ÇEŞM

چشم

Edebiyat ve tasavvufta bir remiz; Fars edebiyatı ile Türk divan edebiyatında çeşitli anlamlarda kullanılan bir mazmun ve tasavvuf terimi.

Farsça’da “göz; tavla zarlarında sayıları belirleyen siyah noktalar; vav (و), kaf (ق) ve fâ (ف) gibi harflerin başlarında bulunan yuvarlak içindeki beyaz kısım”, mecazen “ümit, özlem; yakınlık, ön; aziz” anlamlarına gelir. Eski Farsça’da (Avesta dili) çeşmân, Orta Farsça’da çeşme ve bugün yaşamakta olan Gîlekî, Simnânî v.b. lehçelerde cum, ceş ve cim şekillerine rastlanan çeşm kelimesinin Firdevsî döneminde (IV./X. yüzyıl sonu ve V./XI. yüzyılın başları) cişm şeklinde telaffuz edildiği, hişm kelimesiyle kafiyelendirilmesinden anlaşılmaktadır.

Gözün insan ilişkileri üzerinde büyük etkisi vardır. Bazı gözlerin büyüleyici ve insanı tesir altına alma gücü özellikle güzel sanatlarla uğraşan kimseleri etkilemiş, onların başlıca konularından biri olmuş ve göz, şekli ve bakışı açısından çok değişik şekillerde yorumlanmıştır.

Fars edebiyatı ile Türk divan edebiyatında çeşmin çok geniş bir kullanım alanı vardır. Şairler gözü genellikle “çeşm-i şehlâ” (yarı şaşı), “çeşm-i keşîde” (dar ve çekik göz), “çeşm-i hâb-âlûd” (uykulu, mahmur göz) ve “çeşm-i mey-gûn” (şarap renkli göz) olmak üzere dörde ayırmakla birlikte ona atfettikleri sıfatlarla bu sayının çok üstüne çıkarlar. Gözün renginin de önemi vardır. Genellikle göz güzelliğinin ölçüsü olarak ceylanın gözü örnek alındığı için siyah, göz renklerinin başta gelen sıfatlarından biri olmuştur ve şairler için en makbul insan gözü ceylanın gözüne benzeyen gözdür. Edebî metinlerde siyahın yanı sıra elâ gözlere ve çok defa nergise ve fîrûzeye benzetildiğine bakılarak mavi gözlere de yer verildiği görülür. Bununla birlikte gözlerin nergisle ilişkisi, sadece bakışlarının nergisçe görünüşüne benzemiş olması ile de açıklanabilir. Yine bakış şekli ve etkisine göre göz sarhoş (mest), mahmur (uykulu), hasta, fitne, katil, ceylan, ahû, âhû-gîr (âhû yakalayan), badem, belâ-cû (belâ arayan, kötü huylu), kadeh, fettan, âşıkküş (âşık öldüren), kâfir gibi birçok sıfatla nitelendirilmiştir. Bu şekilde nitelendirilen mâşukun gözleri karşısında âşıkın gözleri de âyîne (ayna), ebr (bulut), eşk-âlûd (göz yaşına bulanmış), eşk-bâr (göz yaşı yağdıran), eşk-feşân (göz yaşı saçan), giryân (ağlayan), gurîhte-hâb (uykusu kaçmış) olarak tavsif edilmiştir. Ayrıca çeşm kelimesiyle birçok birleşik kelime ve deyim meydana getirilmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır: Âhû-çeşm (âhû gözlü), teng-çeşm (çekik göz, dar göz), bedçeşm (kötü göz, uğursuz göz), peyrûzeçeşm (fîrûze renkli göz). Bunlardan başka Farsça’da “dünyaya gözünü kapamak, ölmek”, “gözü yolda olmak, birini beklemek”, “göz gözü görmemek, çok karanlık olmak” anlamına gelen deyimler bulunmaktadır.

“Hüsn ü Dil” türü alegorik eserlerde çeşm, gönlün, filozof, edip, toprağı altın yapan kimyacı gibi niteliklere sahip casusu olarak tanıtılır; göz ucuyla, kızgınlıkla bakan “Gamze” ise “Çeşm”in kendisinden küçük yaşta ayrılan sihirbaz, cadı kardeşi olarak gösterilir.

Tasavvufta Allah’ın basar (görme) ve cemâl sıfatlarına ve bütün ahvali tamamlayan sâlike gizli hiçbir şeyin kalmaması haline de çeşm denir. Sâlikin kendisinde bulunduğunun bilincine vardığı sırr-ı ilâhîye “çeşm-i mest”, kemal ehlinin bilip de sâlikin diğer sâliklerden gizlediği ahvale “çeşm-i pür-humâr”, Allah’tan başka hiç kimsenin bilemeyeceği, kemal ehlinin gizlediği yüksek mertebelere “çeşm-i nergisî” adı verilir. Sûfîler genellikle gözü, “sülûk sonucunda elde edilen mânevî (bâtınî) görüş” veya “bir mürşidin irşadıyla Hakk’ı her yerde müşahede etme makamına ulaşma” anlamında sır, dil, cihân-bîn, lâhûtî, mârifet, yakın gibi kelimelerle tamlama halinde (çeşm-i sır, çeşm-i dil, çeşm-i lâhûtî...) kullanmışlardır. Gözün asıl, kulağın ikinci derecede olduğu görüşünde olan Mevlânâ Mesnevî’de ve diğer eserlerinde görmeyi (rü’yet) işitmeden (semâ) daha üstün tutar ki bu da Farsça’da “Şenîden key büved mânend-i dîden” (işitmek görmek gibi olabilir mi? yani olamaz) atasözüne dayanmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Muhammed Hüseyn-i Tebrîzî, Burhân-ı Katıg (nşr. Muhammed Muîn), Tahran 1342 hş., II, 637, not 3; Burhân-ı Katı‘ Tercümesi, s. 218-219; Tehânevî, Keşşâf, s. 1556; Edîb-i Tûsî, Ferheng-i Lugat-ı Edebî, Tebriz 1345 hş., s. 350; Ca‘fer-i Seccâdî, Ferheng, Tahran 1362 hş./1983, s. 162-163; Ali Nihat (Tarlan), Şeyhi Divanını Tedkik, İstanbul 1934, s. 100-111; Muhammed b. Ali el-Lâhîcî, Şerh-i Gülşen-i Râz, Tahran 1337 hş., s. 551, 556, 561; Muhammed b. Yahyâ en-Nîsâbûrî, Hüsn ü Dil (nşr. Gulâm Rıza Ferzânepûr), Tahran 1351 hş., s. 16-23; Seyyid Sâdık Güvherîn, Şerh-i Istılâhât-ı Tasavvuf, Tahran 1368 hş., IV, 119-123.

Tahsin Yazıcı