ÇEŞME

İzmir iline bağlı ilçe merkezi.

Urla yarımadasının batı ucunda bu yarımadanın karşısındaki Sakız adasına en fazla yaklaşmış olduğu kesimde bulunmaktadır.

Eskiçağ’da Cyssus adıyla bilinen Çeşme, İyonya’nın başlıca şehirlerinden Erythrai’nin (günümüzdeki Ildırı köyünün bulunduğu yerde) iskelesiydi. Milâttan önce 190 yılında Suriye Kralı III. Antiokhos’un donanmasını Çeşme önlerinde mağlûp eden Romalılar Küçük Asya fütuhatını buradan başlattılar. Çeşme imparatorluğun ikiye ayrılmasından sonra Bizans hâkimiyetinde kaldı.

XIV. yüzyılın başlarında Menteşe Bey’in damadı Sasa Bey tarafından Bizanslılar’dan alınan Çeşme Türk topraklarına katıldı. Daha sonra Sasa Bey’le Aydınoğlu Mübârizüddin Mehmed Bey arasındaki mücadeleler sırasında Aydınoğulları’nın eline geçti (1307) ve Gazi Umur Bey zamanında (1334-1348) Sakız ile diğer Ege adalarına yapılan seferlerde üs olarak kullanıldı. Kasaba, Yıldırım Bayezid’in Batı Anadolu harekâtında Osmanlı hâkimiyetine girdiyse de Ankara Savaşı’ndan (1402) sonra Timur tarafından tekrar Aydınoğulları’na verildi. 1426’da II. Murad zamanında Aydınoğulları’nın son beyi Cüneyd’in ortadan kaldırılması ile kesin olarak Osmanlı topraklarına katıldı.

Çeşme, Fâtih devri tahrir defterlerinde Aydın sancağı içinde ve İzmir’e bağlı padişah has*ları arasında bir köy olarak yer alıyordu. XVI. yüzyılın başlarında II. Bayezid, Cenevizliler’den kalan Çeşme Kalesi’ni bir kule ilâve ederek yeniden yaptırdı; böylece kasaba denizden gelecek tehlikelere karşı korunmuş oldu. 935 (1528-29) yılında Kanûnî Sultan Süleyman, Mimar Ömer b. Ali Pabuççu’ya inşa ettirdiği kervansaray ile Çeşme’nin ticarî hayatına canlılık getirdi. Mahfuz bir limana sahip olan Çeşme zaman zaman Osmanlı donanmasına üs vazifesi de gördü. Kâtib Çelebi, Piyâle Paşa’nın 1566’daki Akdeniz seferi sırasında donanmayı Çeşme’de demirleyip Sakız beylerini buraya çağırtarak tevkif ettiğini ve arkasından adayı ele geçirdiğini yazıyorsa da (Tuhfetü’l-kibâr, s. 81-82) bu bilgiler bugün hatalı bulunmakta ve donanmanın doğrudan doğruya Sakız’da demirlediği kabul edilmektedir (bk. Turan, s. 173-199).

XV ve XVI. yüzyıllarda Aydın sancağına bağlı bir kaza merkezi olan Çeşme, işlek iskelesi sebebiyle iktisadî bakımdan önem kazandı. 1547-1553 yıllarında Çeşme İskelesi gümrük gelirleri 600.000 akçeye ulaşmıştı. Zira Sakız adasındaki Cenevizliler’in ticaret maksadıyla Ege sahillerine gönderdikleri gemiler Çeşme İskelesi’ne yanaşırlar ve gümrük vergilerini de burada öderlerdi. Ancak muhtemelen Sakız’ın ele geçirilmesinden sonra Çeşme Limanı yavaş yavaş önemini kaybetmeye başladı. Nitekim 1565-1571 yılları arasında Çeşme gümrüğü için verilen mukataa* tekliflerinin giderek daha da düştüğü görülmektedir (Faroqhi, s. 313). Bu sıralarda Çeşme yeni teşkil edilen Sığla (Suğla) sancağına bağlandı ve Cezâyir-i Bahr-i Sefîd eyaleti içine alındı.

XVII. yüzyılın ortalarında Sığla sancağına bağlı 150 akçelik bir kaza olan ve İzmir Limanı’nın gelişmesiyle ticarî fonksiyonunu iyice kaybeden Çeşme’de


Evliya Çelebi’nin bildirdiğine göre 150 ev, kırk dükkân, bir cami, üç mescid, Makbul İbrâhim Paşa’ya ait bir imaret, bir hamam, bir han ve kitâbesinde “hoşâbâd” (914 [?]) şeklinde tarih düşülmüş, çevresi 700 adım olan bir kale ile bu kalenin içinde 185 kadar muhafız, bir dizdar ve elli ev bulunuyordu. Girit’in fethi (1669) sırasında Venedikliler’le yapılan savaşlarda Osmanlılar burayı bir deniz üssü olarak kullandılar. 1694’te Venedikliler’in Sakız adasını işgali üzerine adadaki müslüman halk Çeşme’ye sığındı; beş ay sonra adanın geri alınışı esnasında burası yine üs olarak kullanıldı ve harekâtta önemli rol oynadı. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Akdeniz’de cereyan eden Osmanlı-Rus deniz savaşları sırasında Türk donanmasının yakılması olayı da (1770) burada meydana geldi (bk. ÇEŞME VAK‘ASI).

