CİLVE

الجلوة

İlâhî tecellî anlamında tasavvuf terimi.

“Gelinin gerdek gecesi damada ilk defa görünmesi, damadın da ona yüz görümlüğü vermesi” anlamına gelen Arapça cilve (cilvet) veya celvet kelimesi genellikle hoşa giden veya gitmeyen sürpriz davranışlar mânasında da kullanılmıştır. İnsanların, hakkında bilgi sahibi olmadıkları kaderin bu âlemde tecelli edip gerçekleşmesine cilve-i rabbâniyye, ilâhî cilve, kaderin ve talihin cilvesi denir. İlâhî nurların sülûk halindeki ârifin kalbini aydınlatıp onu şaşkın ve sermest vaziyette bırakmasına ve müridin halvetten çıkmasına da cilve adı verilmiştir. Mutasavvıflara göre bütün âlem Hakk’ın nurlarının cilveleridir. Bu âlemde çeşitli şekillerde görünen varlıklar bu nurların ışıklarından ve parıltılarından hasıl olmuştur. Şu halde âlem ilâhî hükmün ve kaderin cilvegâhı yani zuhur ve tecellî mahallidir. Tasavvufta kaderin tecellisi, dilberlerin gönül fetheden işvelerine ve cilvelerine benzetilir. Kaderin insanı sevindiren tecellilerine de üzen tecellilerine de cilve denir.

BİBLİYOGRAFYA:

et-TaǾrîfât, “celvet” md.; Ca‘fer Seccâdî, Ferheng-i ǾUlûm-i ǾAklî, Tahran 1361 hş./1402, s. 197; a.mlf., Ferheng, Tahran 1983, s. 154; Abdülbâki Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İstanbul 1977, s. 71.

Süleyman Uludağ