CÂİZ

الجائز

Dinen veya hukuken yapılmasına izin verilen veya serbest olan fiilleri ifade eden bir terim.

“Geçip gitmek, mümkün, geçerli ve serbest olmak” gibi anlamlara gelen cevâz kökünden türemiş bir isim olup İslâm hukukunda bir söz ve davranışın dinî veya hukukî esaslara uygunluğunu, yapılmasının serbest ve geçerli olduğunu belirtmek için kullanılmıştır.

Kur’an’da birtakım fiillerin serbest olup yasak veya günah grubuna girmediği değişik ifade tarzlarıyla bildirilmişse de bunun için câiz kelimesi kullanılmamıştır. Hadislerde ise kelime terim anlamıyla yer almıştır (meselâ bk. İbn Mâce, “Ahkâm”, 23; Ebû Dâvûd, “Akdiye”, 12, “Dahâyâ”, 6). İlk devirlerden itibaren İslâm âlimleri tarafından çok yaygın bir şekilde kullanılan câizin (câiz olur-câiz olmaz) giderek İslâm hukukunun belli alanlarında farklı kullanım ve anlamlar kazandığı görülmektedir.

Fıkıh usulünde câizin, dinin beş temel teklifî hükmünden (aş.bk.) biri olan mubah ile yakın ilgisi vardır. Aralarında Gazzâlî’nin de bulunduğu bir grup usulcüye göre câiz mubah ile eş anlamlı olup kişinin yapma veya yapmama hususunda dinen serbest bırakıldığı fiilleri ifade eder. Bu anlamda câiz, yapılması zorunlu olan vâcip ile yapılması tavsiye edilen menduptan farklıdır. Fakat Cemâleddin İbnü’l-Hâcib, Sadrüşşerîa, İbnü’l-Hümâm, İbn Abdüşşekûr gibi bazı usulcülere göre câiz, mubahın yanı sıra dinen veya aklen imkânsız olmayan yahut iki yönü de eşit olan fiilleri de ifade eder. Bu anlayışa göre câiz mubahtan daha kapsamlı bir kavram olup haram ve tahrîmen mekruh dışında kalan teklifî hükümlerin hepsini, diğer bir ifadeyle vâcip, mendup, mubah ve tenzîhen mekruhu içine alır. Ancak bu ikinci tanım, biraz da kelâm ve mantık ilmindeki câizi de tarif kapsamına alma gayretinden kaynaklanmaktadır.

Fıkıh usulünde câiz konusunda ortaya çıkan bir başka tartışma da cevazın şer‘î hüküm olup olmadığıdır. Çoğunluğu teşkil eden usulcüler şer‘î hükmü vücûb, hurmet ve cevaz=ibâha şeklinde üç temel kategoride ele almış, cevazı da “şâri‘in hitabının bir sonucu” olarak değerlendirip onu şer‘î hükümden saymıştır. Aralarında bazı Hanefî ve Şâfiîler’in de bulunduğu diğer usulcüler ise cevazı, “şeriat ve kanunun kapsamı dışında kalan, hakkında hüküm verilmemiş veya serbestlik bildirilmiş aslî durum” olarak tanımlamış, eşyada ibâhanın esas olduğundan hareketle câizi de “şâri‘in hitabının yokluğunun sonucu” şeklinde açıklamışlardır.

Fıkıh kaynaklarında ise câiz genelde, işlenmesine bir günahın terettüp etmediği fiilleri ifadede ve fiilin dinî hukuka (şer‘) uygunluğu anlamında kullanılır. Bu anlamda câiz ile helâl ve meşrû kavramları arasında yakın ilgi vardır. Nitekim helâl ile câiz, “helâl olmaz” ile “câiz olmaz” ifadelerinin fürû kitaplarında eş anlamlı olarak sık sık kullanıldığı görülür. Diğer yönden özellikle Hanefî kaynaklarında akidlerin Kur’an’a, Sünnet’e ve hukuk mantığına uygunluğu belirtilirken zaman zaman meşrû yerine câiz tabiri de kullanılmaktadır.

