BEDÛH

بدوح

Eskiden kullanılan bir tılsım.

Türkçe’de bedûh şeklinde kullanılan kelimenin Arapça ve Farsça telaffuzu budûh olup kök ve anlamı üzerinde birtakım ihtilâflar vardır. Bazı Türkçe ve Farsça lugatlarda hiçbir mesnedi olmaksızın kelimenin aslının Arapça, diğer bazılarında ise İbrânîce olduğu ileri sürülmektedir. Bu terimi almayan eski Arapça lugatların aksine sonrakilerde “bdh” kökünden gelip “hanımların nazik bir şekilde yürüyüşü” anlamını taşıyan budûh masdarı bulunmaktaysa da (meselâ bk. Tâcü’l-Ǿarûs, “bdh” md.) Türkçe ve Farsça lugatlarda ileri sürülen “esmâ-i hüsnâdan vedûd vezninde veya anlamında bir isim”, “mektup ve havaleleri yerine ulaştırmakla görevli bir melek veya ilâh adı”, “Hintli ve Çinliler’in tanrısı Buda’nın (Buddha) adından bozma bir terim” mânalarını taşıyan herhangi bir kelimeye rastlanmamaktadır. Arap edebiyatçısı Mîhâîl es-Sabbâğ’ın ileri sürdüğü, her türlü yazışma ve nakliyatı güven içinde gerçekleşen dindar ve güvenilir bir Hicazlı tâcirin ismi olduğu yolundaki iddianın da hiçbir dayanağı yoktur (bk. de Sacy, III, 349). Bazı eserlerde görülen bedûhun esmâ-i hüsnâdan bir isim olduğu iddiası bu tılsıma ehemmiyet ve kutsiyet kazandırma gayretiyle izah edilebilir. Zira bu isim Kitâb-ı Mukaddes ve Kur’ân-ı Kerîm’de geçmediği gibi Allah’ın isimlerinin zikredildiği hiçbir hadiste de yer almamaktadır. Her kültürde gizli ilimlerle ilgilenen kişilerin büyü, tılsım ve muska yapımında kullanmak üzere anlamı belirsiz birtakım garip kelimeler seçtikleri ve muhtemelen yaptıklarına kutsiyet atfetmek veya muhataplarına itimat telkin etmek için bunların tanrı ismi olduğunu ileri sürdükleri görülmektedir. Meselâ hıristiyanların bedûhun tam karşılığı olarak kullandığı abracadabra ve abraxas (abrasax) kelimeleri bunlardandır (bk. TA, I, 85, 86).

Aslında hiçbir anlamı bulunmayan bedûh (بدوح) kelimesi, şekil 1’deki üçlü vefk*in (el-vefku’l-harfî) dört köşesindeki harflerin soldan sağa dizilmesinden oluşmaktadır. Bu vefkin aslı ise şekil 2’deki sayılarla ilgili vefk (el-vefku’l-adedî) olup her rakamı şekil 1’deki harflerin ebced hesabındaki karşılıklarını vermektedir. Gazzâlî’den sonraki İslâmî literatüre hâkim olan inanışa göre bu vefk ile Hz. Âdem arasında bir münasebet bulunmakta, ayrıca bu vefkin Hz. Süleyman’ın (m.ö. X. yüzyıl) mührü olduğu ileri sürülmektedir. Buna delil olarak da Âdem (آدم) ismindeki harflerle bu vefkte yer alan bütün rakamların ebced değerlerinin toplamının birbirine eşit olduğu (45=45) ve aynı eşitliğin Hz. Âdem’den yaratıldığı için onun bir parçası sayılan Havvâ’nın (حوّاء) adıyla bu vefkin cüzlerini teşkil eden her bir sıra, sütun veya köşegenler üzerindeki sayılar için de geçerli olduğu (15=15) ileri sürülmektedir. Ancak bu vefkin Hz. Süleyman’ın mührü olduğuna dair herhangi bir delil gösterilememektedir. Aksine mühr-i Süleyman, yahudi tılsım ve muskalarında rastlandığı ve İslâmî sanatlarda da benimsendiği üzere iç içe geçmiş iki eşkenar üçgenden oluşan altı köşeli bir yıldız iken elden ele dolaşarak Tyanalı Apollonios gibi bazı Yunan filozoflarına ve nihayet Belhli bir ihtiyardan Gazzâlî’ye geçtiği ileri sürülen mührün üçgen (bk. şekil 3), daha sonra “vefku’l-Gazzâlî”, “müsellesü’l-Gazzâlî”, “hâtemü’l-Gazzâlî”, “cedvelü’l-Gazzâlî” gibi isimlerle şöhret bulan vefkin ise kare şeklinde olduğu bilinmektedir.

