki âbidevî kapı olduğunu düşünmek için yeterli bilgi olmasına rağmen üzerinde hiçbir kitâbe veya tuğra tesbit edilememiştir. Beyazıt Meydanı’ndaki âbidevî kapı ile gerideki üç katlı Seraskerlik binası arasındaki alan, eski resim ve kartpostallarda da görüldüğü gibi tâlim alanı olduğundan ağaçsızdı. Ağaçlandırma Dârülfünun emini olduğu yıllarda İsmayıl Hakkı Bey (Baltacıoğlu) tarafından başlatılmıştır. Bâb-ı Seraskerî 1988 yılında dış cepheleri temizlenerek onarım geçirmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Semavi Eyice, “İstanbul Arkeoloji Müzelerinin İlk Müdürlerinden Dr. Ph. Anton Dethier Hakkında Notlar”, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Yıllığı, İstanbul 1960, s. 47; Oktay Aslanapa, “İstanbul Dârülfünûn ve Üniversite Binaları Tarihçesi”, İstanbul Üniversitesi, İstanbul 1983, I, 38-47; a.mlf., “İstanbul Dârülfünûn ve Üniversite Binaları Tarihçesi”, İstanbul Üniversitesi Bülteni, sy. 13, İstanbul 1980, s. 32-37; Nurhan Atasoy, Üniversite Giriş Kapısı İçin Rapor, İstanbul 1989; Cahit Kayra, İstanbul: Mekânlar ve Zamanlar, İstanbul 1990, s. 61-62; Hamid Küçükbatır, “Altunîzâde, İsmâil Zühdü Paşa”, DİA, II, 545.

Ara Altun