DİVANE MEHMED ÇELEBİ

(ö. 951/1544’ten sonra)

Mevlevîliğin yayılmasında önemli rol oynayan Mevlevî şeyhi ve divan şairi.

XV. yüzyılın ikinci yarısında Karahisar’da (Afyon) doğdu. Müridlerinden Şâhidî İbrâhim Dede’nin (ö. 957/1550) Gülşen-i Esrâr adlı eserinin sonunda yer alan menkıbelerle karışık hâtıraları, onun şahsiyeti hakkında orijinal bilgiler vermekle birlikte bu bilgiler biyografisinin tesbitinde yetersiz kalmaktadır. Onunla ilgili ikinci kaynak durumunda olan Sâkıb Dede’nin (ö. 1148/1735) Sefîne-i Mevleviyye’sindeki bilgiler de oldukça karışıktır. Sâkıb Dede’ye göre Divane Mehmed Çelebi, Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled’in kızı Mutahhara Hatun ile evlenen Süleyman Şah’ın torununun oğludur. Mutahhara Hatun’un Hızır ve İlyas adlı iki çocuğu olmuştur. Divane Mehmed Çelebi’nin babası Bâlî Çelebi (Abâpûş-i Velî, ö. 890/1485) Hızır Paşa’nın oğludur. Ancak Mevlevîlik tarihinin muteber eseri Eflâkî’nin Menâkıbü’l-ârifîn’inde Sultan Veled’in torunları Hızır ve İlyas’ın


adları geçtiği halde Mutahhara Hatun’un Süleyman Şah ile evlendiği konusunda bir kayıt yoktur. Öte yandan Konya Mevlânâ Müzesi’nde bulunan (nr. 2158) 869 (1464) istinsah tarihli bir Menâkıbü’l-ârifîn nüshasının son varağında yer alan ayrı bir hatla yazılmış şecerede, Hızır Paşa ile Abâpûş-i Velî arasında Mehmed ve Mehmed Paşa adlı iki kişi daha görülür. Bu şecereye göre Divane Mehmed Çelebi’nin babası Abâpûş-i Velî, Hızır Paşa’nın değil Mehmed Paşa’nın torunudur. Aynı şecereye diğer bazı Menâkıbü’l-ârifîn nüshalarında da rastlanılmaktadır (meselâ bk. İÜ Ktp., FY, nr. 1231, vr. 192b; Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 320, vr. 193b). Bu durumda Divane Mehmed Çelebi’nin soyu Abâpûş-i Velî, Ahmed Paşa, Mehmed Paşa, Hızır Paşa, Süleyman Şah olarak tesbit edilebilir. Divane Mehmed’in çelebiliği, Süleyman Şah’ın eşi Mutahhara Hatun’un Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled’in kızı olmasından gelmektedir.

Babasının şeyhlik yaptığı Karahisar Mevlevîhânesi’nde doğan ve Mevlevî kültür ortamında yetişen Mehmed Çelebi’yi babası ölümünden bir yıl önce kendi yerine şeyh tayin etti. Mehmed Çelebi ölümüne kadar Karahisar Mevlevîhânesi’nin şeyhi olarak görevini sürdürdü. Müridi Şâhidî, Mevlânâ’nın, “Sevgili âhir zamanda çalgıya düştü, eğlenceye kapıldı, fakat onun iç yüzü tamamıyla mücâhede; görünüşte oyunla, aslı olmayan şeylerle meşgul” anlamına gelen beyti Divane Mehmed Çelebi için söylediğine inanıldığını bildirir. Gönlüne kendisine intisap arzusu düştüğünü, annesini ziyaret için gittiği Muğla’da bir gece Mehmed Çelebi’nin, “Beni bulmak istiyorsan harâbâtî ol” dediğini ve nihayet Kütahya’da ona intisap ettiğini anlatır. Şâhidî, Mehmed Çelebi’nin çârdarb* olduğunu, şarap içtiğini, halk arasında adının kötüye çıktığını, halktan kendisini bu şekilde sakladığını, ondan gördüğü kerâmetleri anlatmasının mümkün olmadığını, “Bizden gördüklerini nazmet” dediğini, ancak bu emri yerine getiremediğini söyler. Şâhidî İbrâhim Dede 1544 yılında kaleme aldığı eserinde şeyhinin ölümünden bahsetmediğine göre Divane Mehmed Çelebi bu tarihten sonra vefat etmiş olmalıdır.

