ÇİNİLİ KÖŞK

İstanbul’da Topkapı Sarayı’nı sınırlayan sur içinde Fâtih Sultan Mehmed tarafından yaptırılan köşk.

Sûr-ı Sultânî adı verilen bir sur duvarı ile şehirden ayrılan bölge içinde, sonraları Topkapı Sarayı olarak tanınan ve XV. yüzyılda yapımına başlanan


Sarây-ı Cedîd (Yeni Saray) manzumesinin bir parçasıdır. Sarây-ı Cedîd’in ilk binaları inşa edildikten sonra ayrıca bu sahada Fâtih devrinden (1451-1481) itibaren zamanla dağınık olarak köşk ve kasırlar da yapılmıştır. Çinili Köşk de Sûr-ı Sultânî’nin içinde olmakla beraber sarayın esas sınırlarının dışında ve birinci avlusundan Haliç girişine doğru inen yamacın üzerinde inşa edilmiştir. Bu sebeple giriş cephesinin arazi seviyesinden fazla yüksek olmayışına karşılık Haliç’e bakan arka cephesi oldukça yüksekte kalmış, Bizans devrine ait bazı kemerli ve tonozlu alt yapıların teşkil ettiği bir sunî teras üzerine oturmuştur.

Uzun yıllar yanlış okunan ve bu şekilde yayımlanan çini kitâbesine göre bu köşkün inşası Fâtih Sultan Mehmed tarafından 877 (1472-73) yılında gerçekleştirilmiştir. Mimarı hakkında bilgi yoktur. Fâtih devrinde yaşadığı bilinen Mimar Atik Sinan’ın bu köşkün yapısında çalışmış olabileceği yolundaki iddia, bu hususta açık bir belge bulununcaya kadar dayanaksız bir faraziyeden ibaret kalacaktır. Ayrıca Türkçe ve Almanca olarak basılan Çinili Köşk koleksiyonları hakkındaki kitabın Türkçe kısmında, “Cephenin birçok yerlerinde Ali ismi yazılı olduğundan, burada İran sanatı tesiri altında bazı işçilerin de çalışmış olmaları melhuzdur. Kıvrımlı çini yazıların bu derece fevkalâde terkibi için lâzım olan işçilik hünerine ancak İranlı ustalar mâliktiler...” denildiği halde Almanca metinde yazar E. Kühnel kesin bir ifade ile, Türkçe metinde sözü geçen Ali adından bahsetmeden çinilerin hiç şüphesiz İranlı ustaların eseri olduğunu bildirir. Kitâbedeki “Tevekkülî alâ hâlikı” ibaresindeki “alâ” kelimesini “Alî”, “sâye-i yezdânî” terkibini ise “şâkirdân-ı Îrânî” okumaktan doğan, Çinili Köşk’ü İranlı veya Âzerî ustaların yapmış olabileceği yolundaki iddia ise bütünüyle temelsizdir.

Köşkü aşırı derecede süslü ifadelerle metheden kitâbelerden esas tarihi göstereni İ. Hakkı Konyalı ve Tahsin Öz tarafından yayımlanmıştır. Buna göre bina 877 yılı Rebîülâhiri sonlarında (Eylül 1472) yapılmıştır. Bunun üstünde olan diğer manzum yazıda da köşkü öven ifadeler bulunmaktadır. Ancak her iki kitâbenin tam ve hatasız olarak okunup ilmî ve doğru tercümelerinin yapılmasına hâlâ ihtiyaç vardır.

