ÇAN

Bir olayı duyurma, haberleşme, alarm gibi pratik amaçlar yanında kötü ruhları ve cinleri kovma, halkı ibadete çağırma gibi maksatlarla kullanılan bir alet.

Eski Türkler’de gang, çang, çeng, çong, çung; bazı Batı dillerinde clocca, signum, campana, nola, cloche; Arapça’da nâkūs, ceres; Farsça’da nâkūs ve zeng kelimeleriyle ifade edilir. İlk defa nerede ve ne zaman ortaya çıktığı kesin olarak bilinmemektedir. Bazı yazarlar ahid sandığı*nın bulunduğu kutsal mekâna girenlerin giymesi gereken Hz. Hârûn’un özel elbisesine asılı çıngırakları çanla ilgili ilk işaretler saymışlarsa da (ERE, VI, 313) mevcut bilgilere göre muhtemelen çan ilk defa milâttan önce 1000 yıllarında Çin’de kullanılmaya başlanmış ve buradan Batı’ya doğru yayılmıştır. Çanın başlangıçta insanları tehlikelerden korumak maksadıyla kullanıldığı sanılmaktadır. Nitekim bazı eski toplumların, yeryüzünü doldurduğuna inanılan kötü ve zararlı cinleri insanlardan uzaklaştırmak için çan çaldıkları bilinmektedir. Hıristiyanlardaki çan kültünün de böyle bir hurafeden kaynaklandığı sanılmaktadır.

Çanın, cinleri veya kötü ruhları kovma fonksiyonu yanında Doğu’da ve Batı’da yaygınlık kazandıkça kullanım alanları da çoğalmıştır. Budist merasimlerinde çanlar önemli bir rol oynardı, tapınaklara çan asılır ve ibadete çağırmak için çalınırdı. Brahmanlar’da çan kurban merasiminin vazgeçilmez unsuru idi ve düşmanlara korku salan sesiyle bir güç kaynağı sayılırdı. Madraslı Todolar, tanrıyı boynunda çan asılı bir boğa şeklinde resmederlerdi. Burma’da çoğunlukla kutsal mekânlarda çan bulunurdu. Batı Afrika’da büyücü kâhinler / doktorlar suç işleyenlerin evlerinin önünde çan çalarak dolaşır ve bu şekilde onlara bir tür mânevî ceza verirlerdi. Grekler’de pazarın veya hanların açılışını duyurmak, birine gece nöbeti geldiğini haber vermek gibi basit işler yanında ölü gömerken kötü ruhların oradan uzaklaştırılması maksadıyla da kullanılırdı. Atina’daki Proserpine rahipleri halkı ibadete çağırmak için çan çalarlardı. Akdeniz çevresinde Geç Roma dönemine kadar ibadete çağırmak maksadıyla çan çalınmamıştır. Nitekim eski Mısır, Filistin ve Asur’da bunun için trampet kullanılırdı. Yahudiler ve Hintliler’de aynı maksatla boru çalındığı bilinmektedir. Eski Amerika’da da metal çan kullanılmıştır. Pueble Kızılderilileri sihir maksadıyla çan veya çıngırak takarlardı. New Mexico ve Arizona’daki eski şehir kalıntılarında bakır çanlar bulunmuştur (ERE, VI, 313 vd.).

Hıristiyanlık’tan önce eski Yunan ve Roma’da çan kullanımı mevcut olmakla birlikte ilk üç asır boyunca hıristiyanlara yapılan zulüm ve baskılar karşısında ibadetler gizli ifa edildiğinden çan çalma yoluna gidilememiştir. Hıristiyanlar bu imkâna ancak Milano Fermanı’ndan sonra kavuşabildiler (m.s. 313). Hıristiyanlık dünyasında çanın ibadete davet aracı olarak kullanılmasına Kuzey Afrika manastırlarında başlanmış (V-VI. yüzyıl), daha sonra da Batı ülkelerine yayılmıştır. VIII. yüzyıldan itibaren piskoposlar tarafından “mukaddes su” ile yıkanan çan (çan vaftizi), böylece kilisenin aslî unsurlarından biri haline gelmiştir. Çan vaftizi, çanın aslında put olduğu, kutsal su ile yıkanmak suretiyle hıristiyanlaştırılması gerektiği inancından kaynaklanmıştır. Bu uygulamada çanın vaftiz edilerek koruyucu gücünün arttırılabileceği kanaatinin de tesiri olmuştur. Her ne


kadar Charlemagne 789’da çana uygulanan vaftizi reddetmişse de gelenek reforma kadar yaşadı ve bugün Batı’da hâlâ varlığını sürdürmektedir.

