BESMELE

البسملة

“Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla” anlamına gelen “Bismillâhirrahmânirrahîm” cümlesinin adı.

Arapça’da besmele menhût bir isim veya masdardır (bk. NAHT). “Allah’ın adını anmak” anlamındaki tesmiye de besmele yerine kullanılır. Türkçe’de “besmele çekmek”, “bismillâh demek” deyimleri besmeleyi okumak anlamına gelir. “Eûzü besmele” ise, “Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım” anlamındaki “eûzü billâhi mineşşeytânirracîm” cümlesiyle besmelenin ortak adıdır.

Çeşitli dinlerde besmeleye tekabül eden kelime ve tabirler vardır. Hinduizm’de “om” lafzı bir tür besmele gibi kullanılmıştır. Bu lafız önceleri tanrı Brahma’nın bir sembolü iken sonraları Brahma, Vişnu ve Şiva’yı ihtiva eden mistik bir tefekkür ve duyuş haline getirilmiş ve bir nevi besmele gibi kabul edilmiştir. Yahudilik’te tanrı adı olan Yahve kelimesinin boş yere ağıza alınması yasaklandığı için (Çıkış, 20/7; Tesniye, 33/5) besmele karşılığı olan “ba-şem Yahve” (Yahve’nin adıyla) ifadesi sadece “ba-şem” şeklinde kullanılmıştır. Eski Ahid’de yer alan, “Rabbin ismiyle onları kıracağım” (Mezmurlar, 118/11, 12) ve “Rabbin ismiyle gelen mübarek olsun” (Mezmurlar, 118/26) tarzındaki ifadeler de besmeleyi andırmaktadır. Hıristiyanlık’ta ise besmeleye karşılık olabilecek ifade “baba, oğul ve kutsal ruh adıyla” cümlesidir ki bütün dinî davranışların vazgeçilmez temel unsuru kabul edilmiştir. Nitekim İncil’in telakkisine göre Hz. Îsâ havârilerini “baba, oğul ve kutsal ruh adına” milletleri vaftiz etmekle görevlendirmiştir (Matta, 28/19). Hıristiyanlar Hz. Îsâ’yı da ilâh kabul ettikleri için teslis formülü yerine sadece “Rab Îsâ’nın adıyla” ifadesini de kullanmaktadırlar.


İslâm’dan önce Araplar işlerine bazan “bismi’l-Lât ve’l-Uzzâ” diye putlarının adıyla, bazan da “bismikellāhümme” diye başlarlardı. Bu âdet Şa‘bî ve A‘meş’in rivayetlerine göre İslâmiyet’in ilk yıllarında da devam etmiştir. Neml sûresindeki besmele âyeti (27/30) nâzil olduktan sonra besmele son şeklini almış, Hz. Peygamber hayatının sonuna kadar hep bu ibareyi kullanmış, besmelenin yazıldığı ilk satıra başka hiçbir şeyin yazılmamasını da emretmiştir (Kurtubî, I, 92; Kalkaşendî, VI, 211-215).

İslâm’da gerek dünya gerek âhiretle ilgili olsun her önemli ve meşrû işe besmele ile başlamak tavsiye edilmiştir. Hz. Peygamber bir hadisinde, “Besmele ile başlanmayan her iş bereketsiz ve güdüktür” (Aclûnî, II, 174) buyurmuştur. Onun birçok iş münasebetiyle besmele çektiği ve besmeleyi tavsiye ettiği hadis kitaplarında rivayet edilmiştir (meselâ bk. Wensinck, MuǾcem, “ism” md.). Ayrıca belli ibadetlerde ve hayvan kesimi sırasında besmele çekmenin gerekli olduğu da bilinmektedir. Bir müslüman herhangi bir işe başlamadan önce besmele çekmekle, “Nefsim veya başka bir varlık adına değil Allah adına, O’nun rızası için ve O’nun izniyle başlıyorum” demek ister; O’nun rahmân ve rahîm isimlerinin tecelli etmesini beklediğini, böylece hem dünya hem de âhiret saadeti dilediğini, giriştiği işe güç yetirebilmesi için gerekli olan kudretin yüce Allah tarafından ihsan edilmesini temenni ettiğini ve kendisinin devamlı olarak O’nun yardımına muhtaç olduğunu bildirmiş, böylece ezelî kudretin yardımını celbetmiş olur.

Kur’ân-ı Kerîm’in konusunun Allah ile âlem, özellikle de insanlık âlemi arasındaki münasebeti bildirmekten ibaret olduğunu söylemek mümkündür. Besmelenin başındaki “bâ” edatı (be harfi) bu münasebeti ortaya koymakta ve kulun yaratanından yardım isteyerek hep O’na bağlı kalışını ifade etmektedir. Arapça cümle yapısı itibariyle besmeleden önce “bâ”nın ilgili bulunduğu mahzuf bir fiil vardır. Bu besmele ile başlanacak herhangi bir fiildir: “Bismillâh diye başlıyorum”, “bismillâh diye kalkıyorum”, “bismillâh diye hayvan kesiyorum” gibi. Böylece ulûhiyyet ile ubûdiyyet arasında sevgiye dayalı olan derunî münasebeti ifade eden besmele İslâm’ın bir sembolü, her iyiliğin anahtarı ve Allah’ın kullarına bir ihsanıdır. Sûrelerin başında bulunan besmelelerin mahzuf fiilinin, Kur’ân-ı Kerîm’in ilk nâzil olan âyetinin ilk kelimesi “ikra”‘ (oku) olduğu kabul edilebilir (Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-menâr, I, 44). Besmelenin doğrudan doğruya “Allah” lafzıyla (bi’llâh “Allah ile başlıyorum”) değil de “isim” kelimesiyle başlamış olmasının hikmetleri üzerinde çeşitli yorumlar yapılmıştır (bk. Kuşeyrî, I, 44). Bunların en önemlisi besmele cümlesinin yemin cümlesinden ayrılma hikmetidir. Kur’an’ın ilk nâzil olan sûresi kabul edilen Alâk sûresi de aynı kompozisyona sahip olduğu gibi Cenâb-ı Hakk’ı niteleyip öven muhtelif âyetlerde de O’nun zâtına delâlet eden esmâ-i hüsnâ lafzından önce “isim” kelimesi yer almaktadır (meselâ bk. er-Rahmân 55/78; el-Vâkıa 56/96). Bu tür kullanımlarda isim ile müsemmânın (zât) aynı olduğu kabul edilmektedir (bk. İSİM-MÜSEMMÂ).

Neml sûresinin 30. âyetinde geçen besmelenin Kur’an’dan bir âyet olduğu kesindir. Bu hususta icmâ vardır. Ancak Tevbe sûresi istisna edilirse, Kur’an’daki sûre başlarında bulunan 113 besmelenin her birinin müstakil birer âyet olup olmadığı meselesi âlimler arasında ihtilâflı olup bu konudaki görüşleri dört grupta toplamak mümkündür. 1. Bu besmelelerden hiçbiri âyet değildir. İmam Mâlik ve Evzâî ile Hanefî ve Hanbelî mezheplerinin ilk dönem âlimleri bu görüştedir. 2. Her biri müstakil bir âyettir ve sûrelerin arasını ayırmak için nâzil olmuştur. Başında bulunduğu sûrenin bir cüzü de değildir. Bu görüş müteahhir Hanefî âlimlerine göre Ebû Hanîfe’ye ait olup Dâvûd ez-Zâhirî ve bir rivayete göre de Ahmed b. Hanbel aynı görüşü paylaşmışlardır. 3. Her biri başında bulunduğu sûreden bir âyettir. Şâfiî ve meşhur olan rivayete göre Ahmed b. Hanbel bu görüştedirler. İmâmiyye ve Zeydiyye mezheplerindeki anlayış da budur. 4. Yalnız Fâtiha sûresinin başındaki besmele bir âyet olup sûreye dahildir; diğerleri ise âyet değildir, “teberrüken” yazılmaktadır. Bu da Şâfiî’ye nisbet edilen bir başka görüştür (Cessâs, I, 7; Serahsî, I, 15-16; Kurtubî, I, 92).

