BURÛCİRDÎ

البروجردي

Hâcî Âgā Hüseyn Tabâtabâî (ö. 1875-1961)

Şîa dünyasında 1946-1961 yılları arasında tek merci-i taklîd kabul edilen İranlı âlim.

İran’ın batısındaki Burûcird şehrinde doğdu. Çok sayıda ilim adamı yetiştiren köklü bir aileye mensuptur. İlk öğrenimini Burûcird’de babası Seyyid Ali’den ve diğer hocalardan tamamladıktan sonra 1892’de İsfahan’a giderek başta Seyyid Muhammed Bâkır Derçâî olmak üzere Ebü’l-Meâlî Kelbâsî, Muhammed Takī Müderrisî, Muhammed el-Kâşânî, Molla Muhammed Kâşî ve Cihangir Han Kaşkâî gibi seçkin hocalardan fıkıh, usul, felsefe ve riyâzî ilimler tahsil etti. Bu arada usul dersleri okutmaya başladı. 1902’de Necef’e gitti ve Ahund Molla Muhammed Kâzım-ı Horasânî’nin okuttuğu usul dersleri halkasına katıldı. Ahund Muhammed Yezdî gibi diğer usul âlimleriyle tanıştı. Şeyhüşşerîa Fethullah b. Muhammed el-İsfahânî’den hadis (ricâlü’l-hadis) okudu. Sekiz yıl kadar kaldığı Necef’te ictihad icâzeti aldı ve daha sonra tekrar dönmek niyetiyle memleketine gittiyse de babası Seyyid Ali ve Necef’teki hocası Horasânî’nin 1911’de ölümleri üzerine Burûcird’de kalmaya karar verdi.

Burûcirdî, uzun süre kaldığı memleketinde özellikle hadis ve ricâl ilmi alanlarında pek çok talebe yetiştirdi. İlim ve takvâsı dolayısıyla şöhreti çevreye yayıldı. Güney ve Batı İran, kısmen Horasan ve Irak halkı kendisini merci-i taklîd* seçtiler. 1925 yılında hac farîzasını ifa ettikten sonra Necef’te sekiz ay kaldı.


İran’a dönünce Burûcird’de tekrar ders vermeye başladı. 1944 yılında Kum yoluyla Tahran’a gitti ve Fîrûzâbâdî Hastahanesi’nde geçirdiği bir ameliyattan sonra Kum ulemâsından bir davet mektubu aldı. Mektupta Burûcirdî’den Kum’a yerleşmesi ve 1921 yılında Abdülkerim Hâirî tarafından kurulan ve onun 1937’de ölümünden sonra faaliyetleri sekteye uğrayan Havze-i İlmî’nin yönetimini üstlenmesi isteniyordu. Daha önce bizzat Abdülkerim Hâirî de Burûcirdî’ye aynı teklifi yapmış, fakat Burûcirdî bu görevi kabul etmemişti. İkinci teklif üzerine 27 Aralık 1944’te aralarında Âyetullah Humeynî’nin de bulunduğu bir grup âlimle birlikte Kum’a giderek belirtilen görevi üstlendi. 1946 yılında Ebü’l-Hasan el-İsfahânî’nin ölümü üzerine Şiî dünyasının tek merci-i taklîdi olan Burûcirdî bu görevini Havze’nin ilmî liderliğiyle birlikte ölümüne kadar sürdürdü. Onun bu mevkiye getirilmesinin en önemli sebebi fıkıh anlayış ve öğretimine yeni boyutlar kazandırmış olmasıdır. Nitekim Necef ve İsfahan mekteplerini birleştirerek yeni fıkıh anlayışını Kum’da uygulamaya koymuş, müteahhirînin yazdığı birkaç hulâsaya inhisar ettirilen fıkıh öğretimini yanlış bularak fıkıh konularıyla ilgili âyet ve hadislerin yeniden ele alınmasında, ayrıca Şeyh Müfîd ve Ebû Ca‘fer et-Tûsî gibi mütekaddimînin eserlerinin okutulmasında ısrar etmiştir. Bu arada reisi bulunduğu Kum’daki dinî öğretim kurumlarında İsnâaşerî fıkhı yanında Sünnî ve Zeydî fıkıhlarının okutulmasını da sağlamıştır. Hâirî’nin ölümünden sonra Kum’dan Necef’e giden öğrenciler onun zamanında tekrar Kum’a geldiler. Kum medreselerinde 1944 yılındaki öğrenci sayısı 2500 civarında iken bu sayı 1955’te 4000’e, 1961’den sonra 6000’e yükseldi. Burûcirdî Kum ve Kerbelâ’daki öğrencilerin giderlerini de karşıladı, ayrıca Hindistan ve Pakistan’daki Şiî cemaat kuruluşlarına önemli yardımlar yapılmasını sağladı. İran’ın birçok bölgesindeki gönüllü yardımcılarının gönderdiği paralarla Kum’da Mescid-i A‘zam’ı, ayrıca hastahane ve yeni medrese binaları inşa ettirdi. İran’ın diğer şehirlerinde de cami ve medrese yapımı için büyük gayretler sarfetti.