Bu vefk İslâmî literatürde ilk defa, gizli ilimlerle ilgili Yunan kaynaklarından faydalanarak çeşitli eserler veren Câbir b. Hayyân (ö. 200/815) tarafından Kitâbü’l-Mevâzîn’de kullanılmış ve Tyanalı Apollonios’a atfedilerek bunun doğumu kolaylaştırıcı bir tılsım olduğu ileri sürülmüştür. Bununla birlikte Çin edebiyatında lō-şū adıyla anılan ve ilk defa İmparator Yü (m.ö. XXII. yüzyıl) tarafından Huang-Ho nehrinden çıkan bir kaplumbağanın sırtında görüldüğü rivayet edilen bu vefkin çeşitli kültürlerde çok eski devirlerden beri bilindiği anlaşılmaktadır. Ancak müslümanlar arasında gerek yazılı gerekse sözlü tatbikatta maksada uygun bazı âyetlerin veya duaların ilâvesiyle bu tılsıma İslâmî bir renk vermeye çaba harcanmıştır. Buna göre Gazzâlî’ye aidiyetinde şüphe bulunan Vefku Zühal isimli eserin şerhlerinde yer alan, Gazzâlî’nin Hz. Süleyman’ın kayıp mührünü (!) Meryem ve Şûrâ sûrelerinin başındaki (كهيعص) ve (حم عسق) harflerinden ilham alarak bulup çıkardığı veya Belhli bir ihtiyardan elde ettiği iddiasının bu vefke daha büyük bir önem ve meşrûluk kazandırma amacına yönelik olduğu söylenebilir. Macdonald’ın, konuyla ilgili en eski Arap kaynaklarından Bûnî’nin (ö. 622/1225) Şemsü’l-maǾârifi’l-kübrâ’sında önemli bir yer tutmayan bu tılsımın Gazzâlî tarafından el-Münkız mine’d-dalâl’de “güç meselelerin hallinde emin bir metot” olarak gösterilmesinden sonra yaygın bir şekilde kullanılmaya başladığını ileri sürmesi şaşırtıcıdır. Çünkü Gazzâlî Bûnî’den önce yaşadığı gibi söz konusu eserinde de bu tılsımı övücü herhangi bir ifade kullanmamış, aksine aklın kavrayamadığı bazı garip şeylerle ilgili örnekleri verirken önceki kaynaklarda doğumu kolaylaştırmada etkili bir metot olarak gösterildiğini söylediği bu vefkten de sadece birkaç satırla bahsetmiştir (bk. el-Münkız mine’d-dalâl, s. 85). Bûnî’nin Gazzâlî’yi zikretmeksizin bundan “vefku Azrâîl” adıyla bahsetmesi ise (Şemsü’l-maǾârifi’l-kübrâ, I, 35) vefkin Gazzâlî’ye atfen şöhret bulmasının daha sonraki dönemlerde gerçekleştiğini göstermektedir. İlgili literatürde bedûh ile Zühal (Satürn) gezegeni arasında da iki açıdan ilişki kurulmaktadır. Birincisi, Zühal (زحل) kelimesinin ebced değeri ile bu vefkteki bütün rakamların toplamı birbirine eşittir (45=45). İkincisi, eski astrolojiye göre Zühal soğuk, kuru ve hızlı bir gezegendir; buna göre Câlînûs’un her türlü hastalığın zıt özelliklere sahip maddelerle tedavi edilebileceği teorisine uygun olarak enflamatik (sulu, iltihaplı, ateşli) hastalıkların tedavisi, mahkûm ve esirlerin kolay kaçabilmesi, doğumun çabuklaştırılması gibi maksatlar için bu vefk kullanılmalıdır.

