CEBELÜ

Osmanlılar’da timar sahiplerinin sefere götürmekle yükümlü oldukları tam teçhizatlı asker.

“Silâh, zırh” anlamına gelen Moğolca cebe kelimesinden Türkçe +lü ekiyle türetilen cebelü (cebeli) “zırhlı, teçhizatlı asker” demektir. Moğollar’da ve Osmanlılar’dan önceki Türk-İslâm devletlerinde cebe askerî bir terim olarak cebepûş şeklinde geçmektedir. Osmanlılar’da da hemen hemen aynı mânada kullanılmakla beraber timar teşkilâtı içindeki uygulamayı belirten özel bir anlam kazanmıştır.

Cebelü asker, timar sahibinin geliriyle doğrudan ilgili olup sayıları bu gelirlere göre tesbit edilmiştir. II. Murad devrine ait 1431 tarihli Arvanid Sancağı Defteri’nde bu uygulamanın ilk örnekleri yer almaktadır. Bu deftere göre geliri 1000 akçenin altında olan timar sahipleri “kendüleri cebelü” ifadesiyle belirtilmiştir. Yani bunlar bizzat tam teçhizatlı olarak sefere katılacaklardı. 1500-2000 akçe timarı olanlar yine kendileri cebelü ve yanlarında kendi hizmetlerini gören bir “gulâm” veya “oğlan” getirmekle yükümlü tutulmuşlardı. 2000 akçenin üstünde timarı olanlar ise kendileri “bürüme” denilen mükemmel bir zırh ile ve gelirlerinin durumuna göre belirli sayıda tam teçhizatlı cebelü ile sefere katılırlardı. Meselâ 16.410 akçelik geliri olan bir sipahi, bürüme ile sefere katılmak ve ayrıca üç cebelü, bir gulâm ve çadır getirmekle yükümlüydü. Yine aynı deftere göre Arnavud Belgradı (Berat) subaşısı olup 50.762 akçelik geliri olan Adlu Bey on cebelü ile sefere gitmekteydi.

Cebelü miktarları Fâtih Kanunnâmesi ile standart hale getirildi. Buna göre 1000 akçe timarı bulunan kendi cebelü, 2000 akçe timarı olan kendi cebelü ve bir gulâm, 4000-5000 akçelik timar sahibi kendi bürüme ve bir cebelü, 9000 akçeye kadar iki cebelü, 9000-11.000 akçelik timar sahipleri üç cebelü, 12.000 akçelik timarı olanlar dört cebelü, 15.000 akçelik timarı bulunanlar ise beş cebelü getirmeye mecburdu. 15.000’i aşan timarların her 3000 akçesi için bir cebelü çıkartılırdı.

Bu genel hükümlere rağmen Fâtih dönemine ait bazı tahrir defterlerinde farklı rakamlara da rastlanmaktadır. Meselâ 867 (1463) tarihli Ankara Sancağı Defteri’ne göre 370 akçelik bir timar sahibi bir cebelü ile sefere giderken (BA, MAD, nr. 9, vr. 187ª) 835 akçelik timar sahibi bürüme ile, 945 akçe timar geliri olan ise bir cebelü ile sefere katılıyordu. Bununla beraber Fâtih dönemine ait 1455 tarihli Teke-ili (BA, MAD, nr. 14), yine aynı tarihli Tırhala (BA, MAD, nr. 10) ve 1465 tarihli Akşehir (BA, MAD, nr. 241) defterlerinde kanunun genel hükümleri


aynen uygulanmıştır. Tırhala Sancak Beyi Ömer Bey sefer sırasında altmış üç cebelü getirirken Akşehir Beyi Ali Bey’in bir oğlu Anadolu’ya sefer olduğunda 300, Rumeli’ye sefer olduğunda elli cebelü ile gelirdi.

Ayn Ali Risâlesi’ne göre XVI. yüzyıl sonlarında timar sahipleri 3000 akçelik gelire karşılık bir cebelü, 10.000’den 20.000’e kadar olan gelirleri için üç cebelü çıkarırlardı. Subaşılar gelirlerinin her 4000 akçesi, zeâmet sahipleri ve sancak beyileri her 5000 akçesi için tam teçhizatlı bir cebelü getirirlerdi. Böylece en düşük gelire sahip bir beylerbeyi 200-300, sancak beyi ise 100-150 cebelü ile sefere katılırdı.

XV. yüzyıla nisbetle XVI. yüzyılda askere olan ihtiyacın biraz daha artması cebelü sayısının da fazlalaşmasına yol açtı. II. Bayezid devrinde cebelü sayısı 5372 olan Anadolu eyaletinde bu rakam 1560-1580’lerde 10.000’i aştı. XVI. yüzyılın sonlarına doğru sadece Anadolu eyaletinden 17.000, Rumeli eyaletinden ise 33.000 cebelü sağlanıyor ve böylece devlet hemen hiçbir masraf yapmaksızın önemli sayıda asker temin etmiş oluyordu. XVII. yüzyılın başlarına ait bir yoklama defterine göre zeâmet, timar sahipleri ve cebelülerin sayısı Anadolu kısmındaki eyaletlerde 373.890, Rumeli kısmındaki eyaletlerde ise 127.883 idi. Ayrıca Rumeli’de yaya-müsellem statüsünde teşkilâtlanmış olan yörüklerin ve voynuk statüsündeki gayri müslimlerin sefer sırasında çıkardıkları “eşkinci”ye de cebelü denirdi.

