DERECE

(درجة)

İslâm’da çeşitli dünyevî ve uhrevî mertebeleri, müsbet ilimlerde de bazı ölçüm birimlerini ifade eden terim.

Arapça bir kelime olan derece, “herhangi bir mertebeler düzenindeki ileri ve yukarı doğru giden menzilelerin her biri veya yüksek olanı” anlamına gelir; çoğulu derecât ve derecdir. Bu genel anlam çerçevesinde bir merdivenin her basamağına derece denildiği gibi bir yapının katları için de derecü’l-binâ tabiri kullanılır. Derece bugün genel olarak belirli bir seviyeden itibaren aşağı doğru giden basamak ve mertebeler için de kullanılmakla birlikte aslında kelime anlamının açıkça gösterdiği gibi yalnız yükseklik ifade eden kavramlar (+dereceler) içindir ve kurallara uygun konuşulan Arapça ve Osmanlıca’da inen kavramları (-dereceler) ifade etmek üzere dereke (çoğulu derekât) kelimesi kullanılır. Meselâ, “Bu memlekette mîzânü’l-harâre yazın 40 dereceye kadar çıkar ve kışın 20 derekeye kadar iner” (Kāmûs-ı Türkî, s. 606); “Doğrusu münafıklar cehennemin en alt derekesindedirler” (en-Nisâ 4/145) ve “yalancı şahit derekesine düşmek” ifadeleri bu kullanıma örnek teşkil eder.

Derece tekil veya çoğul olarak Kur’ân-ı Kerîm’in on sekiz âyetinde geçmekte ve hukukî, iktisadî, ilmî, ahlâkî, özellikle de uhrevî mertebe farklılıklarına işaret etmektedir. Kadınların erkekler gibi hakları olduğu bildirilirken erkeklerin kadınlara göre bir derece üstünlük farkı taşıdıkları ifade edilir (el-Bakara 2/228). Bazı peygamberlerin belirli özellikleriyle diğerleri karşısında derece üstünlüğüne sahip bulundukları (el-Bakara 2/253), birtakım faziletli amelleri işleyenlerin işlemeyenlere göre daha üstün derecede oldukları (en-Nisâ 4/95-96) ve mümin veya kâfir herkesin yaptığı işlere karşılık bir derece işgal ettiği (Âl-i İmrân 3/ 163; el-En‘âm 6/132; el-Ahkaf 46/19) belirtilir. Kur’an’da, insanlar arasındaki çeşitli dünyevî ilişkilerde dinamizm sağlamak ve onları sınamak amacıyla gerek imkânlar gerekse fırsatlar hususunda belirlenen nisbî derece farklarına da işaret edilmekte, ancak bazı dünyevî üstünlüklere sahip olmanın Allah katında mutlak bir değer taşımadığı, asıl yüksek derecelerin âhirette olduğu belirtilmektedir (el-En‘âm 6/165; el-İsrâ 17/21; ez-Zuhruf 43/32). Ayrıca Hz. Yûsuf’un şahsında ilmî derecelerin varlığına işaret olunurken, “Biz kimi dilersek onu derecelerle yükseltiriz; her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen biri bulunur” (Yûsuf 12/76) denilmektedir. Allah’ın ismi ve sıfatı olarak zikredilen “dereceleri yükselten” (refîu’d-derecât) tabiri ise (el-Mü’min 40/15) “gökleri birbiri üstüne kuran, meleklerin arşa ve göklere yükselmesini sağlayan, dünyada kullarına yüksek mertebeler veren ve müminlerin sevap


derecelerini, cennetteki yerlerini yücelten” anlamlarına gelmektedir. Derece ve derecât kelimeleri gerek cennetteki makamlar gerekse amellerdeki üstünlük anlamıyla çok sayıda hadiste de geçmektedir (bk. Wensinck, MuǾcem, “drc” md.).

