DELİ BİRADER

(ö. 942/1535 [?])

Divan şairi.

Bursa’da doğdu. Asıl adı Mehmed, mahlası Gazâlî, babasının adı Durmuş’tur. Kaynaklar, şairin çağdaşları arasında daha çok Deli Birader lakabıyla şöhret kazandığını, bir dalda durmayıp daima yer ve meslek değiştirdiğini belirtirler. Âşık Çelebi, “Mecnûn ki belâ deştini geşt etti serâser / Gamhâneme geldi dedi hâlin ne birâder” beytini yazdıktan sonra şaire Deli Birader denilmeye başlandığını (Meşâirü’ş-şuarâ, vr. 271ª), Kınalızâde ise onun bu beyti, halk arasında şöhret bulduktan sonra söylediğini kaydeder (Tezkire, II, 721).

Deli Birader Bursa’da devrin âlimlerinden, özellikle Muhyiddin Acemî’den ilim tahsil etti ve onun mülâzımı olarak hizmetinde bulundu. Bu arada tasavvufa da yöneldi. Ancak kaynaklarda tasavvuf eğitimini kimden gördüğü ve hangi tarikata mensup olduğu konusunda bilgi yoktur. Bursa’da Bayezid Paşa Medresesi’nde bir süre müderrislik yaptıktan sonra II. Bayezid’in şehzadesi Korkut’un eserlerinin mukabelecisi oldu. Bu görevi sürdürürken şehzadenin nedimi Piyâle Bey’in aracılığıyla Korkut’un yakınları arasına girdi. Kaynaklarda, Şehzade Korkut’un onu yanından hiç ayırmadığı ve onsuz bir yere gitmediği zikredilir. Deli Birader şehzade ile birlikte Mısır’a gitti; Manisa’ya döndükten sonra Piyale Bey için Dâfiu’l-gumûm ve râfiu’l-hümûm adlı hezliyyât tarzında bir eser kaleme aldı. Eseri Korkut’a sunduğunda onu kapısından kovduğu söylenir (Latîfî, s. 254). Ancak şehzadenin, yakalanıp öldürüleceği sırada yanında Piyâle Bey ile Deli Birader’in bulunmasını istemesinden (Âşık Çelebi, vr. 292ª) bu rivayetin doğru olmadığı anlaşılmaktadır.

Deli Birader Şehzade Korkut’un ölümünden sonra Bursa Geyikli Baba Zâviyesi şeyhliğine tâlip oldu. İsteği Yavuz Sultan Selim tarafından kabul edilerek adı geçen zâviyenin şeyhliği kendisine verildi ve burada inzivaya çekildi. Gazâlî mahlasını burada aldı. Bursa’da ne kadar kaldığı belli değildir. Daha sonra Sivrihisar’a giderek müderrislik yapmaya başladıysa da süresini tamamlamadan İstanbul’a döndü. İstanbul’da kendisine, “Niçin yeter gün oturmayıp tez geldin” diye sorduklarında, “Sivri yer olmağın oturup huzur edemedim” (Kınalızâde, II, 723) demesinden hareketle bazı kaynakların (Âşık Çelebi, vr. 292ª; Belîğ, s. 496) Seferihisar’a gittiğini söylemelerinin yanlış olduğu anlaşılmaktadır. Deli Birader daha sonra Akşehir’e giderek orada uzunca bir süre müderrislik yaptı. Ardından Kazasker Kadri Efendi’den Agros müderrisliğini aldı. Amasya’da Kapıağası Hüseyin Ağa Medresesi’nde müderris iken emekli oldu. Çocukluğundan beri tanıdığı bazı arkadaşlarının sohbetinden uzak düşmemek için İstanbul’a giderek Beşiktaş’ta yerleşmeye karar verdi. Deniz kıyısında ev, mescid, zâviye ve hamam yaptırmak maksadıyla “Cernâme” adlı bir manzume kaleme alarak Sadrazam Makbul İbrâhim Paşa’dan yardım istedi. Paşa ona Kanûnî Sultan Süleyman’dan yüklü bir câize aldı; kendisi de büyük bir ihsanda bulundu. Öteki vezirler ve divan erkânından topladığı paraların yanı sıra bir miktar da borç aldı. İstanbul’da çarşı hamamlarının camekânının ortasına Bursa kaplıcalarında olduğu gibi ilk defa havuz yaptıran Deli Birader’in hamamı (tasviri ve âkıbeti hakkında geniş bilgi için bk. Âşık Çelebi, vr. 294b) kısa bir süre sonra İstanbul’un zevk ve safaya düşkün insanlarının toplandığı bir yer haline geldi. Bunun üzerine Hasköy Hamamı sahibi Pîrîpaşazâde Mehmed Bey de hamamına havuz yaptırınca Deli Birader onu çok müstehcen bir dille hicvetti. Bu hicviye Deli Birader’le bütün İstanbul hamamcılarının arasını açtı. Hamam sahipleri ortaklaşa bir dilekçe vererek sadece temizlik yeri olan hamamı eğlence yerine çeviren ve dolayısıyla kötü bir yenilik olan fıskıyeli havuzun yıkılması için fetva aldılar. Hamam ve havuzu bir gece İbrâhim Paşa tarafından acemi oğlanlarına yıktırıldı. Üzüntüsünü yirmi beş beyitlik “Kaplıcanâme” adlı manzumesinde dile getiren Deli Birader daha sonra İstanbul’dan ayrılıp Mekke’ye gitti. Orada bir mescid ve bahçe yaptırdı. “Sanmanız kim diyâr-ı gurbette/Kişi zevk eyleyip safâ sürmez//Dûr olur gerçi kim ahibbâdan/Hele a‘dâ yüzün dahi görmez” kıtası ile manzum bir mektubu İstanbul’a gönderdi. Bu mektuba dönemin şairleri Zâtî, Rûmî, Kâtib Câfer Çelebi manzum olarak cevap verdiler (bk. Kut, TDAY Belleten, s. 223 vd.). Deli Birader, bahçesinde dostlarıyla sohbet ederken rahatsızlanarak âniden vefat etti. Cenaze namazı Hicaz ve Tâif’in ileri gelenleri tarafından kılınıp mescidinin avlusuna gömüldü. Ölüm yılı hakkında kaynaklarda değişik tarihler verilmektedir (Mecdî, 942 [1435-36]; Kınalızâde, 941 [1534-35]; Fâik Reşâd, 940 [1533-34] veya 941 [1534-35]).