Tevbe sûresi hariç diğer sûrelere besmele ile başlanacağı hususunda kıraat imamları arasında görüş birliği vardır. Bir sûreden diğerine geçişte besmelenin okunup okunmayacağı konusu ise tartışmalıdır. Abdullah b. Kesîr, Kālûn, Âsım b. Behdele, Ali b. Hamza el-Kisâî ve Ebû Ca‘fer el-Kārî, Enfâl ile Tevbe sûresinin arası istisna edilirse, kıraat esnasında iki sûre arasını -Mushaf’ın hattına ve sûrelerin başlarında yer alan


besmeleleri âyet kabul edenlerin görüşüne uyarak- besmele ile ayırmaktadırlar. Besmeleyi başında bulunduğu sûreden bir âyet kabul etmeyen Hamza b. Habîb ve ona tâbi olanlar ise Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını tek bir sûre gibi düşünerek sûrelerin arasını birleştirmişlerdir. Ne var ki bu ihtilâflar Kur’ân-ı Kerîm’in tertibine göre sûrelerin sırasıyla okunması halinde, yani bir sûrenin sonundan onu takip eden sûreye geçerken söz konusudur. Buna karşılık bir sûreden hemen kendisini takip eden sûreye değil de daha sonraki bir sûreye geçişte besmelenin okunacağı hususunda ihtilâf yoktur. Ayrıca bir sûreye ilk âyetinden değil de sonraki herhangi bir âyetinden başlanacaksa besmelenin okunması da terkedilmesi de câizdir. Besmelenin okunup okunmaması açısından Tevbe sûresinin ayrı bir özelliği vardır. Bazıları haram, bazıları da mekruh saymakla beraber bu sûreye besmele ile başlanamayacağı hususunda kıraat imamları arasında ittifak vardır. Ancak sûrenin herhangi bir âyetinden besmele ile başlamanın mekruh olduğunu söyleyenlere karşılık sünnet olduğunu ileri sürenler de olmuştur.

Besmelenin yerine göre farz, vâcip, sünnet, mendup, haram ve mekruh gibi hükümleri vardır. “Üzerlerine Allah’ın adı anılmayan hayvanların etinden yemeyin, çünkü bunu yapmak Allah’ın yolundan çıkmaktır” (el-En‘âm 6/121) meâlindeki âyet hayvan keserken, “yetiştirdiğiniz avcı hayvanların size tutuverdiklerinden de yeyin ve üzerine Allah’ın adını anın” (el-Mâide 5/4) meâlindeki âyet de av üzerine hayvanı gönderirken veya silâh kullanırken besmele çekmenin farz olduğunu göstermektedir (ayrıca bk. Buhârî, “Zebâǿih”, 1, 2, 9, 15; Müslim, “Sayd”, 3, 5; Dârimî, “Sayd”, 1). Mushaf yazarken Tevbe sûresi dışında kalan sûrelerin baş tarafına besmele yazmak da farz hükmündedir. Zira üzerinde sahâbenin icmâı olan Mushaf’ta bu şekilde yazılmıştır. Hayvan keserken besmelenin kasten terkedilmesi halinde Ebû Hanîfe, Mâlik b. Enes, İbn Râhûye, Ahmed b. Hanbel gibi birçok müctehide göre kesilen hayvanın etinden yemek haramdır. Namaz dışında Kur’an okumaya başlarken sûrenin başında eûzü besmele çekmek âlimlerin çoğunluğuna göre sünnet, sûrenin başından değil de herhangi bir yerinden başlama halinde ise menduptur. Tevbe sûresiyle tilâvete başlayan ise yalnız eûzü okumakla yetinir, besmele çekmez. Enfâl sûresinden Tevbe sûresine geçişte de aynı şekilde besmele terkedilir. Namazda ise Hanefî mezhebine göre her rek‘atta Fâtiha’dan önce sessiz (sırrî) olarak besmele okumak sünnet, Şâfiî mezhebine göre sessiz veya sesli (cehrî) okumak farz, Mâlikî mezhebine göre ise terketmek mendup, okumak mekruhtur. İslâm’ın yaygın muaşeret kurallarından biri de yemek yemeye başlarken besmele çekmektir. Konu ile ilgili hadiste belirtildiği üzere (Ebû Dâvûd, “EŧǾime”, 15; Tirmizî, “EŧǾime”, 47) başlanırken unutulduğu takdirde hatırlandığı zaman, “Başında da sonunda da Allah’ın adıyla” anlamında “Bismillâh fî evvelihî ve âhirihî” demek gerekir.

Neml sûresinin 30. âyetinde yer alan “bismillâhirrahmânirrahîm” cümlesinin Kur’an’dan bir âyet kabul edilmesi sebebiyle fakihlerin çoğunluğu Hz. Peygamber’in, “Cünüp ve hayız olan Kur’an’dan bir şey okuyamaz” (İbn Mâce, “Tahâret”, 105; Tirmizî, “Tahâret”, 98) meâlindeki hadisine dayanarak bu durumda olanların Kur’an okumak maksadıyla besmele çekmelerini haram saymışlar, ancak dua ve senâ maksadıyla okunmasında bir mahzur görmemişlerdir (bk. Buhârî, “Vudû”, 8). Herhangi bir işe başlarken besmele çekmenin hükmü işin mahiyetine göre değişir. Meselâ içki içmek, gasbedilen veya çalınan bir şeyi yemek gibi yasak fiillere besmele ile başlamak, onları meşrû saymak anlamına geleceği için haram kabul edilmiştir. Abdest almak, dua okumak gibi ibadetlerle yenilmesi helâl olan gıdaları yemek, aynı mahiyetteki şeyleri içmek gibi fiillere besmele ile başlamak sünnet, oturma, kalkma ve yürüme gibi işlerde ise mubahtır. Necâset mahallerinde besmele çekmek mekruh sayılmıştır (bk. Tahtâvî, s. 2-3).

Besmele, kâinatı yaratan ve idare eden en yüce varlığın adını, Kur’ân-ı Kerîm’de bu ad yerine en çok kullanılan ve doksan dokuz esmâ-i hüsnâ dizisinde ikinci sırayı alan “rahmân” ile hemen onun ardından gelen “rahîm” isimlerini toplamış kutsal bir metindir. “Esirgeyen-bağışlayan, lutuf, merhamet ve ihsanını eksiltmeyen” anlamındaki rahmân ve rahîm isimleri ilâhî rahmet ve koruyuculuğun bütün âlemi kucakladığını ifade etmektedir. Kur’an ve hadis metinlerinde yüce yaratıcıya nisbet edilen bütün isim ve sıfatları bir bakıma özet halinde ihtiva eden besmele, müslümanların hem inanç hem ibadet hem de günlük hayatlarında büyük bir yer tutmaktadır. Besmele ile oluşan çeşitli tabir ve deyimlerden başka bu kutsal metin mimari eserlerde ve hat sanatında da önemli bir malzeme ve süsleme unsuru olmuştur.