Çeşme, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1831 yılında yapılan ilk genel nüfus sayımı sırasında merkezi İzmir olan Sığla sancağına bağlı bir kaza merkeziydi. 1850’de bu sancak İzmir sancağı adını alınca Çeşme de İzmir’e bağlanmış oldu. 1890 yılında kaza merkezinde 2454 ev bulunuyor ve burada 5095’i erkek, 4776’sı kadın olmak üzere toplam 9871 kişi yaşıyordu. Alaçatı, Çiftlikaltı nahiyeleri ve bütün köyleriyle birlikte kazanın tamamının nüfusu ise Rum, yahudi ve diğer yabancılarla birlikte 30.706 idi. Kaza merkezinde 381 dükkân, beş mağaza, on sekiz fırın, iki hamam, on üç değirmen, iki yağhâne, dört cami, bir mescid, bir Rifâî tekkesi, beş kilise, bir havra, bir kütüphane ve dördü müslümanlara ait olmak üzere dokuz mektep bulunuyordu.

17 Mayıs 1919’dan 18 Eylül 1922’ye kadar Yunan işgalinde kalan Çeşme, Türkiye Cumhuriyeti döneminde de İzmir’e bağlı bir ilçenin merkezi olarak devam etti. Cumhuriyet’in başlarında 1927 yılında 3214 olan nüfusu bazı iniş ve çıkışlar gösterdikten sonra ilk defa 1975 sayımında 5000’i aşabildi (5284). Bu sayı 1985’te 10.124 ve 1990’da da 20.622 oldu. Türkiye’nin turizm bakımından en canlı yörelerinden birinde bulunan Çeşme’nin nüfusu yaz aylarında şehre gelenlerle çoğalır ve resmî nüfus sayısının çok üstüne çıkar.

Çeşme’de bugün mevcut başlıca tarihî binalar, restore edilen kalesi ve içindeki cami ile kale yakınındaki XVIII. yüzyıla ait bir kervansaray ve XIX. yüzyıla ait üç camiden ibarettir. Ayrıca çoğunluğu XVIII-XIX. yüzyıllarda inşa edilmiş on altı çeşmesi vardır. Bunlardan başka ilçede Cezayirli Gazi Hasan Paşa’ya ait bir âbide ile kale içinde 1965 yılında açılan bir de silâh müzesi bulunmaktadır. 82 kilometrelik bir kara yoluyla İzmir’e bağlı olan Çeşme’nin önünde gemilerin yanaşmasına uygun bir rıhtım vardır. Halk daha çok tarım, balıkçılık ve süngercilikle uğraşır; çevresinde yetiştirilen başlıca ürünleri üzüm, zeytin, tütün, anason ve narenciye teşkil eder. Modern deniz tesislerine sahip geniş plajı, yakınındaki Ilıca ve Şifne kaplıcaları ile çamur banyoları ve civardaki Antikçağ eserleri Çeşme’nin turizm bakımından gelişmesinde önemli rol oynamıştır.

Çeşme’nin merkez olduğu Çeşme ilçesinin merkez bucağından başka Alaçatı adlı bir bucağı daha vardır. Yüzölçümü 260 km² olan ilçenin 1990 sayımına göre nüfusu 29.463, nüfus yoğunluğu ise 113 idi.

BİBLİYOGRAFYA:

Pîrî Reis, Kitâb-ı Bahriye (nşr. Ali Haydar Alpagot – Fevzi Kurdoğlu), İstanbul 1935, s. 162-163; Kâtib Çelebi, Tuhfetü’l-kibâr, s. 81-82; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, IX, 107-109; Naîmâ, Târih, IV, 113; Râşid, Târih, II, 270-271; Enverî, Düstûrnâme, s. 20-33; İbrâhim Câvid, Aydın Vilâyetine Mahsus Sâlnâme (1308), İzmir 1308, s. 120, 407, 426-431, 570-571; Texier, Küçük Asya, II, 273; Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s. 78, 79, 104-105, 112, 119; a.mlf., Osmanlı Tarihi, I, 66; III/1, s. 7, 218, 222, 576-579; Himmet Akın, Aydınoğulları Tarihi Hakkında Bir Araştırma, Ankara 1946, s. 32-35, 97-98, 100-102; Sabahat Atlan, Roma Tarihinin Ana Hatları, I. Kısım: Cumhuriyet Devri, İstanbul 1970, s. 90-92; Cevdet Bayburtluoğlu, Erythrai, Ankara 1975; Rukiye Yaran, Çeşme-Karaburun-Seferihisar-Urla Yarımadası, İzmir 1983, s. 3; Suraiya Faroqhi, Towns and Townsmen of Ottoman Anatolia 1520-1650, Cambridge 1984, s. 114-115, 313; Şerafettin Turan, “Sakız’ın Türk Hakimiyeti Altına Alınması”, TAD, IV/6-7 (1968), s. 173-199; M. C. Şehabeddin Tekindağ, “Çeşme”, İA, III, 386-388; Cl. Huart – [Fr. Taeschner], “Caeshme”, EI² (İng.), II, 26.

Münir Aktepe