Eserleri. Deli Birader’in Manisa’da yazıp Piyâle Bey’e takdim ettiği Dâfiu’l-gumûm ve râfiu’l-hümûm adlı mensur eseri Sehî’nin ifadesiyle “gāyet galat ve fâhiş fuhşiyyât ve hezeliyyâttan ibarettir”. Eserin çeşitli yazma nüshaları vardır (İÜ Ktp., TY, nr. 1400, 9659;


Süleymaniye Ktp., Esad, Efendi, nr. 3226). Ayvansarâyî, şiirlerinin ölümünden sonra derlenerek bir divan meydana getirildiğini söyler (Hadîkatü’l-cevâmi‘, II, 15). Ancak kütüphanelerde Deli Birader adına kayıtlı bir divana rastlanmamıştır. Bursalı Mehmed Tâhir, muhtemelen Kâtib Çelebi’ye dayanarak onun Mirǿâtü’l-kâinât adlı bir eseri olduğunu kaydeder (Osmanlı Müellifleri, II, 348). Kâtib Çelebi’nin verdiği bilgiye göre bu eser Hz. Âdem’in yaratılışından Kanûnî Sultan Süleyman devrine kadar gelen Farsça genel bir tarih kitabıdır. F. Babinger, bu bilgilerden hareketle onu Osmanlı tarihçileri arasında sayar (Babinger ıÜçok], s. 80). Günay Alpay Kut da Misbâhu’l-hidâye adlı ilmihal türü bir eseri olduğunu söyler (TDAY Belleten, s. 223 vd.).

BİBLİYOGRAFYA:

Sehî, Tezkire (Kut), s. 230; Taşköprizâde, eş-Şekāǿik, s. 476-477; Âşık Çelebi, Meşâirü’şşuarâ, vr. 271ª, 291ª, 292ª-b, 293ª vd., 294b vd.; Latîfî, Tezkire, s. 254; Mecdî, Şekāik Tercümesi, s. 472, 473; Kınalızâde, Tezkire, II, 721, 723; Riyâzî, Gülşen-i Şuarâ, Süleymaniye Ktp., Lala İsmâil, nr. 314, vr. 103ª; Keşfü’z-zunûn, I, 729; II, 1649; Belîğ, Güldeste, s. 496, 497 vd.; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, II, 15; Hammer, GOD, II, 198; Gibb, HOP, III, 36; Fâik Reşâd, Eslâf, İstanbul 1311, I, 72; Osmanlı Müellifleri, II, 348; Babinger (Üçok), s. 80; M. Fuat Köprülü, “Deli Birâder”, Yeni Mecmua, sy. 15, İstanbul 1917; a.mlf., “Gazâlî”, İA, IV, 728-729; Orhan Şaik Gökyay, “Gazâlî”, TDl., XXI/222 (1970), s. 452, 454; Günay Alpay Kut, “Gazzâlî’nin Mekke’den İstanbul’a Yolladığı Mektup ve Ona Yazılan Cevaplar”, TDAY Belleten (1973-74), s. 223 vd.; a.mlf., “Ghazālī”, EI² (İng.), II, 1042 vd.; Kāmûsü’l-a‘lâm, I, 227 vd.; Th. Mentzel, “Ghazālī”, EI, II, 139.

Orhan Şaik Gökyay