DERD

(درد)

Hâce Mîr b. Muhammed Nâsır el-Hüseynî ed-Dihlevî (ö. 1199/1785)

Nakşibendiyye tarikatının Hindistan’daki tanınmış temsilcilerinden biri ve Tarîkat-ı Muhammediyye-i Hâlisa’nın ikinci pîri.

1133’te (1720-21) Delhi’de doğdu. Mîr Derd, Mîr Seyyid Derd ve Hâce Mîr Derd Dihlevî gibi ad ve unvanlarla anılır. Annesi ile Tarîkat-ı Muhammediyye-i Hâlisa’nın kurucusu olan babası Andelîb Hâce Muhammed Nâsır’ın seyyid* oldukları kabul edilir. Bizzat kendisi annesinin Abdülkadir-i Geylânî, babasının Bahâeddin Nakşibend soyundan geldiğini söyler. Babası, mürşidi Şeyh Sâdullah’ın “Gülşen” (gül bahçesi), kendisinin de “Andelîb” (bülbül) mahlasını kullanmasını dikkate alarak oğluna “Derd” (aşk) adını vermişti. Tasavvufta gülün mâşuku, bülbülün de âşıkı sembolize ettiği, bülbülün güle duyduğu derin sevginin ise sâlikteki Allah aşkına benzetildiği dikkate alınırsa bu adlandırmadaki tasavvufî anlam daha iyi anlaşılabilir.

Derd ilk öğrenimini Delhi’de babasından gördü. Kısa zamanda ilimde önemli mesafeler aldı. Henüz on beş yaşında iken i‘tikâfta bulunduğu sırada Esrârü’s-salât adlı eserini yazdı. Küçük yaşta tasavvufî terbiye alan Derd, babası ve mürşidi Andelîb’e derin bir şekilde bağlıydı. Babası vefat edince (1172/1759) onun halifesi sıfatıyla faaliyetlerine devam etti. Şiir ve mûsikiyi çok sever, sık sık evinde mûsiki meclisleri ve edebî sohbetler düzenlerdi. Bunun sonucu olarak çevresinde


mûsiki ve şiire ilgi duyan yetenekli ve sanatkâr ruhlu kişileri topladı. Kaynaklarda Şah Âlem’in bile bazan bu meclislere katıldığı zikredilir. Hayatı boyunca Delhi’den ayrılmayan Derd 24 Safer 1199’da (6 Ocak 1785) vefat etti. Bugün yerine park yapılmış olan Türkmen Kapısı dışındaki eski Şahcihanâbâd Mezarlığı’nda toprağa verildi. Babasının mezarına bitişik olan kabri, yanındaki mescidle birlikte hâlâ varlığını korumakta ve müslümanlar tarafından ziyaret edilmektedir.

Derd tevhid konusunda Nakşibendîler gibi, “Her şey O’ndandır” (heme ez-ôst) esasını benimseyerek “Her şey O’dur” (heme ôst) şeklindeki vahdet-i vücûd*cu anlayışa karşı çıkmış, kullukla temaşa halinin birlikte olması gerektiğini savunmuştur. “Elem” adını verdiği oğlundan ve mânevî çocukları nazarıyla baktığı eserlerinden dolayı Allah’a şükreden Derd, kitapsız ârifleri çocuksuz kişilere ve anlamsız eserleri de hayırsız evlâtlara benzetir.