Çanlar önceleri elle çalınırken daha sonra motorla da çalıştırılmaya başlanmıştır. Kiliselerin durumlarına göre çeşitli büyüklükte çanlar kullanılmaktadır. Meselâ Köln Katedrali’nin çanı 25 ton, Kremlin Katedrali’ninki ise 219 tondur. Bazı çanlar tarihî değerleri dolayısıyla müzelerde korunmaktadır (meselâ Edinburg Müzesi’ndeki St. Filians Bell, Köln Müzesi’ndeki Sautfang çanı gibi). Amerika’daki Liberty Bell, Londra’da Westminster Kilisesi’ndeki Big Ben ve Çin’de Peiping’deki 60 tonluk çan dünyanın en tanınmış çanlarındandır.

Arapça’da çan için kullanılan ceres ve nâkūs kelimeleri Kur’ân-ı Kerîm’de geçmez, ancak hadislerde her ikisi de kullanılmıştır. Hz. Peygamber, vahiy çeşitlerinden biri hakkında bilgi verirken kendisi için en şiddetlisi olduğunu belirttiği bu vahyin ona zaman zaman “ceres sesi” gibi geldiğini söylemiştir (Buhârî, “Bedǿü’l-vahy”, 2, “Bedǿü’l-halk”, 6; Müslim, “Fezâil”, 87). Bu ses bir çan sesinin heybetiyle açıklanıp böylece Hz. Peygamber’in halktan Hakk’a, mülkten melekûta yöneldiği düşünülmüşse de ceresin “gizli, yavaş, dışarıdan duyulayamayacak kadar hafif ses” şeklindeki kök anlamı göz önünde bulundurularak bunun bir çeşit sinyal veya alarm olarak açıklanması daha uygun görülmektedir. Zira Arapça’da nâkūs tamamen çan için kullanılırken ceresle ilgili kelimeler madenî çanın dışında birbirine çarptıkça ses çıkaran şeylerden yapılan zil, çıngırak anlamı da taşımaktadır. Meselâ ezanla ilgili hadislerde bazı sahâbîlerin çan çalmayı teklif ettikleri yolundaki rivayetlerde tokmağı ağaçtan olan çanı ifade eden nâkūs kelimesi geçmektedir (bk. Buhârî, “Ezân”, 1, “Enbiyâ”, 50, Müslim, “Salât”, 1; Tirmizî, “Salât”, 1). Başka bir hadiste bir adamın taşıdığı tahta çandan söz edilirken de bu kelime kullanılmıştır (bk. Dârimî, “Salât”, 3; İbn Mâce, “Ezân”, 1; Ebû Dâvûd, “Salât”, 28).

Hz. Peygamber, kendi ümmetini başka dinlerin gelenek ve merasimlerinden uzak tutmak amacıyla bazı uyarılarda bulunmuştur. Çan konusu da bunlardan biridir. Nitekim bir hadise göre içinde çan bulunan eve melekler girmez (Müsned, II, 366, 372; Ebû Dâvûd, “Hâtim”, 6; Nesâî, “Zînet”, 54). Bir başka hadiste de, “Çan şeytanın düdüğüdür” (Müslim, “Libâs”, 104; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 46, “Hâtim”, 6) denilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Feyyûmî, el-Misbâhu’l-münîr, Beyrut 1987, s. 37, 237; Duden Lexikon, Mannheim 1967, II, 900; DCR, s. 134, 460; el-Muvattaǿ, “Kurǿân”, 7; Müsned, II, 148, 366, 372; IV, 43; VI, 158, 163, 257; Dârimî, “Salât”, 3; Buhârî, “Ezân”, 1, “Enbiyâ”, 50, “Bedǿü’l-vahy”, 2, “Bedǿü’l-halk”, 6; Müslim, “Salât”, 1, “Libâs”, 104, “Fezâil”, 87; İbn Mâce, “Ezân”, 1; Ebû Dâvûd, “Salât”, 28, “Hâtim”, 6, “Cihâd”, 46; Tirmizî, “Salât”, 1, “Menâkıb”, 7; Nesâî, “Ezân”, 1, “Zînet”, 54, “İftitâh”, 37; Aynî, ǾUmdetü’l-kārî, Kahire 1392/1972, XII, 69-70; TA, III, 352-353; ERE, VI, 313 vd.; ABr., VI, 307-308; Büyük Larousse, İstanbul 1986, V, 2560-2561.

M. Süreyya Şahin