Fâtih Sultan Mehmed devrinin tarihini yazan Tursun Bey bu köşkü “sırçadan yapılmış bir yer”e ve “altlarında ırmaklar akan cennetler”e benzetmektedir. Tursun Bey’in, “Sırça Saray” dediği Çinili Köşk’ün “tavr-ı ekâsire” üzerine inşa edildiğini belirtirken karşısında “tavr-ı Osmânî” üzere ikinci bir kasır daha yapıldığını bildirmesi dikkate değer. Bundan, Çinili Köşk’ün karşısında, yani şimdi Arkeoloji Müzesi’nin bulunduğu yerde Osmanlı üslûbunda ikinci bir kasır daha yapıldığı açık şekilde anlaşılmaktadır. Sultan IV. Murad zamanında (1623-1640) Çinili Köşk içinde bazı yenilikler yapıldığında park tarafındaki odalardan soldakinde, ayna taşında tavus kuşu kabartması işlenmiş bir çeşme yapılarak bunun iki tarafına manzum birer kitâbe yerleştirilmiştir. R. Ekrem Koçu, Tahsin Öz gibi birçokları bu kitâbelerden birinde “Hazret-i hâkān-ı âlem Hân Murâd-ı kâmrân” mısraında anılan padişahın Sultan III. Murad olduğunu düşünmüşler, fakat sonda ebced hesabı ile verilmiş yılın bu sultanın saltanatına denk düşmediğine de dikkati çekmişlerdir. Halbuki İ. Hilmi Tanışık bu kitâbelerden birindeki tarih beytini, “Selsebîl-âsâ görüp Âsârî-i Dâî o dem / Dedi bir târih kim ser-çeşme-i şâh-ı cihân” şeklinde okuyarak 1045 (1635-36) tarihini çıkarmıştır. İkinci kitâbedeki beyti ise, “Seyredip Âsârî-i Dâî dedi ilhâm ile / Târîhini pâk, ra‘nâ çeşme-i şâh-ı cihân” suretinde okuyup 1058 (1648) yılını tesbit etmiştir. Bu tarihlerden ilki IV. Murad yıllarına denk düşmekte ise de diğeri Sultan İbrâhim’in ölüm yılına rastlar ki bu da mantığa aykırıdır. Bu sebeple “Tavuslu Çeşme” kitâbelerinin doğru okunarak tarihlerinin hatasız tesbiti gerekmektedir. “Dedi bir târih...” ile başlayan mısraın ebcedini 999 (1590-91) olarak hesaplayanların baştaki “Hâkan-ı âlem Murâd Hân” adını açıklamaları mümkün değildir. Zira bu tarihte padişah Sultan III. Mehmed’dir.

Kitâbede Çinili Köşk’e Sırça Saray denilmesi de dikkat çekicidir. IV. Murad devrinin ünlü vezirlerinden Abaza Paşa’nın 28-29 Safer 1044 (23-24 Ağustos 1634) gecesi padişahın emriyle Sırça Saray’da hapsolunarak idam edildiğini Naîmâ bildirir (Târih, III, 228). İ. Hakkı Konyalı, Başbakanlık Arşivi’ndeki 1093 (1682) yılına ait bir belgeye dayanarak (İbnülemin, nr. 1322) kasrın bu tarihte tamir edildiğini yazar. Tahsin Öz de aynı bilgiyi kaynak göstermeden tekrarlar. Çinili Köşk’te XVII. yüzyıl sonlarında saraya mensup ağaların oturduğu bilinmektedir.

Ekrem Hakkı Ayverdi’nin belirttiğine göre, hazine sır kâtibi Salâhî Efendi’nin Vekayi‘nâme’sinde (İÜ Ktp., TY, nr. 2518, s. 157) Çinili Köşk’ün 1150 yılı Receb ayının 26. günü (19 Kasım 1737) bir yangın geçirerek harap olduğu bildirilir. Bina bu yangının ardından bilhassa cephe mimarisini önemli ölçüde değiştiren bir tamir görmüştür ki üslûp bakımından esas binanın mimarisine aykırı düşen bu restorasyonun, Türk yapı sanatına yabancı tesirlerin sızmaya başladığı Sultan I. Mahmud devrinde (1730-1754) yapıldığı tahmin edilmektedir.

Alman generali von Bötticher tarafından elde edildikten sonra 1914’te F. Taeschner’e geçen ve 1944’te bir hava


hücumunda Münster’de yanan, İstanbul hayatına dair bir Türk ressamı tarafından yapılmış minyatürlerle süslü albümde Çinili Köşk’ü tasvir eden bir resim vardır. Taeschner’in IV. Mehmed (1648-1687), bizim II. Osman (1618-1622) dönemine ait olduğunu tahmin ettiğimiz bu resimde köşkün cephesinin bugünkünden farklı olduğu açık şekilde görülmektedir.

Çinili Köşk XIX. yüzyılda ihmale uğramış ve çevresi bakımsız bir arazi görünümü almıştır. Sarayın birinci avlusunun yüksekte olan bir yerinden, belki Darphâne binasının önünden yapılan ve şimdi Amerika Birleşik Devletleri’nde Washington’da Metropolitan Club’de bulunduğu söylenen yağlı boya bir tabloda köşkün etrafının bu bakımsız durumu görülmektedir.