Derd’in ruhî mi‘racı babası ve şeyhi Andelîb’de fâni olmakla başlar; bunu Hz. Peygamber’de fâni olma hali takip eder ve daha sonra Allah’ta fâni olma noktasına ulaşır. Fakat sülûk*ün en mükemmel biçimde gerçekleşmesi için iniş (nüzûl) halinin de gerçekleşmesi ve Allah’ta bâki olma (bekā billâh) mertebesinin elde edilmesi şarttır. “Allah’ta fenâ” (fenâ fillâh) Hakk’a yönelik iken “Allah’ta bekā” halka yöneliktir. Sülûk esnasında yükseliş (urûc) halini tamamlayıp dönüş (rücû) haline geçen kişi, urûc halinde kalandan daha yüksek bir mertebede bulunur. Zira yükseliş halinde temaşa, iniş halinde kulluk gerçekleşir ve bu iki hale sahip olan sâlik, sadece birine sahip olandan daha üstün bir mertebede sayılır. “Hâlis Muhammedî”nin mertebesi budur. Bu esasa dayanan Tarîkat-ı Muhammediyye-i Hâlisa’nın usul ve âdâbı Nakşîliğin usul ve âdâbından fazla farklı değildir. Bu açıdan Derd bir bakıma muhafazakâr bir tarikat anlayışına sahiptir. Şiirli ve mûsikili semâ meclisleri düzenlemenin Nakşibendiyye tarikatına uymadığını bilen Derd, çok düşkün olduğu mûsikinin haramlığı konusunda yazdığı Hurmetü’l-gınâ adlı eserinde, aslında Nakşibendî şeyhleri gibi düşündüğünü, fakat mûsikiye düşkünlüğü sebebiyle Allah’ın kendisini affedeceğini umduğunu, semâa teşvik etmediğini ve bu hususla ilgili davranışının kendisine has olduğunu söyler.

Eserleri. 1. Vâridât-ı Derd (Risâle-i Vâridât). 111 risâleden oluşan eser, 1166’da (1752) kendisine gelmeye başlayan ve altı yıl süren ilhamların (vâkıât) rubâîler ve kısa düz yazılar şeklinde ifade edilmesinden meydana gelir. 2. Ǿİlmü’l-kitâb (Bhopal 1309). Derd bu eseri önceki eserinin şerhi olarak Arapça kaleme almış, daha sonra müstakil bir kitap haline getirmiştir. 111 bölümden oluşan eserin her bölümüne “Yâ Nâsır!” ifadesiyle başlamış, böylece hem Allah’tan hem de derin bir sevgiyle bağlı olduğu ve kendisiyle özdeşleştirdiği mürşidi ve babası Andelîb’in ruhaniyetinden yardım dilemiştir. 3. Çehâr Risâle (Bhopal 1310). 1775-1785 yılları arasında yazdığı Nâle-yi Derd, Âh-ı Serd, Derd-i Dil, ŞemǾ-i Mahfil adlı dört risâlesini ihtiva eder. Bu risâlelerin her biri, “nâsır” kelimesinin sayı değeri olan 341 bölüme ayrılmıştır. 4. Dîvân. Urdu dilinin oluşumu ve gelişimi bakımından önem taşıyan divanı, ilki Delhi’de (1272) olmak üzere defalarca basılmış, daha sonra da Halîlürrahman Dâvûdî tarafından yayımlanmıştır (Lahor 1962). Derd’in Farsça şiirlerinin derlendiği küçük bir divanı daha vardır (Delhi 1310). 5. VâkıǾât-ı Derd. Bazı tasavvufî konuları ihtiva eden bu eser de basılmıştır. Derd’in daha önce anılan Esrârü’s-salât ve Hurmetü’l-gınâ adlı iki eseri daha vardır.

BİBLİYOGRAFYA:

G. de Tassy, Histoire de la Littérature Hindouie et Hindoustanie, Paris 1870; T. Bailey, A History of Urdu Literature, Calcutta 1932, s. 50-51; Ali İbrahim Han Halîl, Gülzâr-ı İbrâhim, Aligarh 1935, s. 126-129; R. B. Saksena, A History of Urdu Literature, Allahâbâd 1940, s. 55-59; Muhammed Azmetullah Han, Mezâmîn-i Azmet, Haydarâbâd 1942, II, 1-64; Seyyid Abdullah, Bahs u Nazar, Lahor 1952, s. 9-26; S. Nâsır Nezîr Firâk, Meyhâne-i Derd, Delhi, ts.; Abdülhay el-Hasenî, Nüzhetü’l-havâtır, VI, 7881; Schimmel, Mystical Dimensions of Islam, s. 373-383; A. S. Bazmee Ansari, “Dard”, EI² (İng.), II, 137-138; Seyyid Muhammed Abdullah, “Derd”, UDMİ, IX, 237-239.

A. S. Bazmee Ansarı