BİKR

البكر

Cinsî münasebette bulunmamış kadın için kullanılan bir fıkıh terimi.

Kelime Arapça’da “bir işi erken yapmak, erken gelmek, acele etmek, öne geçmek” gibi mânalara gelen “bkr” kökünden türemiştir. Bu mânalara bağlı olarak her şeyin ilk ve orijinal olanına, cinsî açıdan aslî durumunu koruyan, yani evlenmemiş bulunan kadın veya erkeğe bikr denilmiştir. Arapça’da bu sonuncu anlamı ifade etmek üzere bekâret şeklinde bir köke de rastlanmaktadır. Türkçe’de bikrin karşılığı olarak kullanılan bâkire ise Arapça kullanım açısından galattır. Bikr kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de, henüz yavrulamamış ineği niteleyen bir sıfat olarak zikredildikten başka (el-Bakara 2/68) çoğul şekliyle (ebkâr) bir yerde hûriler (el-Vâkıa 56/36), bir yerde de bâkire kadınlar için (et-Tahrîm 66/5) kullanılmıştır. Bikr özellikle aile hukuku ile ilgili birçok hadiste yer almıştır (bk. Wensinck, MuǾcem, “bkr”, md.).

Bikr İslâm aile hukukunda, nikâh akdedilmiş olsun veya olmasın erkekle cinsî münasebette bulunmamış kadın mânasına kullanılır. Buna göre halvet*ten sonra bile olsa henüz cinsî münasebette bulunmadan ölüm, boşanma veya tefrik*le kocasından ayrılan kadın bikr sayıldığı gibi yüksek bir yerden atlama, düşme, hastalık, yaşlılık vb. sebeplerle bekâreti bozulan kadın da bikr kabul edilir. Bekâreti zina ile bozulan kadın, İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’den nakledilen meşhur görüşe göre bikr sayılmazken bir defa zina edip de ispat unsurlarının eksikliği sebebiyle kendisine had cezası uygulanmayan kadın, Ebû Hanîfe ile İmam Mâlik ve ayrıca Ahmed b. Hanbel’den nakledilen diğer bir gö rüşe göre bikr hükmündedir. Böyle bir kadının bikr sayılması, bikr olarak bilinen ve zinası ceza uygulanmasını gerektirecek şekilde alenîlik kazanmayan bir kadını topluma teşhir etmemek gayesini gütmektedir. Hanefîler hiçbir şekilde cinsî münasebette bulunmamış kadına bikr-i hakîkî, bu ikincisine de bikr-i hükmî demişlerdir. Bikrin karşıtı seyyib (dul) olup sahih veya fâsid nikâhla veya nikâh şüphesiyle yapılan cinsî münasebetle bekâreti bozulan kadın demektir. Zina sebebiyle bekâreti bozulan kadının seyyib hükmünde kabul edilip edilmeyeceği konusunda ise mezhepler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir (yk. bk.).

Bâkirelik İslâm hukukunda özellikle evlenme ehliyeti ve evlenmede kadının yahut velisinin rızâsının gerekli olup olmaması bakımından önem kazanmaktadır. Evlenme hususunda bâkire kadının tecrübesizliğinden hareket eden ve konuyla ilgili hadisler (bk. Şevkânî, VI, 134-140) üzerinde farklı yorumlarda bulunan fıkıh âlimleri muhtelif görüşler ileri sürmüşlerdir. Hanefîler evlenme ehliyeti bakımından bekârete önem vermezler. Onlara göre bu ehliyetin ölçüsü bulûğa ermektir. Bulûğa eren kadın, bâkire olsun veya olmasın, velisinin rızâsına gerek kalmadan evlenebilir. Henüz ergenlik çağına gelmemiş olanlar ise yerine göre ya ehliyetsiz veya noksan ehliyetli olacaklarından onlar üzerinde velilerinin icbar yetkisi vardır ve velilerinin rızâsı olmadan evlenemezler. Hanbelî mezhebinde de bir görüş bu yöndedir. Şâfiîler’e göre icbar velâyetinin esası bâkirelik olduğundan, bulûğa ersin veya ermesin, bâkire bir kadın ancak velisinin rızâsıyla ve onun tarafından evlendirilebilir. Bâkire olmayan kadın bulûğa ermişse izni olmadan evlendirilemez. Henüz ergenliğe ulaşmamışsa çocuğun izni muteber olmayacağından yine bulûğa ermedikçe evlendirilemez. Mâlikîler’e göre ise icbar velâyetinin esası küçüklük ve bekâret olduğundan, ister bâkire olsun ister olmasın, henüz bulûğa ermemiş kadın ile bulûğa ermiş bulunan bâkire ancak velisinin rızâsıyla ve onun tarafından evlendirilebilir. Hanbelî mezhebindeki diğer görüş de böyledir. Yine Mâlikîler’e göre ergenlik çağına gelmiş bâkire babası tarafından reşîd kılınırsa, yani üzerindeki hacir* kaldırılarak tam ehliyetli duruma getirilirse bulûğa ermiş dulda olduğu gibi ancak kendi rızâsı ile evlendirilebilir.

Evlenme konusunda icbar velâyetine sahip olan veliler Hanefîler’e göre asabe*, Şâfiîler’e göre yalnız baba ve baba tarafından dede, Mâlikî ve Hanbelîler’e göre ise yalnız baba ve onun vasîsidir (bk. VELÂYET).

BİBLİYOGRAFYA:

Tâcü’l-Ǿarûs, “bkr” md.; Tehânevî, Keşşâf, “bikr” md.; Wensinck, MuǾcem, “bkr” md.; Mustafavî, et-Tahkık, “bkr” md.; Sahnûn, el-Müdevvene, II, 155-156; Şîrâzî, el-Mühezzeb, II, 38; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, II, 5-6; İbn Kudâme, el-Mugnî (Herrâs), VI, 487-497; Şevkânî, Neylü’l-evtâr, VI, 134-140; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr (Kahire), III, 55, 63; Cezîrî, el-Mezâhibü’l-erbaǾa, IV, 30-36; Mv.F, VIII, 176-183.

Orhan Çeker