Yeni kurulmasına çalışılan Âsâr-ı Atîka (Arkeoloji) Müzesi’ndeki eserler, evvelce Hagia Eirene Kilisesi iken daha sonra iç cebehâne-harbiye ambarı olan binada toplandıktan sonra müdür olan Philipp Anton Dethier (ö. 1881) zamanında bunların Çinili Köşk’e taşınması uygun görülmüştür. 25 Ramazan 1290 (16 Kasım 1873) tarihli tezkere ile Maarif Nezâreti tarafından tahsisi istenen köşk, bünyesinde bazı değişiklikler yapıldıktan sonra Âsâr-ı Atîka Müzesi olarak açılmıştır.

Çinili Köşk müzeye çevrildiğinde bilhassa içindeki çinilere zarar veren bazı kötü uygulamalara sahne olmuştur. 1291 (1874) yılına ait bir belge, Çinili Köşk’teki değişiklikleri gerçekleştirme işinin Monterano adında bir yabancı mimara havale edildiğini bildirmektedir. Aynı tarihlerdeki başka bir belge ise binanın bünyesinde yapılan pek çok değişikliğin keşfini bütün ayrıntıları ile tarif etmektedir. Buna göre kubbeyi de içine alacak şekilde yapılmış ahşap çatının kaldırılması, dışarıdan merdiven yapılması, zemine mermer döşenmesi, bazı bölme duvarlarının kaldırılması, yeni kapı ve pencereler açılması, pencere ve ocakların iptali, alt kata inen esas merdivenin kapatılarak yeni bir merdivenin yapılması gibi müdahalelerle köşkün mimarisinde farklılıklar meydana getirilmiştir.

Dethier’nin ölümünden sonra Müze-i Hümâyun müdürü olan Osman Hamdi Bey’in (ö. 1910) zamanında Çinili Köşk bir süre tek Türk müzesi olarak kullanılmıştır. Ancak kazılarda bulunan büyük lahitlerin bu binanın içine sokulabilmesi mümkün olmadığından yeni bir müze binasının inşası uygun görülerek Çinili Köşk’ün tam karşısında Lahitler Müzesi adıyla, şimdi Arkeoloji Müzesi olarak tanınan müze binasının ilk bölümü yapılmıştır. Yeni Âsâr-ı Atîka Müzesi’nin açılışından sonra Çinili Köşk’te yine bir miktar eser kalmıştı. 1899-1903 yılları arasında müze binası büyütüldükten sonra arkeolojik eserlerin bir kısmı daha kaldırılmış, 1908’de müze bir bölüm ilâvesiyle genişletildiğinde arkeolojik eserlerin hepsi buraya taşınarak Çinili Köşk tamamen boşaltılmıştır. Ancak bu defa da Âsâr-ı Atîka Müzesi’nin bir salonunda bulunan Türk ve İslâm eserlerinin Çinili Köşk’e nakli uygun görülerek burası Türk ve İslâm Eserleri Müzesi yapılmış, 1910’lu yıllarda önemli bir restorasyondan sonra bazı çinileri tamamlanarak yeniden düzenlenmiştir. Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü’ne bağlanan Çinili Köşk II. Dünya Savaşı yıllarında kapatılmış, içindeki eserler başka yerlere taşınmış ve 1942’den itibaren binanın yeniden tamirine girişilerek önüne 1880’li yıllarda inşa edilen merdiven kaldırılmıştır. Tamir ve bozulan kısımların ihyası ile örülen, kapatılan yerlerin meydana çıkarılması 1948-1952 yıllarında devam etmiştir. 1953’te İstanbul’un fethinin 500. yıl dönümü münasebetiyle Çinili Köşk, Fâtih Sultan Mehmed’e ait hâtıralarla onun devrinin eserlerinin teşhir edildiği Fâtih Müzesi haline getirilmiştir. Fakat Çinili Köşk’teki bu yeni düzenleme de fazla uzun ömürlü olmamış, eserler buradan toplanarak 1967’de binanın Türk Çini Sanatı Müzesi yapılması uygun görülmüştür. Topkapı Sarayı’ndan, Türk ve İslâm Eserleri Müzesi ile Konya’dan derlenen eserler, Çinili Köşk’te kurulan Topkapı Sarayı Müzesi-Çinili Köşk, Türk Çini ve Seramikleri Seksiyonu adıyla teşhire konulmuştur.