Bedûhun köşelerindeki dört rakam (٢ ٤ ٦ ٨) veya harfe (ب د و ح) “müzevvecât” (çiftler), diğer beşine ise (١ ٧ ٥ ٣ ٩=ا ج ه ز ط) “müfredât” (tekler) denilmektedir. Eğer yapılacak tılsım hayra yönelikse müzevvecât, şerre yönelikse müfredât, eğer hem hayrın hem şerrin


temini isteniyorsa vefkin tamamı kullanılır. Çeşitli ihtiyaçların temini için hazırlanan tılsım ve muskalarda sık sık kullanıldığı görülen bedûh lafzının veya onu oluşturan harflerle sayısal değerlerinin yahut da ismini aldığı üçlü vefkin maksada göre belirli sayılarda okunması veya çeşitli şekillerde çizilmesi tavsiye edilir (bk. şekil 4-9). Ancak bir müslümanın bu ilimlerle uğraşabilmesi için uzmanlık kazanması ve bu bilgileri kötüye kullanmaması için de başta şeriata bağlılık olmak üzere yirmi müsbet özelliğe sahip bulunması şart koşulmaktadır.

Kaynaklarda bu tılsımın başlıca şu amaçlarla kullanıldığı belirtilmektedir: Sihir ve büyünün bozulması; iki kişi arasında aşk ve muhabbet sağlanması; eşler arasında sıcak bir alâka kurulması veya birbirlerinden soğutulması; evde kalmış kızların kısmetlerinin açılması; sevgililerin veya hasreti çekilen kişilerin rüyada görülmesi; çocukların sebebi belirsiz korku ve ağlamalarının önlenmesi; karın ağrısı, baş ağrısı, humma, sara gibi çeşitli hastalıkların tedavisi; her türlü şeyin kaybolmak ya da çalınmaktan muhafazası; kaçak kimselerin, kayıp veya çalıntı şeylerin bulunması; hırsızın yakalanması; vahşi ve zehirli hayvanların, çeşitli haşeratın, düşmanın, eşkiyanın, zalim devlet adamlarının şerrinden emin olunması; kara ve deniz avının, ziraatın, ticaretin bereketlendirilmesi; yolcunun yorulmaması, deniz ve kara kazalarına mâruz kalmaması. Bu tılsım uygulamada ya sözlü veya yazılı olarak kullanılmıştır. Yazılı olanı maksada göre kâğıt, bez ve deri parçaları, ziynet eşyaları, çeşitli taş ya da madenler, kılıç, hançer, ok, bıçak, iğne, kâse, kilit gibi âletler, meyve, yumurta ve benzeri yiyecekler, tırnak, parmak, el ayası, alın, gözkapağı vb. organlar olmak üzere çok çeşitli şeylerin üzerine tükrük, zift, katran, kan vb. ile yazılmak suretiyle yapılır. Nihayet bu tılsımlı maddeler ya muska yapılarak ilgili kişiye verilir veya su, gülsuyu, yağmur suyu, misk, za‘feran gibi maddelerle yıkanarak bu su muhataba içirilir ya da ateşe atmak, gömmek, tütsü yapmak suretiyle imha edilir. Halk arasında ise koruyucu gücüne inanılan بدوحkelimesi veya onun ebced karşılığı olan ٢ ٤ ٦ ٨ rakamları, adreslerine güvenle ve çabuk ulaşmalarını temin için mektup ve benzeri şeylerin üzerine yazılagelmiştir.

Bedûh gerek aşk büyüsü yapımında kullanılması, gerekse mektuplar üzerine bir emniyet unsuru olarak yazılmasından dolayı şiirlere de girmiştir. Divan edebiyatının vazgeçilmez ana teması olan âşık-mâşuk arasındaki ilgiyi kurmak veya arttırmak için yahut da iki sevgili arasındaki haberleşmeyi temin için bedûhtan bahsedildiği görülmektedir. İffet’in, “Yazılsam arz-ı hâl-i dilberân üzre bedûh olsam” mısraı, “Sevgiliye takdim edilen arzuhalin üzerine yazılan bedûh gibi onun eline ulaşsam” mânasıyla bu ikinci anlayışa örnektir. Sünbülzâde Vehbî’nin Arapça-Türkçe manzum bir lugat olan Nuhbe-i Vehbî’sindeki, “Ba‘zılar nâm-ı Hudâ dedi bedûh/Yürümek tarz-ı nezâketle büdûh” beyti ise bedûhun XVIII. yüzyılda bilinmesi gereken bir kelime olarak çocuklara öğretildiğini göstermesi ve meşhur iki mânasını vermesi bakımından dikkat çekicidir. Ayrıca bir vefk olarak kullanıldığı zaman Türkçe, Farsça, Arapça veya her üç dilde karışık (mülemma‘) manzum ibareler halinde yazıldığı veya söylendiği de görülmektedir. “Yâ bedûh yâ bedûh yâ bedûh / Ellif beyne’r-rûhi ve’r-rûh / Bi-hakki’l-kalemi ve’l-levh / Ve Âdem ü Havvâ ve Nûh” şeklindeki tekerleme bunlardan biridir.

