BEYNÛNET

البينونة

Koca ile karısı arasında meydana gelen kesin ayrılık mânasında bir fıkıh terimi.

Kelime anlamı “ayrılmak ve uzaklaşmak” demektir. Beynûnete yol açan boşanmaya ibâne, bu şekilde boşanmış kadına da mübâne denir.

Şartlarına uygun yeni bir nikâh olmaksızın geri dönülemeyecek tarzda evliliğe son veren boşama (bâin talâk) bunu ifade eden çeşitli sözlerle olur. Ayrıca nikâhtan sonra henüz zifaf gerçekleşmeden veya karı kocanın bir bedel karşılığında


anlaşmasıyla vuku bulan (hul‘ veya muhâlaa), yahut üçüncü boşama hakkının kullanılması suretiyle meydana gelen boşamalar da bâin talâk kabul edilir.

Beynûnet bâin talâkın meydana geliş şekline göre ikiye ayrılmaktadır. 1. Beynûnet-i suğrâ. Bir veya iki bâin talâkla gerçekleşen ayrılıktır. Böyle bir ayrılıkta taraflar yeni bir nikâh ve yeni bir mehirle tekrar evlenebilirler. 2. Beynûnet-i kübrâ. Üç talâkla meydana gelen ayrılığa denir. Beynûnet-i kat‘iyye de denilen bu tür ayrılıkta taraflar yeni bir nikâhla da olsa artık bir araya gelemezler. Bu kişilerin tekrar evlenmesi, boşanan eşin (zevce) başka biriyle evlenmesi ve bu evliliğin de boşama veya ölümle sona ermiş olması halinde mümkündür (bk. HÜLLE).

Her iki çeşit ayrılıkta da evlilik derhal sona erer ve ödenmesi ölüme veya boşamaya bağlanmış olan mehrin vadesi gelmiş kabul edilir. Böyle bir ayrılık her iki taraf için de mirasçılığa engeldir. Ancak boşama, ölümle sona eren bir hastalık (maraz-ı mevt) sırasında ve kadının rızası olmadan meydana gelir, koca da karısının iddeti bitmeden ölürse kadın ona mirasçı olur. Bu durumda kocanın karısını mirastan mahrum etmek için boşamış olduğu kabul edilir. Hanbelîler bu durumdaki kadının iddeti dolsa da başkasıyla evlenmedikçe mirasçı olacağı görüşündedirler. Mâlikîler’e göre kadının başkasıyla evlenmesi, maraz-ı mevtle ölen ilk kocasına mirasçı olmasına engel teşkil etmez. Şâfiîler ise bâin talâkla boşanan kadının her hâlükârda kocasına mirasçı olamayacağı görüşünü benimsemiştir. Kadının iddet süresi içinde ölmesi halinde kocanın ona mirasçı olamayacağı hususu dört mezhep tarafından ittifakla kabul edilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Mergînânî, el-Hidâye, İstanbul 1290, I, 250-251, 269; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, II, 73-74; İbn Kudâme, el-Mugnî, VIII, 272, 470 vd.; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-kadîr (Bulak), III, 173-175, 180; M. Ebû Zehre, el-Ahvâlü’ş-şahsiyye, Kahire 1377/1957, s. 309-311; Bilmen, Kamus², II, 175, 186-187, 229-230; Zekiyyüddîn Şa‘bân, el-Ahkâmü’ş-şer‘iyye fi’l-ahvâli’ş-şahsiyye, Beyrut 1978, s. 416-435; Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, VII, 434-436, 440, 451-456.

Orhan Çeker