Besmele sadece tefsir, kıraat ve fıkıh kitaplarının mukaddimelerinde değil, müstakil eserlerde de özenle ele alınmıştır. Ebû Şâme el-Makdisî’nin (ö. 665/1267) Kitâbü’l-Besmeleti’l-ekber ve bunun muhtasarı Kitâbü’l-Besmeleti’l-asgar (el-Mürşidü’l-vecîz, s. 30-31), Zekeriyyâ el-Ensârî’nin (ö. 926/1520) Risâle fi’l-kelâm Ǿale’l-hamdele ve’l-besmele (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2157), Hatîb eş-Şirbînî’nin (ö. 977/1570) Risâle fi’l-besmele ve’l-hamdele (Berlin Ktp., nr. 2978), Ali el-Kārî’nin (ö. 1014/1605) Mesǿele fi’l-besmele (Süleymaniye Ktp., Damad İbrâhim Paşa, nr. 297; Şehzâde Mehmed, nr. 110), Nûreddin el-Halebî’nin (ö. 1044/1635) Hayrü’l-kelâm Ǿale’l-besmele ve’l-hamdele (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 3671), Akkirmânî’nin (ö. 1174/1760), Risâle-i Besmele (İstanbul 1298), Ahmed b. Hasan el-Karamânî’nin (ö. 1190/1776) Tuhfetü’l-besmele (Süleymaniye Ktp., Tekelioğlu, nr. 804/1; Hamidiye, nr. 224), Mustafa Güzelhisârî’nin (ö. 1215/1800) Risâle fi’l-Besmele (Süleymâniye ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2046/20), Gözübüyükzâde İbrâhim Efendi’nin (ö. 1253/1838) Besmele Risâlesi (Ankara, ts.), Muhammed Sâdullah el-Çarşambevî’nin Risâletü’l-besmele (İstanbul 1286), Ali Murtazâ el-İlbasanî’nin Risâletü’l-besmele (İstanbul 1305) adlarıyla telif ettikleri kitap ve risâleler bu konudaki çalışmalara örnek olarak zikredilebilir.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “besmele” md.; Wensinck, MuǾcem, “ism” md.; Müsned, II, 359; Dârimî, “Sayd”, 1; Buhârî, “Vudû”, 8, “Zebâǿih”, 1, 2, 9, 15; Müslim, “Sayd”, 3, 5; İbn Mâce, “Tahâret”, 105, “EŧǾime”, 7, 105; Ebû Dâvûd, “Salât”, 122, “EŧǾime”, 15; Tirmizî, “Tahâret”, 98, “EŧǾime”, 47, 98; Taberî, Câmiu’l-beyân (Şâkir), I, 113-134; Cessâs, Ahkâmü’l-Kurǿân (Kamhâvî), I, 5-20; Mekkî b. Ebû Tâlib, el-Keşf an vücûhi’l-kırâǿâti’s-sebǾ ve Ǿilelihâ ve hicecihâ (nşr. Muhyiddin Ramazan), Beyrut 1404/1984, I, 13-24; Kuşeyrî, Letâǿifü’l-işârât (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1971, I, 44; Serahsî, el-Mebsût, I, 15-16; İbnü’l-Bâziş, el-İknâǾ, I, 155-163; Tabersî, MecmaǾu’l-beyân, Beyrut 1406/1986, I, 92-94; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, I, 101-116, 195-209; Ebû Şâme, el-Mürşidü’l-vecîz, s. 30-31; Kurtubî, el-CâmiǾ, I, 91-107; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kurǿân, III, 316-321; İbn Teymiyye, MecmûǾu fetâvâ, VI, 210-212; Kalkaşendî, Subhu’l-aǾşâ (Şemseddin), VI, 208-215; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, I, 259-269; Tecrid Tercemesi, II, 703-705; XI, 34; Süyûtî, el-İtkān, Kahire 1370/1951, I, 106; Aclûnî, Keşfü’l-hafâǿ, II, 174; Tahtâvî, Hâşiye Ǿalâ Merâkı’l-felâh, Bulak 1318, s. 2-3; Gözübüyükzâde İbrâhim Efendi, Risâletün fî hakkı’l-Besmele (Besmele Risâlesi) (trc. Osman Keskioğlu), Ankara, ts. (Sevinç Matbaası); Elmalılı, Hak Dini, I, 15-49; IV, 2442-2444; Âlûsî, Rûhu’l-meǾânî, I, 37-38; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), I, 223; Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-menâr, I, 44; Muhammed Sâlim Muhaysin, Fî Rihâbi’l-Kurǿâni’l-Kerîm, Kahire 1400-1402/1980-82, I, 190-206; Süleyman Ateş, İşârî Tefsîr Okulu, Ankara 1974, s. 51, 93, 193, 227, 320, 323-326; İbrâhim Düsûkı eş-Şehâvî, “Mine’l-Fıkhi’l-mukāran: Hükmü kırâǿeti’l-besmele fi’s-salât”, ME, XLIX/1 (1977), s. 74-79; XLIX/2 (1977), s. 317-321; Mv.Fİ, I, 94-99; Kasım Kufralı, “Besmele”, İA, II, 568-570; B. Carra de Vaux - L. Gardet, “Basmala”, EI² (İng.), I, 1084-1085; Hamid Algar, “besmelāh”, EIr., IV, 172-174.

Suat Yıldırım




HAT. Hz. Peygamber’in, besmele ile başlanmayan işlerin bereketsiz ve neticesiz kalacağını belirten hadisinin ve fiilî sünnetinin tesiriyle müslümanlar arasında sözlü olduğu kadar yazıda da en çok tekrarlanan, gerek teberrüken gerek usulen gerekse tezyinî olarak çeşitli şekillerde en fazla yazılan âyetlerin başında besmele gelmektedir. Bu sebeple besmeleyi, son şeklini alıncaya kadar geçirdiği safhalar, imlâsına ait özellikler, yazılması mûtat olan yerler, hat sanatı, tezyinî bir unsur olarak kullanılması bakımından ele alıp incelemek gerekir.


Besmelenin yazılışı konusundan bahseden Arapça ve Türkçe kaynakların hemen hepsinde ufak bazı farklılıklarla tekrarlanan bilgilerden anlaşıldığına göre besmelenin son şeklini alıncaya kadar geçirdiği değişiklikler şunlardır: İslâm öncesinde olduğu gibi İslâm’ın ilk devirlerinde de “bismikellahümme/بسمك اللهم “ ibaresi kullanılmıştır. Nitekim bunun müşrikler tarafından kullanılışının bize ulaşan bir örneğini, onların Hz. Peygamber’le, ailesi, kabilesi ve arkadaşları ile diğer Mekkeliler’in münasebetlerini yasaklayan boykot kararının Kâbe duvarına asılmış yazılı metninde bulmak mümkündür (Hamîdullah, s. 44). Hz. Peygamber’in bu ibarenin kullanılmasında mahzur görmediği de Hudeybiye Antlaşması’nın başındaki “bismillâhirrahmânirrahîm”in yerine “bismikellahümme” cümlesinin yazılmasını kabul etmesinden anlaşılmaktadır (a.e., s. 77). Besmele Hûd sûresinde geçen “bismillâhi mecrâhâ.../بسم الله مجريها “ âyetinden (11/41) (örnek 3) sonra Hz. Peygamber’in emriyle “bismillâh/بسم الله “ şeklinde yazılıp söylenmiş ve bu şekil besmelenin en kısa ifadesi olarak günümüze kadar ulaşan geniş bir kullanıma sahip olmuştur (bk. Wensinck, MuǾcem, “ism” md.). Neml sûresinin “innehû min Süleymâne ve innehû bismi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm اِنّه من سليمن واِنّه بسم الله الرحمن الرحيم “ (27/30) âyetini takiben son şeklini almış, hat sanatının ilerlemesiyle bilhassa istifli yazılarda “innehû min Süleymâne ve innehû” ibaresi de besmelenin yanında yazılmıştır (örnek 1, 6). Besmelenin baş tarafına istiâze “eûzü billâhi mineşşeytânirracîm أعوذ بالله من الشيطان الرجيم “ cümlesinin yazılması da bir âdettir ve örnekleri de az değildir (örnek 2). Bazan da besmelenin sonuna “ve bihî nestaîn وبه نستعين “ veya “ve bihi’l-avn وبه العون “ ibaresi ilâve edilmiştir (örnek 4).

Neml sûresindeki âyette (27/30) besmelenin Hz. Süleyman’ın Belkıs’a gönderdiği mektubun başında yer alması söz konusudur. Bu durum, İslâm’ın başlangıcından itibaren bütün belgelerin yazımına besmele ile başlanılması kaidesini ortaya çıkarmıştır. Nitekim siyer kitaplarının belirttiğine göre Resûlullah resmî ve hususi mektuplar, emannâmeler, antlaşmalar, çeşitli muâmelâta dair yazışmalar, öşür ve zekâtla ilgili tesbit belgeleri vb. bütün yazılara besmele ile başlanmasını emretmiş ve bunu bizzat uygulamıştır (buna ait çeşitli örnekler için bk. Hamîdullah, tür.yer.). Yüzyıllarca devam eden bu usule özellikle son devirlerde ve kısa resmî yazışmalarda zaman zaman riayet edilmediği olmuşsa da kâtipler, müstensihler ve ilim adamlarının büyük kısmı bunu câiz görmemişler ve daha sonraları esasları belirlenerek tedvîn edilen kitâbet usulüne aykırı bulmuşlardır. Bu arada ne zaman ve nasıl başladığı kesin olarak tesbit edilememekle birlikte bilhassa Osmanlılar’ın son devirlerinde özel yazışmaların başında besmele yerine sonu içe kıvrık be harfi şeklinde (ب) işaretinin kullanıldığı görülmektedir. Bunda, üzerinde Allah adı yazılı bulunan kâğıtların ayak altına düşmesinden doğacak saygısızlıkların önüne geçebilme arzusunun mühim rolü olmuştur. Nitekim aynı maksatla içinde lafzatullah (الله) geçen isim ve diğer ibarelerde de buna delâlet etmek üzere (اه) rumuzunun yazılması âdet olmuştur.

Besmelenin imlâsı iki noktada özellik göstermektedir. Bunların birincisi, besmelenin başındaki mahzuf bir “bedee” fiilinin “sıla”sı olan “b/ب “ ile “ism/اسم “ kelimesinin lafza-i celâle muzâf olduğu zaman aradaki elif hazfedilerek bitişik yazılmasıdır. Mânanın bilinmesi ve çok kullanılması sebebiyle kelimenin “bism/بسم “ şeklinde yazılmasında kıraat imamları ile kâtipler (küttâb) arasında icmâ meydana gelmiştir (Ebû Bekir es-Sûlî, s. 35). İkincisi ise “er-rahmân” kelimesindeki “mîm”den sonra elif yazılmamasıdır (الرحمن). Rahmân kelimesinin sadece Allah’a has olarak kullanılması, diğer bir deyişle bu mânada mâlum ve mâruf oluşu yanında çok tekrar edilmesinden (kesret-i isti‘mâl) dolayı bu şekilde yazılmasında yine icmâ meydana geldiği


kabul edilmektedir (a.e., s. 36; daha geniş bilgi için bk. Mekkî b. Ebû Tâlib, I, 64-67; Muhyiddin ed-Dervîş, I, 8-12) (“rahmân”ın elifle yazılmasına istisnâî bir örnek 5).