Evvelce Çinili Köşk’ün etrafında başka pek çok yapının bulunduğu kaynaklardan öğrenilmektedir. Ayrıca önünde Haliç tarafında büyük bir havuzun varlığı da Hünernâme’deki bir minyatüre dayanmak suretiyle iddia edilmiş, fakat bu hususu aydınlatmak için yapılan küçük araştırmalar kesin bir sonuç vermemiştir. Çinili Köşk’ün cephesi önünde cirit oynandığı yolundaki görüş de sağlam bir kaynağa dayanmaz. İddia sahiplerine göre cephedeki revak cirit oyunlarını seyretmeye mahsus bir çeşit locadır. Ayrıca aslı Washington’da olan tabloda da Çinili Köşk’ün yukarısında, Arkeoloji Müzesi yeni binasının köşesiyle Darphâne arasında büyük bir meydan çeşmesinin bulunduğu gösterilmiştir. Mimari üslûbu bu çeşmenin XVIII. yüzyıl başlarına ait olabileceğine işaret eder. Bu belki de Hünernâme’deki minyatürde görülen tek kemerli basit çeşmenin sonraları yeniden ve daha iddialı biçimde yapılması suretiyle meydana gelmiştir.

Çinili Köşk iki katlı taş bir yapı olarak inşa edilmiştir. Yapımda beyaz köfeki taşı kullanılmış olmakla beraber yan ve arka cephe duvarlarında aralarda kırmızı tuğla dolgular da bulunur. Böylece dıştan binanın renkli bir görünüm kazanması sağlanmıştır. Ayrıca Haliç’e bakan çıkmalı arka cephede tuğla dolguların alt katta, Orta Asya Türk ve Selçuklu yapılarında çok görülen kilim deseni biçiminde bir süsleme teşkil ettiği de göze çarpmaktadır. Ancak günümüzde bu cephe artık görülemez durumdadır. Ön cephesinde iki kat halindeki revaklardan üst dizinin sütun başlıkları Fâtih devri üslûbuna aykırı düştüğünden bu revakın XVIII. yüzyıldaki tamirde bu şekli aldığı ileri sürülmüştür. Yukarıda sözü edilen minyatürde köşkün revakına iki taraflı merdivenin çıktığı gösterilmiştir. Sonraları burada düz bir duvar gerisinde ve bodrumu aydınlatan bir pencerenin iki tarafından, kitle içine oyulmuş olarak çıkan merdivenler yapılmıştır. 1875’lerde köşk müze olduğunda bu merdivenler doldurularak dıştan iki taraflı kâgir merdivenler yapılmış, bunlar da 1950 yıllarındaki restorasyonda yıkılmış ve gömülü merdivenler yeniden kullanılır duruma getirilmiştir. E. Hakkı Ayverdi, bu cephenin aslî biçiminin şimdikinden çok değişik olduğunu ileri sürerek bunu gösteren bir de restitüsyon yapmıştır (Fâtih Devri Mi‘mârîsi, s. 736-737). Buna göre kasrın cephesinde sadece sekiz ince destek olup bunlar saçağı


taşıyordu. Böylece çinilerle kaplı heybetli giriş eyvanı bütün güzellik ve ihtişamı ile karşıdan görülebiliyordu. Bu tahminî resmin de tartışılabilir tarafları vardır. Ayrıca vaktiyle Taeschner’e ait olan XVII. yüzyıl minyatürü eğer gerçekten Çinili Köşk’ü tasvir ediyorsa biri eski, diğeri ise yeni ve tahminlere dayanan bu iki resim arasında uyuşmazlıklar vardır. Fakat açıkça bellidir ki üslûbu esas binaya çok ters düşen revak XVIII. yüzyıl içlerinde ilâve edilmiştir. E. Hakkı Ayverdi, bugün görülen revakın 1737’den sonra yapıldığını çok ayrıntılı biçimde ispatlamıştır (a.g.e., s. 743-746). Herhalde aslında kasrın cephesinde 1737’de yanan ahşap direkli ve ahşap saçaklı bir revak vardı.

Çinili Köşk’ün cephesinin ortasında çinilerle kaplı büyük bir eyvan içinde açılan bir kapı içeriye girişi sağlamaktadır. İki yanlarda daha ufak bir eyvana benzeyen fazla derin olmayan kemerli nişler vardır. Bunlardan sağdakinin yanından bir merdiven, ön mekânların üstündeki asma kat ile çatıya çıkışı sağlar. Giriş eyvanının üstünde birbirine ancak 0.93 cm. genişliğinde bir dehlizle bağlanan tonozlu iki mekândan ibaret bir asma kat bulunur.