Burûcirdî’nin dinî liderliği sırasında yürütülen yoğun eğitim ve kültür faaliyetleri sayesinde Kum şehri Necef’i geride bırakarak Şîa dünyasının en önemli dinî ve ilmî merkezi haline geldi. Ayrıca İran’da eğitim ve öğretim sistemindeki ikiliği ortadan kaldırmak ve modern bilgilerin İslâm ile uyuşacağını göstermek maksadıyla Câmia-i Ta‘lîmât-ı İslâmî tarafından açılan, dinî ve din dışı bilgilerin öğretildiği ilk, orta ve lise seviyesindeki okullar da geniş ölçüde desteklendi. Burûcirdî’nin en önemli hizmetlerinden biri de Sünnî-Şiî münasebetlerinin gelişmesine katkıda bulunması, bu arada Kahire’de bulunan Dârü’t-takrîb beyne’l-mezâhibi’l-İslâmiyye ve Ezher Üniversitesi ileri gelenleriyle irtibat kurmasıdır. Nitekim Ezher Rektörü Şeyh Mahmûd Şeltût’un, Şiîliğin Sünnîler’ce benimsenen diğer mezhepler gibi bir İslâm mezhebi olduğuna ve Ezher’de Şiî fıkhının öğretilmesi için bir kürsü ihdasının lüzumuna dair bir fetva neşretmesinde bu yakınlığın tesiri olduğu kabul edilmektedir.

Burûcirdî tek merci-i taklîd olduğu on beş yıl boyunca iç politikada sakin tavrını sürdürmüş, II. Dünya Savaşı sonrasındaki siyasî kavgalarda tarafsız kalmaya çalışmıştır. Daha önce anayasa hareketlerine katılan hocası Horasânî’nin çektiği sıkıntılardan dolayı politikadan nefret ediyordu. Öğrencilik yıllarında da Hacı Nûrullah İsfahânî’nin yönettiği anayasa hareketini protesto gösterilerine katıldığı için Rızâ Şah yönetimi tarafından kısa bir süre hapsedilmişti. Burûcirdî, mutedil tutumu dolayısıyla Tahran’da hastahanede iken ve daha sonra muhtelif vesilelerle şah tarafından ziyaret edildi. Havze’nin sakin ve politikadan uzak bir ortamda daha çok gelişeceğini düşünen Burûcirdî, Şubat 1949’da Kum’da düzenlediği bir konferansta ulemânın açıkça siyasî faaliyetlerde bulunmaması gerektiğini kesin bir dille ifade etti. Devlete karşı olan her harekette devlet yanında yer aldı; dini hedef alan olumsuz yayınların önlenmesi gibi konularda ise hükümete baskı yapılmasını destekledi. Bundan dolayı şaha karşı olan Fedâiyân-ı İslâm adlı radikal teşkilât onu açıkça eleştirip petrolün millîleştirilmesine muhalif olmakla suçladı. 1953’teki Muhammed Rızâ Şah-Musaddık çekişmesinde şah taraflısı olarak itham edilmesine rağmen bu konuda yeterli delil bulunmamaktadır. 1955’te tanınmış vâiz Ebü’l-Kāsım Felsefî tarafından başlatılan ve Bahâîler’in Tahran’daki Hazîretü’l-kuds adını verdikleri merkezin tahribine kadar varan olaylarda Burûcirdî, Felsefî’yi bu hareketinden ötürü takdir ettiğini açıkça belirtmiştir. Burûcirdî’nin 1959 yılında meclise sevkedilen toprak reformu kanun tasarısına karşı çıkması ve bunun İslâm’a aykırı olduğunu ileri sürmesi dikkat çekicidir. 23 Ocak 1960’ta Bihbehânî’ye gönderdiği bir mektupta, özel ziraî arazinin tahdidinin İslâm fıkhına aykırı olduğunu belirterek mecliste tasarı aleyhinde muhalif bir grup oluşturup mücadele etmesini teklif etmiştir.

Burûcirdî’nin Humeynî ile ilişkilerinin değerlendirmesini yapmak oldukça güçtür. Bununla birlikte Humeynî’nin Burûcirdî’yi Kum’a götüren ulemâ arasında bulunduğu, onun merci-i taklîd olmasını desteklediği, muhtelif yerlerdeki âlimleri bu konuda ikna etmek maksadıyla seyahatlere çıktığı bilinmektedir. Humeynî bütün bunları yaparken büyük bir ihtimalle Burûcirdî’nin Havze-i İlmî’yi şah rejimi aleyhinde faaliyete geçireceği ümidini taşımaktaydı. Fakat Humeynî’nin Burûcirdî’den beklentileri gerçekleşmemiştir (bk. Algar, s. 378).

Burûcirdî 31 Mart 1961’de Kum’da vefat etmiş ve oradaki Mescid-i A‘zam girişinin yakınına defnedilmiştir.

Fıkıh, hadis, tarih ve diğer İslâmî ilimlerle meşgul olan Burûcirdî’nin yazdığı eserlerin sayısı yirmi civarında olup bunlardan sadece CâmiǾu ehâdîsi’ş-ŞîǾa’nın Kum’da 1405’te (hş.) basılmaya başlandığı tesbit edilmiştir. Daha çok hâşiye tarzında ve muhtelif hadis kitaplarındaki senedlerde bulunan râvilerin güvenilirliği konusunda yazdığı diğer eserleri henüz basılmamıştır (eserlerinin tam listesi için bk. AǾyânü’ş-ŞîǾa, VI, 94).

BİBLİYOGRAFYA:

Dihhudâ, Lugatnâme, VII, 979; Ferheng-i Fârsî, V, 262-263; AǾyânü’ş-ŞîǾa, VI, 92-94; Âga Büzürg-i Tahrânî, AǾlâmü’ş-ŞîǾa, Meşhed 1404, I/2, s. 605-609; Bahşâyîş-i Akīkī, Fukahâ-yı Nâmdâr-ı ŞîǾa, Kum 1405, s. 447-453; Moojan Momen, An Introduction to Shi‘i Islam, New Heaven-London 1985, s. 312; Abdul-Hadi Hairi, “Burūdjirdī”, EI² Suppl. (İng.), s. 157-158; Hamid Algar, “Borūjerdī”, EIr., IV, 376-379.

Mustafa Öz