Besmelenin yazılışında nelere dikkat edileceği hususunda kaynaklarda Hz. Peygamber’den ve vahiy kâtiplerinin bazılarından gelen, Müstakimzâde’nin Tuhfe-i Hattâtîn’in başındaki kırk hadis bölümünde belli başlılarını, alındığı yerleri göstererek naklettiği çeşitli rivayetler mevcuttur. Bunlar arasında en dikkat çekeni ve Müstakimzâde’nin ifadesiyle “besmele yazacak mübtedî hattatlara onu her bakımdan tam bir şekilde tarif edeni” Hz. Peygamber’in Muâviye b. Ebû Süfyân’a, “Hokkaya lika (ham ipek) koy, kalemi usulüne uygun aç, besmelenin “b”sini dik yaz, “sin” harfinin dişlerini açıkça göster, “mim”in gözünü köreltme (kapalı yazma), Allah lafzını özenerek yaz, rahmân kelimesinde mürekkebi tazele (veya keşîde vererek uzat), rahîmi de güzelce yaz” dediğini belirten rivayettir. Müstakimzâde’nin Kadî İyâz’ın eş-Şifâǿ adlı eserine (I, 506) dayanarak verdiği (ayrıca bk. Öğüt, I, 5-6) ve sahih hadis kitaplarında rastlanmayan bu rivayetin “sin” harfinin yazılışıyla ilgili kısmı ayrıca Zeyd b. Sâbit ve Enes b. Mâlik’ten de rivayet edilmiştir (bk. Şîrûye b. Şehredâr ed-Deylemî, I, 270, 278; Süyûtî, II, 1181). Besmelenin yazımına özen gösterilmesiyle ilgili Hz. Enes’ten gelen bir rivayette, “Bismillâhirrahmânirrahîm’i özenerek güzel yazan kişiyi Allah affeder” buyurulması ile Hz. Ali’nin, “Besmeleyi güzel yazan kişi affedilmiştir” sözü (a.e., II, 1181), hattatların bu konuda gereken itinayı göstermelerinin başlıca sebebi olduğu gibi besmelenin çokça yazılmasının da esas âmili olmuştur (benzeri bir ifade için bk. örnek 1). Besmelenin “b”si ile “sin”in arasının açık yazılmasını ve aralarına keşîde konmasını yasaklayan hadis (Kalkaşendî, VI, 221), “sin” ile “mim” arasında keşîdenin câiz olacağı şeklinde yorumlanmış ve bu da yazıda bir denge veya simetri sağladığından hemen bütün hattatlarca uygulanmıştır. En güzel örneklerini Osmanlı hattatları elinde bulan “oklu besmele” bu tavsiyenin uygulanmasından doğmuş olmalıdır (örnek 7-8). Yukarıda Hz. Muâviye’den nakledilen hadisle Ömer b. Abdülazîz’in “rahmân” kelimesinin uzatılmasına (keşîdeli yazılmasına) dair emri (Süyûtî, II, 1181), bazı müelliflerce bu kelimedeki “hâ”nın yazılmasıyla ilgili görülmüş ve buna riayet, yazının güzelliğine ait bir değerlendirme olarak kabul edilmiştir. Nitekim Kalkaşendî’nin naklettiği bu yorum eldeki vesikalara da uygun düşmektedir. Hz. Peygamber’in örnekleri günümüze ulaşan mektuplarının hepsinde “rahmân”ın “hâ”sı “rahîm”in “hâ”sından daha farklı, uzunca ve keşîdeli yazılmıştır (bk. Hamîdullah, s. 107, 137, 147). Bunun en açık bir şekilde yazılmış örneği ise Hz. Peygamber’in Münzir b. Sâvâ’ya yazdırdığı mektupta görülmektedir (örnek 20). Denilebilir ki buradaki besmele sanki Hz. Muâviye’nin naklettiği tarife uygun bir şekilde kaleme alınmıştır. Aklâm-ı sitte*nin gelişmesini tamamlamasından sonra ise bilhassa nesih hattıyla yazılan besmelelerde keşîdenin “nun”a verildiği görülmektedir (örnek 12).

Arap yazısının İslâm’dan sonra Kur’an’ın yazılışına bağlı olarak geçirdiği ilk önemli merhaleyi ifade etmek maksadıyla kullanılan ve “hicazî” olarak adlandırılan hattın özellikleri, İbnü’n-Nedîm’in el-Fihrist’inde kısa bir açıklamadan sonra verdiği besmele örneğinde görülmektedir (örnek 13). Burada müstensihin ufak bazı müdahaleleri bulunmasına rağmen besmelenin imlâsı, hadislerdeki tarife uygun ve yazıldığı hat nevinin genel özelliklerini aksettirecek kadar açıktır. Nitekim bazı araştırmacıların “hatt-ı Mekkî-Medenî” veya “hatt-ı mâil” adını verdikleri bu hatla yazılmış mushaf parçalarından ele geçenler de bu özellikleri teyit etmektedir (bk. Selâhaddin el-Müneccid, s. 24). Arap yazısının tekâmülünde olduğu gibi besmelenin yazılışında da başlangıçta Kur’ân-ı Kerîm’in yazıldığı hat nevilerine bağlı bir gelişme ortaya çıkmıştır. Kûfî hattının değişik isimlerle adlandırılan farklı üslûplarından başlayarak bilhassa hicrî II. (VIII.) asırdan itibaren gerek mushaflarda gerekse başta mezar taşları olmak üzere türlü kitâbelerle resmî ve hususi muâmelât ve mektuplarda bu hatla yazılmış çeşitli besmele örnekleri mevcuttur


(örnek 5, 10, 11, 23). Hz. Peygamber’in mektupları dışında kalan örnekler arasında papirüs üzerine yazılmış bir mektupla (örnek 21) hicrî 31 (651-52) yılına ait bir mezar taşında yer alan besmele de (örnek 22) hemen hemen aynı özellikleri göstermektedir. Aynı devrin sikkeleri üzerinde ise sadece “bismillâh” ibaresi vardır. İlk örneklerde ekseriya ön yüzde parayı bastıranın adının üzerinde yer alan besmele, bazan da hafif bir kenar suyunun çevrelediği göbek kısmının dışında bulunur. Aynı şekilde ağırlık ölçüsü olarak hazırlanmış çeşitli dirhemlerin mühürlerinde tanzim ettiren veya mühürleyenin adının üstünde çoğunlukla besmele yazılıdır (Emevî ve Abbâsîler’e ait para ve ölçülerden bu kabil çeşitli örnekler için bk. Artuk, I, 4, 5, 10; Balog, s. 43, 61-63, 250; buradaki 688 numaralı Halife Mütevekkil-Alellah devrine ait ağırlık ölçüsünde besmelenin tamamı yer almıştır). Kûfîden doğmakla beraber onun dışında bir gelişme gösteren ve Kuzey Afrika ile Endülüs’te yaygınlaşan mağribî hattının mushaflarda veya dinî eserlerde kullanılan şekliyle yazılmış besmele örnekleri de ayrı bir grup teşkil eder (örnek 14). Aynı şekilde kûfîden doğan ve Irak’ın doğusu ile İran’da görülen meşrık kûfîsiyle yazılmış besmeleler de mevcuttur (örnek 15).

