BECE

البجة

Nil nehri ile Kızıldeniz arasında yaşayan göçebe Hâmî kabilelere verilen ad.

Kinâ-Kusayr, Atbara ve Eritre-Sudan sınırındaki tepelerin oluşturduğu bir üçgen içinde yaşayan Bece (Beca) kabilelerinin menşeleri kesin olarak bilinmemektedir. İslâm’dan önceki dönemlere ait kitâbelerden, Hâmî dilini konuşan grupların çok eski zamandan beri bu bölgede yaşadıkları anlaşılmaktadır. Bölgenin zengin ve değerli maden yataklarına sahip olması ve Kızıldeniz’e geçmek isteyen kervanlar için bir geçiş bölgesi olması Beceliler’in eski Mısır, Yunan ve Romalılar’la münasebet kurmalarını sağlamıştır. İslâm coğrafyacılarından Ya‘kubî bu bölgede hüküm süren altı Bece krallığından bahseder ve hâkimiyet sahaları hakkında bilgi verir.

Beceliler müslümanlarla ilk defa Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh’in 651’de Nûbe’den (Nübye) dönüşü sırasında karşılaştılar. Fakat Abdullah b. Sa‘d putperest oldukları için onlara önem vermemişti. Müslüman Araplar’la Beceliler arasındaki ilk antlaşma, Emevî Halifesi Hişâm b. Abdülmelik devrinde (724-743) Ubeydullah b. Habhâb tarafından yapıldı. Bu antlaşmayla Beceliler’in İslâm ülkeleriyle ticarî münasebetleri düzenleniyor ve müslüman halk Beceliler’in çapulculuklarına karşı koruma altına alınıyordu. Beceliler’in ülkesindeki zengin altın, gümüş, bakır ve demir yatakları müslümanların dikkatini çekti. Rebîa ile Cüheyne kabileleri Vâdilallâkî ve Kıft çölünde altın ve zümrüt aramak için Bece topraklarına girdiler ve onlarla kaynaşarak bölgeye yerleştiler. Ortaçağ’da Beceliler’in bilinen iki büyük kolu Hadârib ve Zenâficler’di. Kuzeyde hâkim olan Hadâribler’in İslâmiyet’ten önce Hadramut’tan buraya göç eden bir kabilenin soyundan geldikleri tahmin edilmektedir. Hadârib kabilesi diğerlerine göre daha erken tarihlerde müslüman olmuştu.

Beceliler’in müslümanlarla yaptıkları antlaşmayı ihlâl ederek Yukarı Mısır’da yağma ve çapulculuk yapmaları, müslümanların Bece topraklarına bir sefer düzenlemelerine yol açtı. Halife Me’mûn, Abdullah b. Cehm’i bir orduyla Beceliler’in üzerine gönderdi. Yapılan savaşta Beceliler’in reisi Kenûn b. Abdülazîz mağlûp oldu ve halifenin hâkimiyetini tanımak zorunda kaldı. 18 Nisan 831’de yapılan antlaşmaya göre Beceliler ülkelerindeki camilere dokunmayacaklar, müslüman tüccar ve hacılar güvenlik içinde seyahat edebilecek ve âmil*ler haraç toplamak için bölgeye girebileceklerdi.

Daha sonraki yıllarda Beceliler’in ödemeleri gereken haracı ödememeleri ve maden ocaklarında çalışan müslümanları öldürmeleri, Halife Mütevekkil-Alellah’ı onlara karşı tedbir almaya sevketti. Halife Mütevekkil, Muhammed b. Abdullah el-Kummî’yi onlara karşı sefer yapmakla görevlendirdi. Mısır âmili Anbese b. İshak ed-Dabbî’ye de ona yardımcı olmasını emretti. Beceliler’in ülkesindeki madenlerde çalışan müslümanların ve gönüllülerin de iştirakiyle 20.000 kişilik bir ordu meydana getirildi. Yapılan savaş sonunda müslümanlar Beceliler’i mağlûp ettiler. Reisleri Ali Bâbâ eman diledi ve gecikmiş olan dört yılın haracını da ödedi (241/855-56).

Beceliler birkaç yıl sonra Fustat’a saldırıp yağma ve katliama giriştiler. Bunun üzerine Ebû Abdurrahman el-Ömerî, Rebîa, Cüheyne ve diğer Arap kabilelerinin desteğini sağlayarak Beceliler’e ağır bir darbe indirdi; reislerini öldürüp onları cizye ödemeye mecbur etti (255/868-69). Ömerî’nin ölümünden sonra Hadârib kabilesiyle akrabalık kuran Rebîa kabilesi bütün bölgeye hâkim oldu. Tarihçi Mes‘ûdî 332’de (943-44) Rebîa kabilesi reisi Bişr b. Mervân b. İshak’ın bütün madenlere sahip olduğunu ve emrinde 3000 Arap ve 30.000 Beceli asker bulunduğunu bildirir.