İslâm hukukçuları ibadet, fiil, akid ve hukukî işlemleri sahih, bâtıl ve fâsit şeklinde hukukî bir değerlendirmeye tâbi tutmalarının yanı sıra onları dinî esaslar veya dinin yazılı kaynakları ışığında geliştirdikleri rey açısından da değerlendirmişler ve burada da genelde câiz tabirini kullanmışlardır. Bu anlamda câiz, bilhassa ibadet alanında sahih ile eş anlamlı ise de muâmelâtta “kazâen hüküm-diyâneten hüküm” ayırımına paralel olarak sahihten daha farklı bir anlam kazanmıştır. Bu yönüyle câiz, daha çok konunun dinî açıdan değerlendirmesini ifade eder. İlk nesil İslâm hukukçularında bu ayırıma pek rastlanmamakta ise de (bk. Buhârî, “Şehâdât”, 8; Dârimî, “Vesâyâ”, 15) sonraki devirlerde bu ayırım doğrultusunda kullanımın geliştiği görülmektedir. Bundan dolayı, meselâ kaynaklarda geçen “kendisiyle abdest veya temizlenmenin câiz olduğu sular”, “namazın, secdenin câiz olması” gibi ifadelerdeki câiz ile sıhhat kastedilmişken âyet veya hadisle yasaklanmış bazı alışveriş türlerinin câiz görülmemesi, fakat sahih yani hukukî sonuç doğurabilir kabul edilmesi bu ayırımla açıklanabilir.

Câiz kelimesi, genel akid nazariyesi alanında da giderek özel bir anlam kazanmış, özellikle Hanefî ekolü dışındaki hukuk ekolleri gayri lâzım akidleri “câiz akidler” olarak vasıflandırmıştır. Diğer bir ifadeyle “câiz akid” âriyet, vedîa, vekâlet akidlerinde olduğu gibi iki tarafın veya rehin ve kefalet akidlerinde olduğu gibi ilgili tek tarafın dilediğinde feshetme imkânına sahip olduğu akid nevini ifade eder.

Sorumluluk hukuku açısından câiz, zararlı sonuçları olsa da kanunî sınırı aşmayan, hukuken izin verilmiş fiil demektir. Bu anlamda cevaz hukukî ve cezaî mesuliyeti kaldırır. Nitekim, “Cevâz-ı şer‘î zamâna (tazmine) münâfî olur” (Mecelle, md. 91) küllî kaidesinde söz konusu edilen


şer‘î cevaz da bir işin yapılması veya terkedilmesi yönünde hukukun başta tanıdığı mutlak müsaade anlamındadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-Arab, “cvz” md.; Dârimî, “Vesâyâ”, 15; Buhârî, “Şehâdât”, 8; İbn Mâce, “Ahkâm”, 23; Ebû Dâvûd, “Akdiye”, 12, “Dahâyâ”, 6; Nesâî, “Rukbâ”, 1-2, “Umrâ”, 1-2; Bâcî, Kitâbü’l-Hudûd fi’l-usûl (nşr. Nezîh Hammâde), Humus 1973, s. 59-60; Gazzâlî, el-Müstasfâ, I, 73-74; Mahfûz b. Ahmed el-Kelvezânî, et-Temhîd fî usûli’l-fıkh (nşr. Müfîd Muhammed – Ebû Ameşe), Cidde 1985, I, 67; Âmidî, el-İhkâm, I, 117; İbnü’l-Hâcib, Muhtasarü’l-Müntehâ, Bulak 1316 → Beyrut 1983, II, 5-6; Sadrüşşerîa, et-Tavzîh, I, 11; İbnü’l-Hümâm, et-Tahrîr, II, 143-144; İbn Abdüşşekûr, Müsellemü’s-sübût, I, 103-104; Mecelle, md. 91; Joseph Schacht, An Introduction to Islamic Law, Oxford 1964, s. 120-123; Muhammed Selâm Medkûr, Nazariyyetü’l-ibâha inde’l-usûliyyîn ve’l-fukahâ, Kahire 1965, s. 89-91; Mansûrîzâde Saîd, “Cevâzın Şer’î Ahkâmdan Olmadığına Dair”, İslâm Mecmuası, X, İstanbul, ts., s. 295-303; İzmirli İsmail Hakkı, “Cevâzın Ahkâm-ı Şerîatten Olup Olmadığı”, SR, XII/303-307 (1332), s. 296-301, 315-319, 326-329, 345-351, 358-360; XIII/329-332 (1333), s. 128-129, 135-137, 144-145, 152-153; Chafik Chehata, “Djāǿiz”, EI² (İng.), II, 389-390.

Ali Bardakoğlu