Derece İslâm geometri, astronomi (astroloji dahil) ve coğrafyasının başlıca terimlerinden biridir. Bu üç sahada da derece kavramı, bir dairenin 360 eşit parçaya bölünmesi sonucu bulunan yayların her birinin karşısına gelen açıyı ifade etmek üzere kullanılmıştır. Astronomide, âlemi kuşattığı düşünülen burçlar feleği (felekü’l-muhît, felekü’l-burûc, dâiretü’l-burûc) adlı dairenin on ikiye bölünmesiyle 30’ar derecelik dilimler elde edilmiş ve bunların her birine burç adı verilmiştir. Burçlar, gökyüzündeki sabit mevkileri dolayısıyla gezegenlerin hareket ve konumlarını tespit için başvurulan nirengi noktalarıdır. Her derece altmışa bölünerek dakika, her dakika altmışa bölünerek saniye ve her saniye altmışa bölünerek sâlise birimleri elde edilmiştir. Bu bölümlemenin daha da ileri götürülüp râbia, hâmise şeklinde çok küçük yay ve açı birimlerinin ortaya konulmasından, müslüman astronomların hassas ölçümler yapma konusunda ne kadar gayret gösterdikleri açıkça anlaşılmaktadır. Eski astronomiye göre 360 derecelik bir alanı kapsayan felekü’l-muhîtin merkezi arzdır ve bu feleğin hareketi arzın kuzey yarım küresinden doğudan batıya, güney yarım küresinden ise batıdan doğuya doğru görülür ve her iki yarım kürede de aynı anda ancak feleğin 180 derecelik kısmını işgal eden altı burcun hareketi izlenebilir. Çünkü ufuktan burçlara ait 1 derecelik yay doğduğunda onun karşısındaki 1 derecelik yay batmaktadır; yani o sırada burçlar feleğinin hareketi kuzeyde de güneyde de 1’er derecelik mesafe kadardır. Böylece arzdaki bir gözlemciye göre burçlar feleği doğu-batı ve kuzey-güney yönlerinde rubu‘ denilen 90’ar derecelik dört çeyreğe bölünmüş olmaktadır. Arzın merkezinde hareketsiz durduğu, güneşin de diğer gezegenler gibi onun etrafında döndüğü kabul edilen bu sistemde güneş 360 derecelik daireyi 365 günde, 1 dereceyi ise bir gün, bir gecede katetmektedir (İhvân-ı Safâ, I, 115-116, 126). Böyle bir sistem içinde gök cisimlerinin felekü’l-muhîtteki konumunu gösteren dereceye derecetü’l-kevkeb, derecetü takvîmi’l-kevkeb ve derecetü tûli kevkeb denilmektedir. Bir yıldızın ufukta doğduğu ve battığı esnada burçlar feleğindeki derecelerine de derecetü tulûi’l-kevkeb ve derecetü gurûbi’l-kevkeb, gün ortasında (nısfü’n-nehâr) bulunduğu dereceye ise derecetü memerri’l-kevkeb adı verilmektedir (Tehânevî, Keşşâf, “derece” md.).

Gök küresinin 1’er derecelik açı mesafeli 360 meridyenle 180 paralele bölünerek enlem (arz) ve boylamlardan (tûl) oluşan bir koordinant sisteminin elde edilmesi işlemi yerküreye de uygulanmıştır. Bu suretle enlem ve boylam dereceleri verilen bir coğrafî mevkiin yer haritası üzerinde belirlenmesi mümkün olmaktadır. Yine aynı esaslarla çeşitli mesafe, yükseklik ve zaman ölçümlerinde kullanılan usturlap da meridyen-paralel daireleriyle açı-derece kavramları esas alınarak hazırlanmış, gökyüzünün düzlem üzerinde tasvir edilen geometrik bir modelinden ibarettir. Böylece sonuçta derece kavramı içinde geometri, astronomi ve coğrafya alanları birleşmiş olmaktadır.

Derece kavramı, astroloji sahasında astronomideki matematik anlamını koruduğu gibi bir de özel nitelik kazanmıştır. Bu astrolojik niteliğe göre bir güne karşı gelen gök derecelerinden bazıları uğurlu ve aydınlık, bazıları ise uğursuz ve karanlıktır. Bundan dolayı kişinin doğduğu veya bir işe koyulacağı gün ile karşılığı olan derecenin özellikleri birlikte incelenir ve elde edilen bilgiler çerçevesinde geleceğe ait tahminlerde bulunulur.

Diğer disiplinler açısından, mûsikide bir ses dizisindeki seslerden her birine derece-i savtiyye; eski eczacılıkta etkilerine göre dört grupta toplanan ilâçların her kategorisine derece-i evvel, derece-i sânî... vd.; hurûf ilminde belli bir sonucu sihrî yollarla gerçekleştirmek için üzerinde işlem yapılan satırlardaki her harfe ve tasavvufta kulun veya sâlikin Cenâb-ı Hakk’a olan yakınlık mertebelerine de derece denilmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “drc” md.; Tehânevî, Keşşâf, “derece” md.; Lane, Lexicon, III, 867-870, 873-875; Kāmûs-ı Türkî, s. 605, 606; Wensinck, MuǾcem, “drc” md.; İhvân-ı Safâ, Resâǿil, Beyrut 1376-77/1957, I, 115-116, 126; Baklî, Meşrebü’l-ervâĥ, s. 95; A. Shiloah, The Theory of Music in Arabic Writings, München 1979, s. 53, 80, 506; “Derece”, TA, XIII, 96-97.

Cengiz Aydın