Çinili Köşk’ün esas katı, çok eskiden beri Asya’da kullanılan ve Türkler’in Orta Asya’da benimseyerek Anadolu’ya getirdikleri bir orta mekâna açılan dört eyvan şemasına göre yapılmıştır. Çeşitli bölümlerdeki tonoz ve kubbelere geçiş unsurları olan örgü (şebeke) şeklindeki kaburgalar, Orta Asya ve Selçuklu mimari geleneklerinin devam ettirildiğine işaret etmektedir. Köşelerde birer kubbe ve birer yarım kubbe biçiminde tezyinî şekillerde yapılmış tonozlarla örtülü odalar vardır. Bunlardan giriş tarafında bulunanların yan cephelere komşu olan bölümleri, dışarıdan düz bir duvar içinde olmalarına rağmen içeriden üç cephelidir. Dolayısıyla yan duvarlarda açılan pencereler köşeli olarak açılmıştır. Buna niçin lüzum görüldüğüne bir anlam verilemediğini E. Hakkı Ayverdi vurgular (a.g.e., s. 748). Parka bakan taraftaki odalar daha büyük, gösterişli ve manzaralıdır. Bunların biçimleri düzenli olup iki bölümlü dikdörtgendir. Üzerlerini birer kubbe ile prizma şeklinde süslemeye sahip tonozlar örter. Tavuslu Çeşme de soldakinde duvara açılmış bir niş içindedir. Tam ortada beş köşeli olarak ileriye taşan kubbeli oda Haliç ve Boğaz girişine hâkimdir. Üstünde Türk üçgenleriyle geçişi sağlanmış bir kubbe ve beş cephesinin her birinde pencereler vardır.

Yağmur sularının sızmasını önlemek için Çinili Köşk’ün üstünün, ortadaki ana kubbeyi de içine alarak gizleyecek şekilde dik meyilli ahşap bir çatı ile çok erken bir dönemde örtüldüğü eski resimlerden anlaşılmaktadır. Bu çatının tarih boyunca birkaç defa yenilenmiş olmakla beraber XVI. yüzyıl ortalarında var olduğunu, 1553’te İstanbul’da bulunan Flensburglu Alman ressam Melchior Lorck’un (Lorichs) çizdiği 11 m. boyundaki İstanbul panoramasında yer alan resmi ispat eder. Burada ağaçlar içinde olan binanın yüksek oluşu ve Haliç tarafındaki cephesinin ortasında ileri taşkın çıkıntısı, yapının teşhisi hususunda şüphe edilemeyeceğini gösterir. Resimde Çinili Köşk’ün üstü dik ahşap bir çatı ile örtülüdür (bk. E. Oberhummer, Konstantinopel unter S. Suleiman dem Grossen..., München 1902, lv. IV.). Topkapı Sarayı’ndaki yağlı boya bir tabloda da Çinili Köşk ahşap çatısı ile belirtilmiştir. Yine XVI. yüzyılda yazılan ve minyatürlerle süslenen Hünernâme’nin bir minyatüründe sol köşede, çok büyük bir havuzun kenarında gösterilen çatılı iki binadan birinin Çinili Köşk olduğu ileri sürülmekteyse de gerçek mimarisiyle hiçbir benzerliği olmadığından bu teşhisin doğruluğu şüphelidir. Geçen yüzyılda bu ahşap dik çatı artık görülmez. Belki 1737 yangınında yanmış olduğundan kare bir kaidenin üstünde basık bir kasnağa oturan ve bir aydınlık feneri karakterinde olan orta kubbe, yine ahşap örtülü olmakla beraber dışarıdan farkedilemez derecede basık bir çatı ile kaplı damdan yukarı taşar. Dört köşesinde sivri külâhlı dört baca yükselir. Ayrıca dama çıkışı sağlayan merdiven kulesi de belirlidir. Son tamirde köşkün üstü kurşun kaplı düz bir taraça haline getirilerek orta kubbe kitlesi, dört baca ve merdiven kulesinin belirli hale getirilmesi sağlanmakla beraber bu uygulamanın ne derecede aslına uygun olduğu tartışılabilir. Çünkü bu çatı şekli ile, ana kubbe kaidesindeki pencereler yarılarına kadar gömülü kalmıştır.