Gizli ilimlerle uğraşan kişiler yanında bazı İslâm âlimleri ve müslüman halk tarafından da çeşitli maksatlar için kullanıldığı görülen bu tılsımın yukarıdaki değerlendirmeler ışığında İslâmî temeli olmadığı anlaşılmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Ahterî-i Kebîr, “bedûĥ” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “bdĥ” md.; Mehmed Salâhî, Kāmûs-ı Osmânî, “bedûĥ” md.; Kāmûs-ı Türkî, “bedûĥ” md.; Türk Lugatı, “bedûĥ” md.; Dihhudâ, Luġatnâme, “budûĥ” md.; Blachère, Dictionnaire Arabe-Français-Anglais, Paris 1967, I, 428-429; Dozy, Supplément aux dictionnaires Arabes, Beyrut 1968, I, 59-60; Gazzâlî, el-Münķıź mine’đ-đalâl, Beyrut 1408/1987, s. 85; Ahmed b. Ali el-Bûnî, Şemsü’l-maǾârifi’l-kübrâ, Beyrut, ts. (el-Mektebetü’s-Sekafiyye), I, 35; İbn Binti Ebû Saîd, Müstevcibü’l-meĥâmid fî Şerĥi Ħâtemi Ebî Ĥâmid, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 5389, vr. 109b-145b; Abdurrahman b. Muhammed el-Bistâmî, Şemsü’l-âfâķ fî Ǿilmi’l-ĥurûf ve’l-evfâķ, Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2807, vr. 74ª-75b, 112b, 121ª-b, 123ª, 196b, 240b, 248b, 250b, 253b; Deyrebî, Mücerrebâtü’d-Deyrebiyyi’l-kebîr, Kahire 1379, s. 109; Demenhûrî, Ǿİķdü’l-ferâǿid fî mâ li’l-müŝelleŝ mine’l-fevâǿid, Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr. 825, vr. 73b-110b; a.mlf., Şifâǿü’ž-žamân bi-sırrı ķalbi’l-Ķurǿân, Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr. 825, vr. 48ª-b; de Sacy, Chrestomathie Arabe, Paris 1806, III, 279, 349-350; Yûsuf Muhammed el-Hindî, el-Cevherü’l-ġālî fî ħavâśśi’l-müŝelleŝ li’l-Ġazzâlî, Kahire, ts. (Mektebetü’ş-Şeyh Abdülmün‘im es-Sabrî el-Kütübî), s. 10-38, 44-52; Levend, Divan Edebiyatı, s. 226-228; Muharrem Mercanlıgil, Ebced Hesabı, Ankara 1960, s. 30-31; W. Ahrens, “Studien über die «magischen Quadrate» der Araber”, Isl., VII (1917), s. 186-250; a.mlf., “Die «magischen Quadrate» al-Būnī’s”, a.e., XII (1922), s. 157-164; A. Ittig, “A Talismanic Bowl”, Alsl., XVIII (1982), s. 88-90; Pakalın, “Beduh”, I, 193-195; TA, I, 85, 86; VI, 8-9; D. B. Macdonald, “Bedûh”, İA, II, 447-449; a.mlf., “Budûĥ”, UDMİ, IV, 178-180; a.mlf., “Budûĥ”, EI² Suppl. (İng.), s. 153-154; J. Ruska, “Vefk”, İA, XIII, 256-258; “Beduh”, SA, I, 202-203; W. Crooke, “Charms and Amulets (Indian)”, ERE, III, 445; TDEA, I, 374.

Cengiz Kallek