Fâtih kanununa göre cebelü mızrak, kılıç, ok, yay ve kalkan gibi silâhlar taşır, süvari olarak sefere katılırdı. Kanun hükümlerine göre bir sipahinin cebelüsü yolda firar ederse, sipahi onun yerine bedel olarak bir başkasını koymak mecburiyetinde idi. Yapılan yoklamalarda sipahiler ve cebelülerin teftişini doğrudan beylerbeyiler yürütürlerdi. Sipahi, cebelüsünü genellikle timar toprağındaki köy ahalisinden seçerdi. Köylerde özellikle bennâk* kayıtlı, evli ve çok az toprağa sahip olan veya hiç toprağı bulunmayan kişiler cebelü olarak tercih edilirdi. Nitekim 1463 tarihli Ankara Sancağı Defteri’nde bennâkler arasında kayıtlı “cebelü bennâk” tabiri bu durumun bir işareti olmalıdır (BA, MAD, nr. 9, vr. 18b, 19ª). Ayrıca sipahinin kendi oğullarını veya yakınlarını da cebelü olarak götürdüğü düşünülebilir. Çünkü “ibtidâ”dan timara geçişte, savaşlarda büyük yararlıklar gösteren cebelülerin şansları daha fazla idi.

Sadece normal timarlar değil aynı zamanda tasarruf bakımından bazı özelliklere sahip diğer timarlar da cebelü çıkartırlardı. Meselâ eşkincili mülk timara sahip olanlar cebelü çıkartmakla mükellef tutulmuşlardı. Bunların cebelüleri sefere gitmezse, timarlarının bir yıllık hasılatına devlet tarafından el konulurdu. Ayrıca yurtluk ve ocaklık olarak temlik edilmiş sancak ve has sahipleri de belirli sayıda cebelü getirtmekte idiler. Münâvebe statüsündeki timarlar ise cebelü çıkartmakla yükümlü değillerdi. Yaşları küçük olan timar sahipleri sefere gidecek yaşa geldikleri vakit cebelü getirmekle mükellef tutulurdu. Sipahiler gelirleri karşılığı cebelü çıkartmazlarsa, kendilerinden “bedel-i cebelü” adı altında vergi talep edilirdi. Cebelü bedeliyesi uygulaması hazinenin paraya olan ihtiyacı sebebiyle XVII ve XVIII. yüzyıllarda yaygınlaştırılmıştır. Yeni savaş tekniklerin ortaya çıkması ve timar sisteminin giderek bozulması sonucu bu askerî teşkilât zamanla önemini yitirmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, MAD, nr. 9, vr. 18b, 19ª, 75b, 187ª; nr. 10, vr. 1ª-b, 140b; nr. 14, vr. 181b, 191b, 120b, 203b; nr. 66, vr. 11b, 14b; nr. 241, vr. 27ª, 29ª; BA, TD, nr. 370, s. 96; Hicrî 835 Tarihli Sûret-i Defter-i Sancak-ı Arvanid (nşr. Halil İnalcık), Ankara 1954, s. 1-120; Ayn Ali Efendi, Kavânîn-i Âl-i Osmân, s. 39, 40, 43, 47; Avnî Ömer Efendi, “Kanûn-i Osmânî Mefhûm-i Defter-i Hakânî” (nşr. İ. H. Uzunçarşılı), TTK Belleten, XV/59 (1951), s. 390; Kitâb-ı Müstetâb (nşr. Yaşar Yücel), Ankara 1974, s. 15-16; Moğolların Gizli Tarihi (trc. Ahmet Temir), Ankara 1986, s. 147; P. Rycaut, State of the Ottoman Empire, London 1668, s. 172-183; Kanunnâme-i Âl-i Osmân (nşr. Mehmet Ârif, TOEM ilâvesi), İstanbul 1329, s. 11-13; Code de Lois Coutumières de Mehmet II: Kitāb-ı qavānīn-i ǾOsmanī (nşr. N. Beldiceanu), Wiesbaden 1967, vr. 9b-10ª, 11b-12ª; V. P. Mutafcaieva – Str. Dimitrov, Sur l’Ztat du système des timars, des XVIIe-XVIIIe ss., Sofia 1968, s. 26, tablo IV; Doerfer, TMEN, I, 284-286; N. Beldiceanu, XIV. yüzyıldan XVI. yüzyıla Osmanlı Devletinde Tımar (trc. Mehmet Ali Kılıçbay), Ankara 1984, s. 36-37, 88, 90; İlhan Şahin, “Tımar Sistemi Hakkında Bir Risale”, TD, XXXII (1979), s. 911-921; Tuncer Gülensoy, “Cebe Adı Hakkında”, Atsız Armağanı, İstanbul 1976, s. 257-265; O. F. Sertkaya, “Kelime Dağarcığımızdan (2): CEBELÜ ‘zırhlı’ ve YALANêAÇ YALINêAÇ ‘Çıplak”‘, TDl., LVI/439 (1988), s. 2-3; Ömer Lûtfi Barkan, “Timar”, İA, XII/1, s. 289; Halil İnalcık, “Djebeli”, EI² (İng.), II, 528-529; a.mlf., “Cebelî”, UDMİ, VII, 106-107.

Feridun Emecen