Bodrum katının planı bazı değişikliklerle üst kata benzer. Burada odalar daha küçük olmakla beraber tonozlarda üst kattaki gibi zengin örgü motifleriyle kaburgalar yapılmıştır. Saray hizmetlilerine mahsus olduğu sanılan odaların ve bölümlerin çoğunun çok karanlık olmasına karşılık çıkıntı halindeki orta oda zengin bezemeli ve aynen üstteki gibi bol pencerelidir. Köşe tromplarının içlerinde dörder dizi alveollu mukarnaslar görülür. Geçişi şebekeli kaburgalarla sağlanan kubbesinin içi ise malakârî süsleme ile kaplanmıştır. Ortadaki yan eyvanlardan penceresiz dar odalara geçilen kapıların döşemesinde iki yerde güzel biçimde işlenmiş yalaklar (su akıtma menfezleri) vardır. Bunların abdest alma yerleri olduğu tahmin edilmektedir.

Çinili Köşk’ün mimarisinin dışında onu değerli yapan diğer bir özelliği de dış cephesini, büyük eyvanın iç yüzeylerini ve içindeki odaların bir kısmını kaplayan çinileridir. Bunların bir kısmında çeşitli dönemlerde tahribat olmuş, bina müze yapıldığında da bazı inanılmaz zararlar meydana getirilmiştir. Cephede ve büyük eyvanda mozaik tekniğinde yerleştirilmiş çiniler görülür. Büyük kemerin alt yüzünde de fîrûze zemin içine beyaz çinilerle yine mozaik tekniğinde kûfî yazı yazılmıştır. Bunlarda “Tevekkülî alâ hâlikı” cümlesi dört defa tekrarlandıktan başka ism-i celâl ve “ekber” lafzından başka sağda ve solda “Muhammed Resûlullah” ibaresi teşhis edilmiştir. Yan eyvanlarda ve odalarda duvarlar belirli bir yüksekliğe kadar (yaklaşık 3 m.) altıgen çinilerle kaplıdır. Bunların aralarına başka renklerde üçgen çinilerden çerçeveler yapılmıştır. Ayrıca bazı yerlerde, ortalarına altın yaldızla motifler damgalanmış fîrûze çiniler de görülür. Cephede büyük eyvanın içinde bir şerit halinde uzanan çini kitâbe bulunmaktadır. Kitâbe, birbirine girift iki satır halinde ve lâcivert zemin üzerine beyaz ve sarı sülüs hatla yazılmıştır.

Çinili Köşk, Türk sanatının İstanbul’da meydana getirdiği en önemli eserlerin


başında gelir. Sedat Eldem’in bu eserden bahsederken onu Selçuklu ve Orta Asya mimari geleneklerine bağlaması doğrudur. Ancak bunu “yabancı üslûp” saymasını kabul etmek zordur. Tursun Bey bu yapının “eski üslûpta” olduğunu belirtirken gerçek bir durumu aksettirmiştir. Çinili Köşk, Orta Asya’dan İran üzerinden Anadolu’ya gelen eski Türk mimari geleneğinin günümüze kadar ulaşabilmiş İstanbul’daki tek temsilcisidir. Fakat “yabancı” değildir. Orta Asya’dan ona gelinceye kadar yapılanlardan Anadolu’da da bir şey kalmamıştır. İstanbul’da fetihten sonra yapılan ilk köşkleri de bilmiyoruz. Fakat Çinili Köşk, ortada bir sofa etrafında dört oda bulunan ve geçen yüzyıla kadar bütün Türk dünyasında yapılagelen ahşap ev mimarisinin kâgir ve âbidevî karakterde bir örneğidir. Çini süslemesi ise kısmen Selçuklu, kısmen erken Osmanlı sanat zevklerine uygun olarak meydana getirilmiştir.

Çinili Köşk, Türk köşk mimarisinin şimdiki halde tek örneği olduğuna göre bir müze mekânı olarak kullanılması yersizdir. Hatta içinde vaktiyle Karaman’daki İbrâhim Bey İmareti’nden getirilen çinili mihrap da aldatıcıdır. Kanaatimize göre bu mihrabın ait olduğu esere götürülüp eski yerine monte edilmesi, Çinili Köşk’ün de sedirleri, halıları ile döşenerek eski bir Türk köşkünün iç mekânını gösterecek biçimde yaşatılması doğru olacaktır.

