DEVLETŞAH

(دولتشاه)

Devletşâh b. Bahtişâh-ı Semerkandî (ö. 900/1494-95 [?])

İran şairleri hakkındaki tezkiresiyle meşhur olan Türk asıllı müellif.

Doğum tarihi belli olmamakla birlikte tezkiresini yazmaya başladığı sıralarda elli yaşlarında olduğuna ve eserini uzun yıllar süren bir çalışma sonunda 892’de (1487) tamamladığına bakılarak onun 830-840 (1427-1437) yılları arasında doğmuş olduğu tahmin edilebilir. Timurlular’dan Şâhruh Mirza’nın nedimlerinden Emîr Alâüddevle-i İsferâyînî’nin oğludur. Bâbür’ün maiyetinde bir emîr olan büyük kardeşi Radıyüddin Ali ise aynı zamanda Türkçe ve Farsça şiir yazan bir şairdi. Ailesi, babasının nisbesine bakılırsa İsferâyîn’den Semerkant’a gelip yerleşmiş olmalıdır. Semerkandî nisbesi ise bu şehirde doğmuş olduğunu göstermektedir.

Şiirlerinde Alâî mahlasını kullanan Devletşah’ın o dönem Timurlu beyzadeleri gibi iyi bir öğrenim gördüğü tezkiresinden anlaşılmaktadır. Devletşah öğrenimini tamamladıktan sonra Timurlu prenslerin sarayına girdi ve ömrünün büyük bir kısmını burada geçirdi. Kendisinin ve ailesinin sarayla yakın ilişkisi dolayısıyla ona emîr unvanı verildi. Sonunda babasından kalan araziyi işletmek üzere çiftçiliğe başladı. Onun saraydan ayrılışına, sonraları devlet erkânı tarafından kendisine iyi davranılmamasının yol açtığı anlaşılmaktadır. Yıllarca Timur ailesine hizmet ettiği halde sonunda emirlikten çiftçiliğe düşüşünden ve maliye memurlarının zulümlerinden şikâyet etmesi bu ihtimali kuvvetlendirmektedir (Tezkiretü’ş-şuarâ, s. 80, 179, 371, 433, 437). Ancak saraydaki görevinden ayrılmasına babalarını öldüren şehzadelerin, şehzadelerini öldüren babaların davranışlarının sebep olduğu kadar dalkavuk ve iki yüzlü âlim ve şeyhlere karşı duyduğu tiksintinin de rolü olmuştur. Soylu bir aileye mensup olması sebebiyle devlet hizmetine tayin edilen kişilerin yönetici sınıftan değil de çiftçi ve esnaf arasından seçilmesine karşı içinde uyanan tepki sonucu kendisini çiftçiliğe vermiş olması da mümkündür. Devlet yönetimiyle ilgili bu görüşünü kuvvetle savunmasına ve yanlış bir iş yaptığına inandığı Bâbür’ü ağır biçimde eleştirmesine rağmen eski görevini tekrar elde etmek ümidiyle aynı davranışta bulunan Hüseyin Baykara ve Ali Şîr Nevâî’yi övmüştür. Devletşah tekrar devlet hizmetine girme yolundaki bu isteği gerçekleşmeden 896’da (1490-91) veya 900’de (1494-95) vefat etti.

Devletşah’a asıl büyük ününü sağlayan Tezkiretü’ş-şuarâf adlı eseridir. Bu tezkire, Ebû Tâhir-i Hâtûnî’nin günümüze ulaşmayan Menâkıbü’ş-şuarâf adlı eseriyle Nizâmî-i Arûzî’nin bir tür tezkire niteliği taşıyan Çehâr Makale’si ve Avfî’nin Lübâbü’l-elbâb adlı tezkiresinden sonra gelmektedir. 892’de (1487) tamamlanan ve Ali Şîr Nevâî’ye ithaf edilen eser İran şairleri hakkında kaleme alınan genel nitelikte bir tezkiredir. Müellif bu kitabını yazarken aynı nitelikteki eserlerin yanı sıra ilmî ve edebî eserlerden de faydalanmıştır.