Arap yazısının Kutbetü’l-muharrir (ö. 154/771) ile İbn Mukle kardeşler (Ebû Ali Muhammed b. Ali [ö. 328/940], Ebû Abdullah el-Hasan b. Ali [ö. 338/949]) arasında tamamlanan ilk ve büyük gelişme devrinde hemen hemen esasları belirlenen, İbnü’l-Bevvâb (ö. 413/1022) (örnek: 16) ve Yâkût el-Müsta‘sımî (ö. 698/1298) (örnek 17) gibi büyük dehalar elinde son şeklini alan aklâm-ı sitte nevileriyle besmelenin yazılışı da bu hatların özelliklerine ve gösterdikleri gelişmeye göre gittikçe ilerleyen bir estetik ve bir merhale kazanmıştır. Nitekim kûfî hattından sonra mushaf yazımında rağbet edilen muhakkak ve reyhânî hattıyla bilhassa Bağdat ve Kahire gibi kültür ve sanat merkezlerinde yazılmış besmeleler bir başka grup teşkil etmektedir (örnek 16-17). Selçuklular devrinde de mushafların daha çok bu iki hatla yazıldığı görülmektedir. Aynı devrin kitap serlevhalarında ise daha çok kûfî hattının çeşitli türlerinde ve hendesî geçmelerle, rûmî motiflerle süslenip renklendirilmiş


besmelelere rastlanmaktadır (örnek 18-19; bunlardan neşredilmiş bazı örnekler için bk. Ünver, s. 30-35). Yine bu asırlarda ortaya çıkan, fakat tutunmadığı için unutulan yazı nevileriyle besmeleler de mevcuttur (örnek 30). Müstedir (yuvarlak) karakterli yazıdan doğarak daha sonra neshî adını alacak ve özellikle Osmanlı sanatkârları elinde şaheserlerini verecek olan nesih hattıyla yazılmış besmeleler de Kur’an hattının gelişmesiyle ortaya çıkan örnekler olarak kabul edilebilir. Bu gelişmenin yanında bir taraftan çeşitlenen nevileri ve gittikçe yükselen bir sanat ve estetik anlayışıyla mükemmele yönelen hat sanatı, diğer taraftan aynı gelişmeyi gösteren kitap sanatları ve mimari ile daha da ilerlemiş ve zenginleşmiştir. Bu arada ortaya, tarz olarak incesi de bulunan nevilerin en az serçe parmak enindeki büyükleri de yazılabilen celî hatlar çıktı. Celî yazılar bilhassa mimari eserlerde tezyinî bir unsur olarak kullanılmaya başlandı (örnek 27). Taşa (örnek 36), tahtaya, değişik madenlerle çini panolar (örnek 9) ve çeşitli ebatlardaki levhalar üzerine (örnek 28, 29, 31, 32, 37) yazılan celî hatlar arasında besmelenin önde gelen bir yeri olmuştur. Celî-sülüsün karşılıklı yazılan şekliyle de müsennâ örneklere rastlanır (örnek 33-34). Tarih boyunca resmî yazışmalara tahsis edilen celî-divanî ile de son devirde değişik besmeleler yazıldığı görülmektedir (örnek 35). Emevîler devrinde başlayan tercüme hareketleri, buna paralel olarak gelişen ve zenginleşen kütüphanelerle beytülhikme, dârülhikme adlarıyla anılan ilmî kuruluşlar telif, tercüme ve istinsah faaliyetlerini artırdı. Zamanla bu kuruluşların bünyelerinde kitap yazıp çoğaltmakla görevli verrâk veya müstensih adı verilen hattatlar vazife görmeye başladılar. Bu durum kitap sanatlarının gelişmesine, hattın ilerlemesine ve bu alanda kullanılan malzeme kalitesinin yükselmesine sebep olduğu kadar istinsah ve çoğaltma işinin belli kaidelere bağlanmasına da vesile oldu. Neticede her kitabın (veya yazının) besmele ile başlaması ve besmelenin tek satır halinde sayfanın başına yazılması bir kural haline geldi. Nitekim Kalkaşendî bu hususta, Hz. Peygamber’in Ebû Hüreyre’den nakledilen, besmelenin yazıldığı satıra başka bir şey yazılmasını yasaklayan hadisini delil olarak zikreder (Subhu’l-aǾşâ, VI, 224). Ancak bazı müstensihlerin besmeleyi takiben kısa bir hamdele ve salveleyi de aynı satıra yazdıklarını ilâve eder. Ebû Bekir es-Sûlî ise besmelenin satırın tam başından itibaren yazılmasını, duanın alt satıra ve besmelenin kapladığı yeri aşmayacak şekilde kaydedilmesinin hürmet ve âdâb gereği olduğunu bildirir (Edebü’l-küttâb, s. 36). Ayrıca besmelenin eserin metninden daha değişik ve farklı bir hatla yazılması, çok defa tezyin edilen bu ilk sayfada en gösterişli ve süslü kısmın (serlevha) besmele ve etrafı olması durumu ortaya çıktı. Bu arada besmelenin yazımında tezyinî harfler de kullanılmaya başlandı (örnek 18).

Bilinen bütün hat nevileriyle yazılmış olan besmele, aklâm-ı sitte geliştikten sonra sülüs, muhakkak, reyhânî ve nesihle daha çok yazıldığı gibi, esas olarak İran’da doğup gelişen ve en mükemmel örneklerini orada veren ta‘lik, daha doğru adıyla nesta‘lik hattı ile de yaygın bir şekilde yazılmıştır (örnek 24). Osmanlılar’da sadece ta‘lik adıyla bilinen ve bilhassa celî şekli yaygın olan bu yazı ile çok güzel besmeleler yazılmıştır (örnek 25-26). Kur’ân-ı Kerîm’in dışında çeşitli murakka‘larda da önemle yer alan besmele, ayrıca levha olarak tek başına yazıldığı gibi (örnek 38-41-43), hilye levhalarının en üst kısmında değişik hat nevileriyle de yazılmıştır. XV. yüzyıldan günümüze kadar meşhur Osmanlı-Türk hattatlarının elinden çıkmış bu şaheserlerden bir kısmı neşredilmiştir (bk. Derman, Türk Hat Sanatının Şâheserleri, nr. 6, 8, 10, 16 [Kur’ân-ı Kerîm’lerdeki besmele örnekleri]; nr. 19, 20, 42, 47, 49 [hilye levhalarındaki örnekler]; nr. 14, 54, 58, 63, 65 [müstakil besmele levhaları]). Esas olarak XIX. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı sanatkârları elinde tekâmülünün zirvesine ulaşan celî hatlar içinde besmele en fazla celî-sülüs ve celî-ta‘lik ile yazılmıştır. Bakkal Ârif Efendi’nin Şehzade Camii’nin sol kapısı üstünde yer alan oklu besmelesi, hattatlar arasında nevinin en mükemmel örneği kabul edilmektedir (örnek 36). Ayrıca Bursa Ulucamii iç duvarlarında bulunan celî yazılar arasındaki besmeleler de hattın mimari ile uyumunu ve mekâna verdiği zenginlik ve tesiri ortaya koyan eşsiz örnekler olarak zikredilmelidir (örnek 27). Besmelenin çeşitli büyüklükte levhalar halinde yazılıp asılması da hem bir gelenek haline gelmiş, hem de değişik tertiplerle yazılması sonucunu doğurmuştur. Bunlar arasında bilhassa celî-sülüsün pek değişik


istifleriyle tertip edilmiş besmelelerin ayrı bir yeri vardır (örnek 28, 29, 31, 32, 37). Güvercin, leylek, tavus kuşu, horoz, tavuk, at başı, balık, arslan, el, sandal, kandil, anahtar, tabanca, armut, çiçek, yıldız ve tuğra şekillerinde düzenlenmiş olan besmeleler farklı bir grup teşkil edecek kadar çoktur. Fakat bunların meşhur Osmanlı hattatları elinden çıkanları (örnek 44) dışında birçoğu yazıldıkları hattın kaideleri bakımından bir sanat değeri taşımadığı gibi bir kısmı zorlama şekiller intibaını vermektedir. Zaten bir bölümü de halk resmi karakterinde yapılmış ve buna ait tekniklerle ortaya konulmuştur. Ayrıca sülüs hattıyla daire ve oval olarak düzenlenmiş istifler yanında özellikle satrançlı kûfî ve ma‘kılî ile dikdörtgen ve kare şeklinde (örnek 45) yapılmış tertipler de bulunduğu gibi müsennâ veya aynalı olarak anılan simetrik besmeleler de vardır.

Eski ve yeni hattatlarca yazılmış çeşitli besmele örnekleri, hat konusunda yazılmış genel eserler içinde ayrı bir bölüm halinde yer aldığı gibi sadece besmele örneklerini ihtiva eden albümler de yayımlanmıştır. Genel mahiyetteki eserler içinde Ahmed-i Gülçîn-i Meânî’nin Gencîne-i Kurǿân’ı, Meşhed’de (İran) Âsitân-ı Kuds-i Rızâvî Kütüphanesi’nde bulunan ve hicrî III. (IX.) asırdan günümüze kadar yaşamış birçok ünlü hattat tarafından yazılan değerli yazma Kur’an nüshalarının yüzyıllara göre düzenlenmiş bir fihristidir. Burada söz konusu edilen nüshalardan başlıca örneklerin fotoğrafları da bulunduğundan besmelenin Kur’an yazımına bağlı olarak geçirdiği safhalar hakkında fikir edinmek mümkün olmaktadır. Habîbullah Fezâilî’nin Atlas-ı Hat, adlı eserinde ise hakkında bilgi verilen bütün hat nevileri için o tarzda yazmış meşhur hattatların eserlerinden derlenmiş besmelelerden çok sayıda örnek mevcuttur. Tâhir el-Kürdî, Yâsin Hamid Safedî, Kâmil el-Bâbâ eserlerinde besmele konusuna ayrı bir bölüm ayırarak çeşitli örnekler vermişlerdir. Sadece kûfî hattı üzerinde duran Yûsuf Mahmûd Gulâm ile İbrâhim Cum‘a da kûfî hattının çeşitli nevileriyle yazılmış besmelelerden örnekler verip bunların tezyinî ve hendesî açıklamalarını yaparak örnekler üzerinde bilgi vermişlerdir.