BİBLİYOGRAFYA:

Çinili Köşk’ün mimarisi ve çinilerine dair hemen hemen bütün Türk sanatı yayınlarında atıflar bulunduğundan bu bibliyografyada doğrudan doğruya bu eski eser hakkındaki kitap ve makalelere yer verilmiştir. Tursun Bey, Târih-i Ebü’l-Feth (nşr. Mertol Tulum), İstanbul 1977, s. 74-75; Naîmâ, Târih, III, 228; F. Taeschner, Alt-Stambuler Hof und Volksleben, Ein Türkisches Miniaturenalbum aus dem 17. Jahrhundert, Hannover 1925, lv. 55 (1944’te yanan minyatürlü albümün tıpkıbasımı, aynı resim kopya çizim olarak İst.A, VII, 4028’de de vardır); K. Wulzinger, Byzantinische Baudenkmäler zu Konstantinopel, Hannover 1925, s. 36-37 (Çinili Köşk’ün altındaki Bizans devri kalıntıları hak.); Topkapı Sarayı Müzesi Rehberi, İstanbul 1933, s. 20, rs. 7 (Washington’daki tablo), rs. 34 (Hünernâme’deki minyatür); E. Kühnel, Çiniliköşk’de Türk ve İslâm Eserleri Koleksiyonu, Berlin-Leipzig 1938, Giriş; [Konyalı], İstanbul Âbideleri, s. 29-31; a.mlf., “Çinili Köşk-Sırça Saray”, Tarih Dünyası Dergisi Fatih Özel Sayısı, İstanbul, ts. [1950], s. 22-27; aynı makale, TTOK Belleteni, sy. 148 (1954), s. 8-14; Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 72, nr. 70; Tahsin Öz, Topkapı Sarayında Fatih Sultan Mehmet II.’ye Ait Eserler, Ankara 1953, s. 7-15; a.mlf., Türkish Ceramics, İstanbul, ts. [1953], s. 17-18; a.mlf., “Topkapı Sarayı Müzesi Onarımlar”, Güzel Sanatlar Dergisi, VI, Ankara 1949, s. 68-69; Fatih Müzesi, İstanbul 1953; Ayverdi, Fâtih Devri Mi‘mârîsi, s. 736-755; R. Ekrem Koçu, Topkapı Sarayı, İstanbul, ts. [1960], s. 234-235; a.mlf., “Çinili Köşk”, İst.A, VII, 4021-4032; Sedad Hakkı Eldem, Köşkler ve Kasırlar, İstanbul 1969, I, 61-76, 77-79; a.mlf. – Feridun Akozan, Topkapı Sarayı, Bir Mimari Araştırma, İstanbul 1982, s. 11-12, lv. VII-VIII; Asuman Kolsuk, Topkapı Sarayı Müzesi, Çinili Köşk, Türk Çini ve Keramikleri Seksiyonu Rehberi, İstanbul 1971; W. Müller-Wiener, Bildlexikon zur Topographie Istanbuls, Tübingen 1977, s. 497 (plan, Çinili Köşk’ün yeri ve Bizans mahzenleri); Abdurrahman Şeref, “Topkapı Sarayı Hümayunu”, TOEM, I (1326), s. 283-284; Zarif Orgun, “Çinili Köşk”, Arkitekt, XI/12, İstanbul 1941-42, s. 252-259; Süheyl Ünver – Mihriban Sözer, “Çinili Köşk’ün Altın Nakışlı Çinileri”, a.e., XIII/3-4 (1943), s. 80-83; Aziz Ogan, “Millî ve Sivil Mimarimizde Çinili Köşkün Önemi”, Tarihten Sesler, I, İstanbul 1943, s. 19-25; [Bir Müze Müntesibi imzasıyla], “Çinili Köşk Hakkında Bir Tavzih”, a.e., I/5 (1943), s. 17-19, 29; Muzaffer Batur, “Çinili Köşk’ün Yapısı”, Vatan Gazetesi, İstanbul 20 Eylül 1953; Yılmaz Önge, “Türk Çinicilik Sanatının Enteresan Örneklerinden İbrahim Bey İmareti (Zaviyesi) nin Mihrabı”, Arkitekt, XXV/322 (1966), s. 70-73.

Semavi Eyice