CÜREŞ

جرش

Yemen’de eski bir yerleşim merkezi.

Bîşe vadisinde Şeker (Hamûme) dağının batısında ve Ebhâ şehrine güneydoğu yönünde 40 km. mesafededir. Harabeleri bugün mevcut olan Cüreş, İslâm öncesi dönemde etrafı surlarla çevrili müstahkem büyük bir şehir ve geniş bir vilâyetti. Kur’an’da adı geçen Yegus putunun mâbedi buradaydı. Şehirde az sayıda Ehl-i kitabın bulunduğu da kabul edilmektedir.

Arabistan’da bölgenin şöhretini sağlayan husus, cins develeri, üzümleri ve deri mâmülleriyle bilhassa harp malzemelerinde o vakte göre gelişmiş tekniklere sahip olmasıydı. Mancınık ve kuşatmalarda kale duvarlarına kolayca yaklaşmayı sağlayan debbâbe gibi araçlar burada imal edilir, çevre kabileler bunları yapmayı ve kullanmayı öğrenmek üzere Cüreş’e adamlar gönderirlerdi. Nitekim Hz. Peygamber de Tâif’i kuşattığı zaman (8/630) buradan mancınık ve debbâbe getirterek kullanmıştır.

Şehrin İslâm idaresine geçmesi 10 (631) yılına rastlamaktadır. Cüreş halkı, Hz. Peygamber tarafından Surad b. Abdullah el-Ezdî kumandasında üzerlerine gönderilen bir birliğe şiddetle karşı koyarak uzun süre çarpıştılar, ancak Şeker dağı eteklerinde büyük bir yenilgiye uğradıktan sonra Medine’ye bir heyet göndererek müslüman olduklarını bildirdiler. Belâzürî Cüreş halkının savaşsız teslim olduğunu belirtmektedir. Ancak bu bilginin hemen ardından cizye anlaşmasından söz etmesi, buradaki müşriklerin savaş sonrasında İslâmiyet’i kabul ettiklerini, kitap ehlinin ise anlaşma yaparak İslâm idaresine girdiklerini göstermektedir. İslâm idaresine bağlanan bölgeye Hz. Peygamber Ebû Süfyân b. Harb’i vali tayin etmiş, bir başka zaman Cüreşliler’e yazdığı mektupta henüz olgunlaşmamış hurma ile kuru hurmayı birbirine karıştırarak nebîz* yapmalarını yasaklamıştı (Müslim, “Eşribe”, 27). Daha sonraki dönemlerde bu şehirden bilhassa hadisle meşgul olan âlimler yetişmiştir.

Cüreş ayrıca, Himyer soyundan Münebbih b. Eslem b. Zeyd oğullarının meydana getirdiği bir kabileye de ad olmuştur ki bu kabilenin sözü edilen bölgeye yerleşerek oraya kendi adını vermiş olması muhtemeldir.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “cüreş” md.; Müslim, “Eşribe”, 27; Vâkıdî, el-Megāzî, II, 805; III, 924, 927, 960; İbn Hişâm, es-Sîre, bk. İndeks; Belâzürî, Fütûĥ (Rıdvân), s. 70; Hemdânî, Sıfatü Cezîreti’l-ǾArab (nşr. Muhammed b. Ali el-Ekva‘), Riyad 1397/1977; İbn Hazm, Cemhere, s. 436, 478; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, II, 9, 126; III, 357; İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, I, 272; Kalkaşendî, Subhu’l-Ǿaşâ (Şemseddin), V, 40; Hamed el-Câsir, Fî Serâti Gamid ve Zehrân, Riyad 1397/1977, s. 41-49.

Ahmet Önkal