Eski ve yeni hattatlarca yazılmış çeşitli besmele örneklerini derleyen albümler arasında en geniş olanı, Muhammed Mehdî Herâtî’nin Tecellî-i Hüner der Kitâbet-i Bismillâh’ıdır (Meşhed 1987). İngilizce, Farsça, Arapça mukaddime ve açıklamalarla hazırlanmış bu eserde çoğu İranlı hattatlar elinden çıkmış binden fazla örnek vardır. Türkçe, Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca ve Almanca açıklamalarla besmele hakkında kırk nasihatı da içine alan aynı mahiyette, fakat çok daha küçük bir albüm Ziya Bilgiç ve arkadaşları tarafından Besmele Albümü adıyla yayımlanmıştır (İstanbul 1991). Süheyl Ünver’in “Selçuk Türkleri Besmelelerinden Birkaç Örnek” adlı makalesi de (bk. bibl.) Selçuklular devri besmeleleri için küçük çapta bir albüm sayılabilir.

Ta‘lik hattının mürekkebât meşkine, Molla Câmî’nin besmeledeki harflerin sayısına uygun olarak yazılmış on dokuz beyitlik besmele kasidesiyle başlandığı gibi (örnek 39), Hâkanî Mehmed Bey’in hilyesinin başında yer alan besmele ile ilgili beyitler de çokça yazılmıştır (neşredilmiş hilye meşkleri için bk. Yazır, II, 265; III, 375-398; Serin, s. 104).

BİBLİYOGRAFYA:

Wensinck, MuǾcem, “ism” md.; Sûlî, Edebü’l-küttâb, s. 31-36; Mekkî b. Ebû Tâlib, Müşkilü iǾrâbi’l-Kurǿân (nşr. Hâtem Sâlih ed-Dâmin), Beyrut 1407/1987, I, 64-67; Şîrûye b. Şehredâr ed-Deylemî, el-Firdevs bi-meǿsûri’l-hitâb (nşr. Saîd b. Besyûnî Zağlûl), Beyrut 1406/1986, I, 270, 278, 296; Kādî İyâz, eş-Şifâǿ (nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî), Kahire 1977, I, 506; Kalkaşendî, Subhu’l-aǾşâ, VI, 219-224; Süyûtî, el-İtkān (Beyrut), II, 1181; Gülzâr-ı Savâb, s. 11, 36-37; Müstakimzâde, Tuhfe, s. 10-12; Ahmed-i Gülçîn-i Meânî, Rehnümâ-yı Gencîne-i Kurǿân, Meşhed 1347; Elmalılı, Hak Dini, I, 17, 31, 33, 37-39, 44-46; Habîbullah Fezâilî, Atlas-ı Hat, İsfahan 1362 hş., s. 152-160; Artuk, İslâmî Sikkeler Kataloğu, I, 4, 5, 10; Selâhaddin el-Müneccid, Dirâsât fî târîhi’l-hatti’l-ǾArabî, Beyrut 1972, s. 24, 34, 58, 116; a.mlf., CâmiǾu mehâsini kitâbeti’l-küttâb, Beyrut 1962 (aslı TSMK, Koğuşlar, nr. 1077’de bulunan Muhammed b. Hasanü’t-Tayyibî’ye ait 908/1503 tarihli bu eserde muhtelif besmele örnekleri yer almıştır); Paul Balog, Umayyad, ‘Abbasid and Tūlūnid Glass Weights and Vessel Stamps, New York 1976, s. 43, 61-63, 250; Süheyle Yâsîn el-Cübûrî, Aslü’l-hatti’l-ǾArabî hattâ nihâyeti’l-Ǿasri’l-Emevî, Bağdad 1977, s. 112, lv. 12, 13; Yasin Hamid Safadi, Islamic Calligraphy, London 1978, s. 32-39; Yazır, Kalem Güzeli, Ankara 1972, I, 1, 76, 128, 134; II (1974), 263, 265, 275, 280, 281; III (1989), 370, 375-398 [Yesârîzâde’nin hilye meşki]; Tâhir el-Kürdî, Târîhu’l-hatti’l-ǾArabî ve âdâbüh, Riyad 1402/1982, s. 157-162; M. Uğur Derman, Hacı “Arif”ler, İstanbul 1965; a.mlf., Türk Hat Sanatının Şâheserleri, İstanbul 1982, tür.yer.; a.mlf., Mine’t-Türâsi’l-İslâmî: Fennü’l-hat, İstanbul 1411/1990; Yûsuf Mahmûd Gulâm, el-Fen fi’l-hatti’l-ǾArabî (The Art of Arabic Calligraphy), Riyad 1982, I, 38, 60, 86, 135; Muhyiddin ed-Dervîş, Ǿİrâbü’l-Kurǿâni’l-Kerîm ve beyânüh, Humus 1403/1983, I, 8-12; Kâmil el-Bâbâ, Rûhu’l-Hatti’l-ǾArabî, Beyrut 1983, s. 131-140; Muhammed Hamîdullah, el-Vesâǿiku’s-siyâsiyye, Beyrut 1405/1985, s. 44, 77, 107, 137, 147; İsmaǾil R. al-Faruqī - Lois Lamyāǿ al-Faruqī, The Cultural Atlas of Islam, New York 1986, s. 346, 371 (ilk devirlere ait çeşitli besmele örnekleri için bk. s. 27, 28, 30, 31, 36, 39); Muhammed Mehdî Herâtî, Tecellî-i Hüner der Kitâbet-i Bismillâh: Vuzûhu’l-fen fî kitâbeti’l-besmele, Meşhed 1987; Salim Öğüt, Şerhu Hâfiziddîn en-Nesefî li-kitâbi’l-Müntehab fî usûli’l-mezheb (doktora tezi, 1408/1988), Mekke, Câmiatü Ümmilkurâ, DİA Ktp., nr. 8693, I, 5-6; Muhittin Serin, Hattat Aziz Efendi, İstanbul 1988, s. 100, 104; David James, Qur’ans of the Mamluks, London 1988, s. 16-17 (18-19), 20, 39, 42, 46, 49, 55, 62, 72, 74, 80, 86, 105, 106, 107, 109, 122, 128, 131, 134, 142, 144, 147, 148, 150, 151, 157, 159, 160, 166, 171, 172, 176, 179, 183, 186, 188, 191, 195, 207; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), I, 209, 211, 223; Ziya Bilgiç v.dğr., Besmele Albümü, İstanbul 1991; İbrâhim Cum‘a, Dirâse fî tetavvüri’l-kitâbâti’l-kûfiyye, Kahire, ts., s. 61-74; A. Süheyl Ünver, “Selçuk Türkleri Besmelelerinden Birkaç Örnek”, Sanat, sy. 6, İstanbul 1977, s. 30-35.

M. Uğur Derman - Mustafa Uzun





KÜLTÜR ve EDEBİYAT. Eski Türk edebiyatının başta gelen kaynaklarından biri Kur’an, diğeri hadistir. Besmele de Kur’an ve hadiste önemle yer alan, her işin başı veya başlangıcı olarak çok tekrarlanan bir âyet olduğundan Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında bütün yönleriyle ele alınmış, mısra ve beyitlerden muhtelif manzumelere kadar edebî eserlerde çokça konu edilmiştir. Nesir sahasında da çeşitli ilmî ve edebî eserlere mevzu olan besmele hakkındaki bu eserler Türkçe’de genel olarak “Besmele Risâlesi” adıyla anılmaktadır. Bunlarda besmelenin imlâsından faziletine kadar konuyla ilgili hemen her meseleden bahsedilmektedir. Mensur eserler didaktik, manzum olanlar ise sanat yönü ağır basan eserler hüviyetine sahiptirler. Yukarıdaki bölümde didaktik eserlerin belli başlıları belirtildiğinden burada edebî tarafı ağır basan eserler üzerinde durulacaktır.