Tezkiretü’ş-şuarâf bir mukaddime, yedi bölüm (tabaka) ve bir hâtimeden ibarettir. Mukaddimede şiir sanatı ve meşhur on Arap şairi hakkında bilgi verilir. Bundan sonraki yedi bölümde ise 143 İran şairinin biyografileri yer alır ve şiirlerinden örnekler nakledilir. Hâtimede yedi çağdaş şair ile başta Hüseyin Baykara olmak üzere Herat sarayının ileri gelenleri anlatılır. Devletşah’ın bu eseri, çok defa ele aldığı şairleri himaye edenler hakkında bilgi vermesi dolayısıyla tarihî bakımdan da önem taşır. Bu konuda faydalandığı kaynaklardaki yanlış bilgileri de nakletmekle birlikte eser döneminin sosyal tarihi açısından önemlidir. Ayrıca şairler hakkında bugün elde bulunmayan eserlerdeki bilgileri de nakletmiş olması tezkirenin değerini bir kat daha arttırmaktadır. Devletşah’ın bu eseri, daha sonra yazılan Türkçe, Çağatayca ve Farsça tezkireleri tertip ve muhteva bakımından etkilemiştir.

Türkiye kütüphanelerinde nüshalarına rastlanmayan tezkirenin dünya kütüphanelerinde birçok yazma nüshası vardır (bk. Storey, I/2, s. 785-786). İlk olarak Bombay’da (1305/1887), daha sonra E. G. Browne tarafından London-Leiden’de (1901) yayımlanan eserin ilk beş bölümünü S. M. Zamin Ali Hindistan’da (Allahâbâd 1921), son zamanlarda tamamını Muhammed Abbâsî (Tahran 1337) ve Muhammed Ramazânî (Tahran 1366) neşretmişlerdir. Ayrıca eserin çeşitli konularla ilgili parçaları birçok Avrupalı bilgin tarafından yayımlanmıştır (bk. Storey, I/2,


s. 786-787). İlk üç bölümü P. B. Wachla tarafından İngilizce’ye (Bombay 1909), birçok parçası J. von Hammer-Purgstall tarafından Geschichte der schönen Redekünste Persiens, mit einer Blüthenlese aus zweihundert persischen Dichtern (Viyana 1818) adlı eseri içinde Almanca’ya, ayrıca muhtelif şairlerle iligili parçaları da başta Latince olmak üzere Rusça, Fransızca ve yine Almanca’ya çevrilmiştir (bk. Storey, I/2, s. 787-788). Tezkiretü’ş-şuarâf özetlenmiş olarak Hoca Süleyman Fehîm Efendi tarafından 1223’te (1808) Sefînetü’ş-şuarâ adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir (İstanbul 1259). Eseri daha sonra Necati Lugal de Türkçe’ye tercüme etmiştir (Tezkire-i Devletşah, Ankara 1963; Devletşah Tezkiresi, İstanbul 1977).

BİBLİYOGRAFYA:

Devletşah Tezkiresi (trc. Necati Lugal), İstanbul 1977, Browne’un önsözü, I, 7-15; Ali Şîr Nevâî, Letâyifnâme (trc. Fahrî-yi Herâtî, nşr. Ali Asgar Hikmet), Tahran 1323 hş., s. 108 vd.; Keşfü’z-zunûn, I, 387-388; Browne, LHP, III, 436-437; a.mlf., “The Sources of Dawlatshah”, JRAS (1899), s. 37-45; Storey, Persian Literature, I/2, s. 784-789; Ahmed Gulçîn-i Meânî, Târîh-i Tezkirehâ-yi Fârsî, Tahran 1348, I, 264-266; Bahâr, Sebkşinâsî yâ Târîh-i Tetavvur-i Nesr-i Fârsî, Tahran 1350, III, 185-191; Hânbâbâ, Fihrist, I, 1246; Safâ, Edebiyyât, IV, 531-534; M. Fuad Köprülü, “Devletşah”, İA, III, 560-562; Felix Tauer, “Doulatshah”, DOL, III, 45; CI. Huart – H. Massé, “Dawlat-shah”, EI² (İng.), II, 179.

Ayla Demiroğlu