DEBÎR

(دبير)

Sâsânîler ile Fars ve Hint kültür muhitindeki bazı İslâm devletlerinde kâtip ve münşî anlamına gelen terim.

Eski Farsça’da dipi (yazı), Hindistan’da Prakrit dilinde dipi ve lipi, Orta Farsça’da (Pehlevîce) dipiver, dipir, dipirih, dibir şekillerinde geçen debîr kelimesi Sumerce dub (levha ve yazı) kelimesinden gelmektedir. Bu Sumerce kelime sonradan duppu, tuppu (levha, sayfa) şekillerinde Akkadca’ya, oradan da sırasıyla dup şeklinde Ârâmîce’ye ve def şeklinde Arapça’ya geçmiştir. Kelime başlangıçta daha çok “debîrle ilgili malzeme” ve “yazı” anlamına gelirken sonradan bunları kullanan kişiyi ifade etmeye başlamıştır.

Günlük konuşma dilinde bile süslü kelime ve tabirler kullanan İranlılar, çok eski zamanlardan başlayarak hemen her dönemde bu tarz ifadeye yazı dilinde daha çok yer vermişlerdir. Yazılan mektuplarda, özellikle resmî olanlarda tumturaklı kelimeler yanında büyüklerden nakledilen sözler, ahlâkî ve dinî öğütler, İslâmî dönemde bunlara ek olarak âyet ve hadisler, şiirler yer almıştır.

İran tarihinin Sâsânîler döneminde (225-651) toplumu oluşturan dört tabaka içinde rahipler ve askerlerden sonra debîrler gelmekteydi. İslâmî dönemde ise bir hükümdar için gerekli olan dört memur sınıfı içinde ilk sırayı debîrler almışlardır.

Debîrler sınıfının Sâsânîler döneminde toplum içinde önemli bir mevki işgal ettiği, debîrez veya debîrân mehişt adı verilen başkanlarının ruhanîlerin ve askerlerin başkanları ile birlikte hükümdarı seçme hakkına sahip olmalarından anlaşılmaktadır. Her başkanın emrinde bir de müfettiş bulunurdu. Debîrlerin en iyileri sarayda çalışır, diğerleri ise eyaletlere gönderilirdi. Debîrlerin resmî mektupları kaleme almak yanında fermanlar yazmak, hazine ve devletin diğer hesaplarına bakmak gibi görevleri de vardı. Hârizmî devlet debîrlerini dâd-debîr (adliye kâtibi), şehr-âmâr-debîr (şahın gelirleriyle uğraşan debîr), kezeg-âmârdebîr (saray gelirleri debîri), genc-âmârdebîr (hazine debîri), âhur-âmâr-debîr (padişah ahırının debîri), âteş-âmâr-debîr (âteşkede gelirlerinin debîri) ve revângâr-debîr (hayır işleri debîri) olmak üzere yediye ayırmaktadır. Taşradaki şehirlerde


ise debîr-bâd adı verilen kişi debîrlik görevini yerine getiriyordu.

Zamanla önemleri daha da artan debîrlerin nitelikleri hakkında yazılan eserlerde bunların erdemli, namuslu ve geniş kültür hazinesine sahip kişiler olması gerektiğine işaret edildikten sonra mektuplarda dikkat edilecek noktalar kalem ve mürekkepten başlayarak ayrıntıları ile anlatılmıştır.

Genç debîrler şahın sarayında eğitildikten sonra devlet dairelerinde görevlendirilirdi. Debîrlerin zekâ ve kabiliyetleri başdebîr tarafından takdir edilir, beğenilenlerden her biri şaha sunulur ve kendisine mülâzım olduğuna dair ferman verilirdi. Böylece debîrler bürokrasiye dahil olur ve halkın üzerinde imtiyazlı bir tabaka haline gelirlerdi. Daha sonra kurulan Sâmânî, Abbâsî, Gazneli ve Selçuklu devletlerinde görülen bürokratik yapı ve divan teşkilâtları, Sâsânîler’deki bu anlayışın ve kurumun bir devamı mahiyetinde olmuştur.