Besmelenin Arap edebiyatındaki yeri, genel özellikleri bakımından Fars ve Türk edebiyatlarıyla yakın bir benzerlik içindedir. Fars edebiyatında besmelenin çeşitli şekillerde tercüme suretiyle kullanıldığı da görülmektedir. Cumhuriyet’ten sonra yayımlanan bazı eserler hariç Türk kültür ve edebiyatında hemen hemen hiçbir yerde besmelenin aslı yerine tercümesi kullanılmazken Fars edebiyatında bu tercüme ibareler yaygındır. Kitap başlarında “be nâm-ı Hudâ”, “be nâm-ı Hudâvend”, “be nâm-ı Îzed” gibi kısaltılmış ibareler yanında bunlara ilâve edilen “bahşâyende-i mihribân”, “bahşâyende-i bahşâyişger”, “bahşende-i mihribân” gibi cümlelerle tam tercümesi de kullanılmıştır. Genellikle manzum eserler dışında tercümelerine rastlanan besmele, manzumelerde “bismillâh” (örnek 42) veya “bismillâhirrahmânirrahîm” şeklinde beyitlere girmiştir. Besmelenin kısaltılarak kullanılmasına Minûçihrî’nin, “Ber ser-i her şâhsârî mürgekî/Ber zebân-ı her yekî bismillâhî (Her dalın tepesindeki kuşların her birinin dilinde bismillâh vardır)” beytiyle Sa‘dî’nin Bostân’ındaki, “Ki bismillâh evvel zi niyyet begûy/Dovom niyyet âver siyum kef be şûy (Bir işe niyet etmeden önce bismillâh de, sonra niyet et, daha sonra da işe giriş)” beyitleri örnek gösterilebilir. Besmelenin tamamının her beytin ilk mısraına yerleştirilerek kullanılmasının meşhur bir örneği Âsım’ın, “Bismillâhirrahmânirrahîm/Harf-i nuhust est zi nazm-ı kadîm//Bismillâhirrahmânirrahîm/Giysû-yı müşkîn-i nigâr-ı kadîm” beyitleriyle başlayarak devam eden ve, “Bismillâhirrahmânirrahîm/Gonca-i ser-beste-i râz-ı hakîm” beytiyle biten şiiridir (şiirin tamamı ve çeşitli şairlerden seçilmiş her iki şekildeki örnek beyitler için bk. Dihhudâ, VII, 65). Fars edebiyatının büyük simalarından biri olduğu kadar Türk edebiyatına tesiri bakımından da önemli bir kişi olan Molla Câmî’nin besmele hakkında harflerinin sayısı olan on dokuz beyitlik müstakil bir kasidesi olduğu gibi her üç divanının başında besmele ile ilgili beyitleri bulunmaktadır. Ayrıca Sa‘dî’nin Gülistân’ı yolunda kaleme aldığı ve yer yer manzumelerle süslediği Bahâristân’ın mukaddimesinde manzum bir hamdele ve salveleden önce besmele hakkında mensur bir girişe yer vermiştir.

Türk edebiyatında besmele daha çok mısra ve beyitlerde telmih ve iktibas yoluyla kullanılmış, ayrıca Arapça, Farsça, Türkçe veya mülemma‘ halinde müstakil manzumelerde ele alınmıştır.

Her eserin besmele ile başlaması kaidesine bütün edebî eserlerde de riayet edilmesinin yanı sıra bütün divan mukaddimelerinin (dîbâce) manzum ve mensur kısımlarında besmele konusuna temas etmek de usuldendir. Bazı divanlarda bu mukaddime kısmı besmele hakkında kaleme alınmış beyitlerle başladığı gibi dîbâcesi olmayan divanların da ilk beyitleri veya ilk şiirinin besmeleye ayrıldığı görülmektedir. Türkçe divan mukaddimelerini inceleyen Tahir Üzgör, bunlardan on kadarının besmele hakkında yazılmış beyitlerle başladığını, Ahmed Paşa, Lâmiî, Za‘fî, Misâlî, Ulvî, Şerîfî, Nâdirî, Nev‘îzâde Atâî, Ni‘metî gibi şairlerin divanlarının başında en az üç beyti besmeleye ayırdıklarını belirtmektedir. İncelenen elli kadar divanın başında ayrıca besmele yer aldığı gibi bunlardan XV. yüzyılın önde gelen şairlerinden Ahmed Paşa’nın divanı, dîbâcenin dışında besmelenin fazileti hakkında sekiz beyitlik mesnevi tarzında bir manzume ile başlar. XVI. yüzyıl şairlerinden Üsküdarlı Aşkî, divanına içinde birkaç Farsça beyit de bulunan bir besmele kasidesini başlangıç yapar. Eserinden Hurûfî olduğu anlaşılan XVI. yüzyıl şairlerinden Misâlî, dîbâcesinin tamamını besmeleye tahsis ederek konuyu Hurûfîlik açısından ele alıp genişçe işlemiştir. Yine aynı yüzyıl şairlerinden Yahyâ Bey de divanının manzum-mensur uzunca mukaddimesine besmeleden bahseden ilk beyti Arapça, iki beyti Türkçe, bir beyti Farsça bir şiirle başlar.

Öte yandan besmele ile ilgili beyit ve şiirlere bilhassa mesnevi türündeki eserlerde daha çok rastlanmaktadır. Gerek dinî ve tasavvufî gerekse aşk, kahramanlık ve sosyal hayattan alınma konuları işleyen mesnevilerde eserlerin plan şemasında genel olarak tevhid, münâcât ve na‘tlardan önce besmele hakkında


yazılmış beyitler, uzun veya kısa manzumeler yer alır. Besmele, işe Allah adını anarak başlamak mânasına geldiğinden şairler ya besmeleyi beyitlerinde aynen zikrederek iktibas yoluyla ya da buna telmihen “Allah adını anmak/zikretmek” şeklinde ifade edilebilecek kelimelerle konuya giriş yaparlar. Eğer besmele hakkında müstakil bir manzume yazılmayacaksa besmelenin veya bu konudaki telmih ve iktibasların yer aldığı bir iki beyitten sonra “Allah adını anmak” sözünden tevhide intikal edilir. Maddî aşka dayalı bir hikâyeyi anlatan eserini XIV. yüzyılın sonunda bitiren Mehmed’in Işknâme’sinin başında yer alan üç tevhidden birincisinde bu tarzın en eski örneklerinden biri bulunmaktadır. Şair, “Çü bismillâh diye vü başlaya dil/Ferah ferhunde olur cân ile dil” beytiyle başladığı mesnevisinde besmeleyi dört beyitte işledikten sonra, “Pes imdi kullara farz oldu lâzım/Hemîşe zikrine ola mülâzım” diyerek tevhid konusuna intikal edip şiirini tamamlar (s. 63). Yine XIV. yüzyıl şairlerinden Şeyhoğlu Mustafa Hurşîdnâme’ye başlarken üç beyitle işlediği besmelenin arkasından tevhide geçer (s. 129). Dinî konulu mesneviler arasında nevinin en meşhur ve her bakımdan en değerlilerinden olan Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i de “Fî Tevhîdi Bârî” başlığı altında, “Allah adın zikredelim evvelâ/Vâcib oldur cümle işte her kula” şeklinde besmeleyi telmih edip konuyu birkaç beyitle işleyerek başlar. Halk arasında “Allah adın bahri” ismiyle de anılan bu tevhid bahrinin girişinde şair altı beyit halinde besmelenin fayda ve faziletini anlatmaktadır.

İlk eserlerdeki bu durum daha sonra hemen her konuda yazılmış çeşitli mesnevilerde bir usul halinde tekrar edilmiştir. Konunun tamamen besmeleye ayrıldığı manzumelerle başlayan mesneviler ise çoğunluktadır. Tabii olarak besmele ile ilgili her hususun geniş biçimde ele alındığı bu manzumeler on on beş beyitten başlayarak otuz kırk beyite kadar varmaktadır. Bunlar arasında karakteristik bir özellik gösteren Taşlıcalı Yahyâ Bey’in Gencîne-i Râz mesnevisinin başındaki şiir, beyit sayısı çok olan manzumelerin en önemlilerinden olduğu gibi besmelenin her harfindeki mânaları açıklamak üzere yazılmış mısralardan meydana gelen nâdir örneklerdendir. Şiirin doğrudan doğruya besmelenin harfleriyle ilgili beyitleri şöyledir: “Nokta kim ‘bâ’sı ile hem-demdir/Nokta-i dâire-i âlemdir//‘Sîn’i serdâr-ı selâmettir anun/Meddi bir cisr-i inâyettir anun//‘Mîm’i bâlây-ı muallâdır anun/‘Elif’i âli-i a‘lâdır anun//‘Elif’in remzi-durur ey âbid/‘İnnemallahu ilâhün vâhid’//Olmayan ilm-i ledün âgâhı/Bilemez lâm-ı kelâmullahı//‘Hâ’ gibi aç gözünü kalma melûl/Mâsivallahı ko Allah ile ol//İki ‘râ’ gurre-i îdeyn-i şerîf/İki ‘râ’ manzara-i nûr-ı latîf//‘Mîm’in altında o ‘nûn’ oldu mekîn/‘Nûn’ gibi ki olur zîr-i zemîn//Da‘vet-i rahmet-i Hakk’a gûyâ/‘Yâ’sı olmuştur anun harf-i nidâ//Yazılır gerçi ki mâ-tahte rahîm/Oldu tâc-ı ser-i mushaf ol mîm”. Hâkanî Mehmed Bey’in Hilye’sinin başındaki, “Besmeleyle edelim feth-i kelâm/Feth ola tâ bu muammâ-yı benâm” mısralarıyla başlayan yirmi iki beyitlik besmele mesnevisi de Türk edebiyatında bu konuda yazılmış en meşhur eserlerden biri kabul edilmektedir.

