CİRÂH

الجراح

Bedene yönelik zarar verici, vücudun bütünlüğünü ihlâl edici fiiller anlamında kullanılan fıkıh terimi.

Arapça’da “yaralamak” mânasındaki cerh kökünden türeyen ve “yara” anlamına gelen cirâhanın çoğulu olup fıkıh terimi olarak müessir fiille bir kimseyi yaralamayı ve meydana getirilen yaraları ifade eder. Gerek hukukî gerekse cezaî sorumluluk bakımından özel hükümlere tâbidir. Cirâh kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de geçmemekle birlikte aynı anlama gelen cürûh (yaralar), kasten yapılan yaralamaların cezaî hükmünü belirtmek üzere bir âyette yer alır (el-Mâide 5 / 45). Hadislerde cirâhın yanı sıra cürh ve cirâha da hem sözlük hem terim anlamlarında kullanılmıştır (bk. Wensinck, MuǾcem, “crh” md.).

Cirâhın fıkhî kapsamı konusunda İslâm hukukçuları arasında görüş ayrılıkları vardır. Kelimeye en geniş anlamı veren hukukçulara göre cirâh, ölümle sona ersin ermesin haksız fiil sonucu vücutta meydana gelen her türlü yarayı içine alır. Bu görüşü benimseyen Şâfiî hukukçuları cinayet* teriminin cirâhtan daha kapsamlı olduğunu kabul etmekle birlikte öldürme ve yaralamalar genellikle kesici ve yaralayıcı aletlerle yapıldığından cirâhı cinayete tercih etmişler ve fıkıh kitaplarında öldürme ve müessir fiillerle ilgili bölüme “kitâbü’l-cirâh” adını vermişlerdir (meselâ bk. Şâfiî, VI, 2; Şirbînî, IV, 2; Remlî, VII, 245; Hanbelîler’de aynı anlamdaki kullanılış için bk. İbn Teymiyye, IV, 212). Cirâhı daha dar kapsamlı düşünen hukukçulara göre ise bu terim ölümle sonuçlanmayan yaralamaları içine alır (meselâ bk. İbn Hazm, X, 403; İbn Rüşd, II, 371). En dar anlamıyla cirâh, baş ve yüz dışındaki yaralamaları ifade eder. Kelime bu anlamda el ve ayaklara yönelik yaralamaları içine alırsa da bunların kesilip koparılmasını kapsamaz. Baş ve yüzdeki yaralamalara şecce (çoğulu şicâc) adı verilir. Fıkıh kitaplarında şeccenin on kadar türü ayrı ayrı kelimelerle adlandırılmıştır. Cirâh da câife ve gayri câife olmak üzere ikiye ayrılmış, karın boşluğuna ulaşan yaralara câife, böyle olmayanlara ise gayri câife denilmiştir.

İslâm hukukunda müessir bir fiil sonucunda meydana gelen yaraların doğurduğu hukukî ve cezaî sorumluluğun tesbiti için yaralamanın kasten (amden) veya hata ile olduğunun belirlenmesi gerekir. Kasten yaralamalarda mağdurun suçluyu affetmemesi veya diyet karşılığında sulha yanaşmaması halinde müessir fiilin hangi organda yapıldığı önem kazanır. Yüz ve başa yönelik yaralamalarda (şecce), kısası uygulamanın maksadı aşan ağır bir sonuç doğuracağından endişe edilmiyorsa kısas esastır. Bunun dışındaki yaralamalarda (cirâh) Hanefîler’e göre kısas değil diyet uygulanır. Çünkü bu tür yaralamalarda eşit bir kısas uygulamasına imkân yoktur. Diğer hukukçulara göre ise kısasın


uygulanmasında eşitlik sağlanabiliyorsa ve maksadı aşan bir sonucun doğmasından endişe edilmiyorsa kısas yapılır; böyle bir endişe varsa diyet alınır (bk. KISAS). Cirâhanın hata ile olması durumunda kısas söz konusu olmayıp meydana geldiği organa ve yaranın cinsine göre sabit veya hâkimin takdirine göre değişebilen bir diyetin (erş, hükûmet-i adl) ödenmesi gerekmektedir (bk. DİYET).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “crh” md.; Wensinck, MuǾcem, “crh” md.; Şâfiî, el-Üm, VI, 2 vd.; İbn Hazm, el-Muhallâ, X, 403 vd.; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, II, 371 vd.; İbn Teymiyye, el-Fetâva’l-kübrâ, Beyrut, ts., IV, 212 vd.; Şirbînî, Mugni’l-muhtâc, Beyrut, ts. (Darü’l-Fikr), IV, 2 vd.; Remlî, Nihâyetü’l-muhtâc, Beyrut 1404/1984, VII, 245 vd.; Zühaylî, el-Fıkhü’l-İslâmî, VI, 350-361; “Cirâh”, Mv.F, XV, 135-141.

Hasan Ali eş-Şâzelî