Debîr tabiri Gazneli ve Selçuklular’da Sâsânîler’e göre daha dar bir anlamda, kâtip ve memur karşılığı olarak kullanılmıştır. Debîrlerin çoğu Dîvânü’r-resâil’de (Selçuklular’da Dîvân-ı İnşâ/Tuğrâ) çalışırdı. Önceleri Dîvânü’r-resâil debîrlerinden olan Ebü’l-Fazl el-Beyhakī daha sonra bu divanın reisi olmuştur. Kaynaklarda debîr-i sarây, debîr-i hizâne, debîr-i nevbetî ve debîr-i hazret (huzur) gibi görevlilerden bahsedilir (Beyhakī, I, 214; II, 460; III, 984; Hasan-ı Enverî, s. 180). Nizâmülmülk Siyâsetnâme adlı eserinde debîrlerin itikadı düzgün, kabiliyetli, ehil kişilerden olmaları gerektiğini, Nizâmî-i Arûzî de Çehâr Makale’de bu sanatın mahiyetini ve ideal bir debîrin vasıflarını anlatır (s. 19-23). Yine bu devirde, yeni başlayanlara yardımcı olmak için inşâ sanatının usullerini, inceliklerini anlatan, örnek metinler veren Destûr-i Debîrî (XII. yüzyılın başı) gibi eserlerin ve münşeat mecmualarının yazılmış olması bu kurumun ne kadar ciddiye alındığını göstermektedir.

Delhi Sultanlığı’nda (1206-1555), Gazneli ve Selçuklular’a nisbetle devlet teşkilâtında debîrin daha fazla yer aldığı görülür. Merkezî hükümetle mahallî idareler ve diğer devletler arasındaki resmî yazışmalar, çok sayıda debîrin çalıştığı Divân-ı İnşâ’da hazırlanıyordu. Bu arada valilerin ve diğer memurların dilekleri sultana arzedilir ve cevapları başvuranlara ulaştırılırdı. Bütün fermanları da bizzat debîr-i hâs yazardı.

İran’da hüküm süren Kaçarlar’da (1779-1929) debîr kelimesinin daha çok bir lakap olarak kullanıldığı görülür. Dîvân-ı Hâs münşîinin ve vezîr-i resâil-i hâssanın lakabı “debîrü’l-mülk”, müstevfî-i dîvânın “debîrü’s-sultân”, başka bir müstevfînin “debîr-i hazret” ve yine muhasip, müstevfî ve Dârüşşûrâ-yı Küberâ üyesi olan bir diğerinin lakabı da “debîrü’d-devle” idi (ayrıca bk. KÂTİP).

BİBLİYOGRAFYA:

M. Hüseyin b. Halef-i Tebrîzî, Burhân-ı Katıg (nşr. M. Muîn), Tahran 1342, II, 823, 825 (nâşirin notları, nr. 1, 12); Beyhakī, Târîħ (nşr. Halîl Hatîb Rehber), Tahran 1368, I, 214; II, 460; III, 984; Nizâmülmülk, Siyâsetnâme: Siyerü’l-mülûk, I (metin) (nşr. Mehmet Altay Köymen), Ankara 1976, s. 68, 165, 171-173, 177, 180-181; a.mlf., Siyâsetnâme (Köymen), s. 83, 199, 206-209, 214, 218, 219; Nizâmî-i Arûzî, Çehâr Makale (nşr. M. Kazvînî – M. Muîn), Tahran 1334 hş., s. 19-23; Kalkaşendî, Subhu’l-aşâ (Şemseddin), V, 91, 92, 94; Muhammed b. Abdülhâlik el-Meyhânî, Destûr-i Debîrî (nşr. Adnan S. Erzi), Ankara 1962; Muhammed Ca‘fer Hormûcî, Hakayıku’l-ahbâr-ı Nâsırî (nşr. Seyyid Hüseyin), Tahran 1363, s. 141; Mirza Gulâm Hüseyin Han, Efdalü’t-Tevârîħ (nşr. M. İttihâdiyye – N. Mâfî – S. Sa‘vendiyân), Tahran 1361 hş., s. 97, 99, 364, 372, 416-417, 431; A. Christensen, L’Iran sous les Sassanides, Copenhagen 1936, s. 127, 129, 513, 519; Hasan-ı Enverî, Istılâhât-ı Dîvânî-yi Devre-yi Gaznevî ve Selcûkı, Tahran 1355/1936, s. 177-181; M. Aziz Ahmad, Political History and Institutions of the Early Turkish Empire of Delhi (1206-1290 A.D.), Lahore 1949, s. 349, 356-358; Saîd-i Nefîsî, Târîh-i Temeddün-i Îrân-ı Sâsânî, Tahran 1331 hş., s. 254-256; Agha Mahdi Husain, The Rise and Fall of Muhammad Bin Tughluq, Delhi 1972, s. 219; Abdul Halim, History of the Lodi Sultans of Delhi and Agra, Delhi 1974, s. 222; DMF, I/2, s. 965; Dihhudâ, Lugatnâme, XIII, 262-267; Riazul Islam, “Katib”, EI² (İng.), IV, 758-759; C. E. Bosworth, “Dabır”, EI² Suppl. (İng.), s. 173.

Sadi S. Kucur