Yenileşme devri Türk edebiyatında genel özellik olarak gelenekten kopma, şekil ve muhteva bakımından Batı edebiyatı tesirinde kalma söz konusu olduğundan şairlerin çoğu divan tertip etmek yerine muhtelif zamanlarda çeşitli şiirlerinin toplandığı şiir kitapları neşretmeyi tercih etmişlerdir. Gerçi Şinâsi, Ziyâ Paşa, Leskofçalı Galib, Hersekli Ârif Hikmet Bey gibi divan tertip eden bazı şairlerle divan tertip etmeyen Recâizâde Mahmud Ekrem, Muallim Nâci, Abdülhak Hâmid Tarhan gibi şairler şiir kitaplarında tevhid, münâcât ve na‘ta yer vermekle beraber bunlarda konuyu ele alış ve işleyiş bakımından eskiye göre önemli bazı farklar görülmektedir. Bunun neticesinde de besmele ile ilgili müstakil şiirler yazılmadığı gibi ancak az sayıda bazı şairlerin şiirlerinde besmelenin doğrudan veya dolaylı olarak konu edildiği mısra ve beyitler görülebilmektedir. Nâmık Kemal’in bir gazelindeki, “Nâm-ı Ahmed nüsha-i îcâd-ı bismillâhtır” ve Mahmud Celâleddin Paşa’nın bu mânadaki bir atasözünden alınmış olan, “Şeytan karışır besmelesiz işlere derler” mısraları örnek olarak zikredilebilir.

Türk eğitim ve kültür tarihinde de besmelenin önemli bir yeri vardır. Halk


arasında “besmele cemiyeti” adıyla anılan ve âmin alayı*nın evde veya mektepte icra edilen kısmından ibaret olan “bed’-i besmele”, okuma yaşına gelmiş çocukların, yapılan bir merasim ve duadan sonra hocanın önünde ilk olarak besmele çekmesini, bir başka deyişle okumaya başlamasını ifade eder. Bed’-i besmele töreni mahalle halkı arasında maddî ve mânevî yakınlaşmayı sağladığı gibi zenginlerin birkaç fakir çocuğu daha okutmaya başlamasını temin edecek bir yardımlaşmaya da sebep oluyordu. Bunun yanında çocuklarda okuma, ana babalarda da okutma arzusunu arttırdığı, ilme ve ilim adamına saygı ve sevgiyi teşvik ettiği açıktır. Bu tören, çocuk için bebeklik çağından kurtulup yeni bir statü kazanma mânasını ifade ettiğinden, ayrıca hayatın yeni bir devresine başlamanın tescili, bir nevi “adam olma” yolunda atılan ilk adım sayılıyordu ve pedagojik değeri yüksek bir gelenek olarak bilhassa erkek evlât sahiplerinin sünnet düğünü kadar önem verdikleri bir mürüvvetti. Bed’-i besmele töreninde çocuk baştan aşağı yeni elbiseler giymiş olarak davetlilerin karşısına çıkar ve hocasının önüne diz çöküp otururdu. Hoca çocuğa bir besmele çektirir, “Rabbi yessir” duasını tekrar ettirir ve elifbânın ilk harfi olan elifi gösterirdi; daha sonra da bir aşr-ı şerif okunurdu. Ardından hoca tarafından öğrenciye, Allah’tan zihin açıklığı ve başarılar niyaz edilen “Rabbi zidnî ilmen” duası yapılarak tören bitirilirdi.

Bed’-i besmele törenine bağlı olarak ortaya çıkan mektep ilâhileri arasında besmele ilâhilerinden de söz etmek gerekir. Meselâ, “Yâ ilâhî başlayalım ism-i bismillâh ile/Bu duâya el açalım ism-i bismillâh ile//Sen kabûl eyle duâmız besmele hürmetine/İlmini eyle müyesser yâ ilâhe’l-âlemîn” beyitleriyle başlayan konu ile ilgili bir ilâhinin diğer beyitleri de benzer niyazları ihtiva etmektedir. İsmâil Hakkı Bey’in, ilk beyti, “Başlan bismillâh ile/Gelin tevhid edelim” olan uşşak ilâhisiyle bestekârları meçhul ve güftesi Nesîmî’ye ait, “Âyetinin safhasında gör ne yazmış ol kadîm/Okudum ol hattı bismillâhirrahmânirrahîm” beytiyle başlayan hüzzam ilâhileri, besmele konusunu işleyen diğer ilâhilere örnek olarak gösterilebilir. Garbî adlı bir Bektaşî şairinin, “Bâ-i bismillâhı bilmeyen fakı/Fâtiha okusa imam olamaz” beytiyle başlayan nefesi, besmele ile beraber Fâtiha sûresini de ele alarak bu iki âyetteki kelimelerin mânalarını Şîa ve Hurûfîlik esaslarına göre yorumlayan diğer bir örnektir. Ayrıca Sefil Abdal’ın, “Bâ-i bismillâh noktadır kadîm/Hasan ‘er-rahmân’dır Hüseyn ‘er-rahîm”‘ beyitlerinin yer aldığı nefesi de burada zikredilebilir.

Dinî konuları işleyen ninnilerde iktibas suretiyle en çok tekrar edilen ibareler arasında besmele gelmektedir. Annenin çocuğu üzerindeki ilk ve esaslı tesirinin ifadesi olan bu ninnilerde genel olarak besmele ile başlama, çocuğu besmele ile büyütme gibi duyguların terennüm edildiği görülmektedir: “Ninni der uyuturum/Besmeleyle büyütürüm/Ne yapalım böyle durum/Ninni yavrum ninni//Besmeleyle uyanır/0 nurlara boyanır/Buna can mı dayanır/Ninni yavrum ninni”.

BİBLİYOGRAFYA:

Şeyhoğlu Sadreddin Mustafa, Hurşîdnâme (nşr. Hüseyin Ayan), Erzurum 1979, s. 129; Süleyman Çelebi, Mevlid (nşr. Necla Pekolcay), İstanbul 1980, s. 53; Mehmed, Işknâme (nşr. Sedit Yüksel), Ankara 1965, s. 63; Ahmed Paşa Divanı (nşr. Ali Nihad Tarlan), İstanbul 1966, s. 1; Aşkî, Divan, Nuruosmaniye Ktp., nr. 3858, vr. 1b-2ª; Taşlıcalı Yahyâ Bey, Divan (nşr. Mehmed Çavuşoğlu), İstanbul 1977, s. 3; Hâkanî Mehmed Bey, Hilye-i Hâkanî, İstanbul 1309, s. 2-3; S. Nüzhet Ergun, Bektâşî Şairleri, İstanbul 1930, s. 123; Türk Musikîsi Klasiklerinden Bektaşî Nefesleri (İstanbul Konservatuarı neşriyatı), İstanbul 1933, IV, 188; Şengel, İlâhîler, III, 81; Amil Çelebioğlu, Türk Ninniler Hazinesi, İstanbul 1982, s. 20, 41 (nr. 6), 42 (nr. 26); Ali Birinci, “Mahalle Mektebine Başlama Merasimi ve Mektep İlâhileri”, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi (Bildiriler), Ankara 1982, s. 37, 41, 43, 45, 46; Töre, İlâhîler, V, 169, 187; İsmail Ünver, “Mesnevî”, TD, sy. 415-417 (1986), s. 433, 434, 464-468; Tahir Üzgör, “Türkçe Divan Dîbacelerine Dair”, TDA, sy. 67 (1990), s. 36, 38-41, 43; a.mlf., Türkçe Dîvân Dîbaceleri, Ankara 1990, s. 19, 38, 256, 288, 308, 318, 430; Dihhudâ, Lugatnâme, VII, 65; Pakalın, I, 192-193; R. Ekrem Koçu, “Bed‘i Besmele”, İst.A, V, 2367; Mustafa Öcal, “Âmin Alayı”, DİA, III, 63.

Mustafa Uzun