XIV. yüzyılda altın madeni işletilmez oldu; Kızıldeniz kıyısındaki Ayzâb Limanı da önemini kaybetmekteydi. Bu ekonomik sebepler yüzünden Hadârib kabilesi güneye doğru göç etti. Arap kabilelerinin Nil’in yukarısında yayılması ve 1504’te müslüman Func Sultanlığı’nın kurulması Bece kabilelerinin genel olarak İslâmiyet’i kabulü ile sonuçlandı. Func Sultanlığı Bece’nin bir kolu olan Benî Âmir tarafından da tanındı.

XVI. yüzyılda Bece’nin belli başlı kolları olan Abâbde, Bişârîn, Ummarâr, Hadenduva belirgin bir şekilde kuvvetlendiler. 1517’de Osmanlılar bölgeye hâkim oldular.

XVIII. yüzyılda Ummarâr batıya, Hadenduva ise Kaş’a doğru yayıldı. Kızıldeniz kıyısındaki Sevâkin (Suakin) bölgenin belli başlı limanı oldu ve Bece arazisini geçen çeşitli yollarla Sudan Nili’ne bağlandı. XIX. yüzyılda hâkimiyet Hadârib kabilesine geçti. Bu arada Bece kabilelerini bir araya getirmek için yapılan


gayretler de sonuç vermedi, ancak 1840’ta Keselâ’da (Kassala) bir idarî merkez kuruldu. Kaş ve Baraka deltalarında pamuk ziraatini geliştirme teşebbüslerine girişildi. Ancak bu huzur ve refah dönemi Mehdîlik hareketiyle sekteye uğratıldı.

1881’de Muhammed Ahmed el-Mehdî’nin Sudan’da başlattığı Mehdîlik hareketi bazı Bece kabileleri, özellikle Hadenduva tarafından desteklendi. Bunun yanında Bişârîn ve Ummarâr İngiliz-Mısır kuvvetleriyle ittifak yaptı. Mehdî’nin kumandanlarından Beceli Osman b. Ebû Bekir Dikne 1883’te Sevâkin-Berber yolunu kesti ve Sevâkin’i tehdit etti. 1885’te İngiliz-Mısır kuvvetlerine karşı önemli başarılar kazandı. Ancak 1891’de aynı kuvvetler Osman Dikne’nin Tukar’daki karargâhını zaptedip bu harekete ağır bir darbe indirdiler.

Beceliler’in ülkesi 1899-1956 yılları arasında önemli gelişmelere sahne oldu. Kabile teşkilâtının yeniden kurulması, güvenliğin sağlanması, okul ve hastahanelerin açılması, dış dünya ile münasebetlerin artması, Sudan Limanı’nın yapılması, sahil ve Keselâ’yı Nil vadisine bağlayan demiryolunun işletmeye açılması gibi önemli işler bu dönemde gerçekleştirildi. Bu gelişmelere paralel olarak Beceliler’in eski hayat tarzları da yavaş yavaş değişti. Büyük çoğunlukla yerleşik hayata geçmeleri Beceliler’i Sudan’ın siyasî hayatında daha nüfuzlu bir hale getirdi. 1965’te Sudan parlamentosunda on üyelik kazandıkları seçimlerden sonra bağımsızlık gayesiyle harekete geçtiler.

Bugün Sudan’ın doğusunda ve Eritre yöresinde yaşayan Beceliler’in sayısı tahminen 1.5 milyon civarında olup Sudan nüfusunun % 6’sını teşkil etmektedirler.

BİBLİYOGRAFYA:

Ya‘kūbî, Târîh, I, 192-194; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), IX, 203-206; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-zeheb (Abdülhamîd), II, 18-23; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VII, 77-79, 264; İbn Haldûn, el-Ǿİber, III, 277; Makrîzî, el-Hıtat, I, 194-197; el-Kāmûsü’l-İslâmî, I, 274-275, 318; V, 49-50; Mekkî Şübeyke, es-Sûdân Ǿâbre’l-kurûn, Kahire 1964, s. 20-22; Edward Ullendorff, The Ethiopians, Oxford 1973, s. 32-38, 56-57; P. M. Holt - M. W. Daly, A History of the Sudan, London 1988, s. 7-8, 16-17, 93, 105; “Beja”, The Illustrated Encyclopedia of Mankind, London 1978, II, 203-205; Frederick C. Gamst, “Beja”, Muslim Peoples, I, 130-137; The Cambridge Encyclopedia of Africa (nşr. Roland Oliver), New York 1984, s. 75, 79; K. Vollers, “Ababde”, İA, I, 2-3; C. H. Becker, “Bece”, a.e., II, 431-432; R. Hartmann, “Bişârîn”, a.e., II, 651; S. Hillelson, “ǾAbābda”, EI² (İng.), I, 1-2; P. M. Holt, “Bedja”, a.e., I, 1157-1158; a.mlf., “Bishārın”, a.e., I, 1239-1240.

Abdülkerim Özaydın