Sâkıb Dede, Mehmed Çelebi’nin daha gençlik yıllarından itibaren göğsü açık bir tennûreyle kalenderî abası giyerek dolaştığını, başında bazan Şems-i Tebrîzî’ye mensubiyetini gösteren on iki dilimli taç bulunduğunu ve çârdarb olduğunu söyleyerek Şâhidî’nin verdiği bilgileri doğrular. Ona göre Mehmed Çelebi, Pîr Âdil Çelebi’nin âsitâne çelebiliği döneminde (1421-1460) Karahisar’dan Konya’ya, oradan Hacıbektaş Tekkesi’ne gitmiş, daha sonra yanına kırk Bektaşî abdalı alarak gittiği Irak’ta Necef, Kerbelâ, Bağdat ve Sâmerrâ’da Ehl-i beyt imamlarını ziyaret etmiş ve sekizinci İmam Ali er-Rızâ’yı da ziyaret etmek üzere Meşhed’e gitmiştir. Bu ziyaret, Mehmed Çelebi 1544’te hayatta olduğuna göre Sâkıb Dede’nin belirttiği dönemde değil daha sonraki bir tarihte gerçekleşmiş olmalıdır. Mehmed Çelebi Meşhed’de büyük itibar görmüş, türbedeki iki bayrakla İmam Rızâ’nın imaretindeki büyük bir kazan ve vakıf kapların bir kısmı kendisine hediye edilmiş, ziyaret sırasında, “Rızâ’nın kapısından ayrı düşen göz, güneş çeşmesi bile olsa nursuzdur” diye başlayan Farsça bir rubâîyi irticâlen söylemiş, sağ tarafında Mevlevîler, sol tarafında Bektaşîler bulunduğu halde Meşhed’den ayrılmıştır. Tekrar Bağdat’a dönüp imamları ziyaret ettikten sonra Halep’e giden Mehmed Çelebi, burada Vefâiyye tarikatının kurucusu Ebü’l-Vefâ el-Bağdâdî (ö. 501/1107) soyundan Şeyh Ebû Bekir el-Vefâî’nin (ö. 991/1583) dergâhında kalır. Ebû Bekir’i kalenderîler gibi tıraş ettirip ona hilâfet verir. Karahisar’a dönerken Konya’ya uğrayıp ceddi Mevlânâ’yı ziyaret eder. Bir süre sonra Mısır’a giderek orada tutuklu bulunan İbrâhim Gülşenî’nin (ö. 940/1534) hapisten çıkarılmasını sağlar. Mısır dönüşü Şam’da İbnü’l-Arabî’nin kabrini ziyaret eder. Sâkıb Dede, Divane Mehmed Çelebi’nin Kanûnî Sultan Süleyman devrinde İstanbul’a, oradan Bursa ve Kütahya’ya gittiğini, Karahisar’a dönüşünden bir süre sonra vefat ettiğini söyler, ancak tarih vermez. Onun kaydettiği bu bilgiler bazı kronoloji hatalarını ihtiva ettiğinden ancak tarihî tenkit süzgecinden geçirildikten sonra kabul edilebilir. Meselâ ona göre Divane Mehmed Çelebi’nin Tomanbay devrinde Mısır’a gidişi, Kanûnî devrinde İstanbul’a gidişinden sonradır. Halbuki Tomanbay, Kanûnî Sultan Süleyman tahta geçmeden önce Mısır’da 1516-1517 yıllarında hükümdarlık yapmıştır. Sâkıb Dede’nin, Mehmed Çelebi’nin İstanbul’da iken İskender Paşa’nın konağında misafir olduğunu, paşanın Galata’da Kule civarındaki bahçesini vakfederek oraya bir mevlevîhâne kurulduğunu söylemesi de yanlıştır. Çünkü bu mevlevîhânenin II. Bayezid devrinde tesis edildiği ve İskender Paşa’nın Fâtih Sultan Mehmed’in Hassa gılmanlarından olduğu bilinmektedir.

Mehmed Çelebi’nin yukarıda anılan soy şeceresinde adı Divane Mehmed Çelebi şeklinde geçmektedir. Rind ve kalendermeşrep bir Mevlevî olan Mehmed Çelebi’nin adına “Divane” lakabı bu tavrından ötürü eklenmiş olmalıdır. Timur istilâsında Mevlânâ’nın türbesinden alınıp götürülen Dîvân-ı Kebîr’i İran’a gidip geri getirdiği için “Sultân-ı Dîvânî” unvanıyla anıldığı şeklindeki rivayetin, pek hoş görülmeyen “Divane” lakabını bu şekle dönüştürmek için uydurulduğu kesindir. Hüseyin Ayvansarâyî’nin, Divane Mehmed Çelebi’nin Konya’da çelebilik makamına geçtiğini söylemesi de yanlıştır (Hadîkatü’l-cevâmi‘, II, 42).

Mevlevîlik tarihinde Ârif Çelebi ile başlayan Ehl-i beyt sevgisine özel bir önem verme hususu Divane Mehmed Çelebi’de yeni bir boyut kazanmış ve Mevlevîliğin onun tarafından temsil edilen Şems meşrebi Kalenderîlik, Bektaşîlik ve Hurûfîlik’le kaynaşma temayülü göstermiştir. Nitekim Harîrîzâde’nin, Kalenderîliği Mevlevîliğin bir kolu sayıp Divane Mehmed Çelebi’yi Kalenderîliğin kurucusu olarak göstermesi (Tibyân, III, vr. 74b-77ª) yanlış olmakla birlikte bu durumun bir sonucu olmalıdır. Kalenderîliği benimsediği halde Mevlevîliğin esaslarını özenle koruyan Mehmed Çelebi, Ulu Ârif Çelebi’den sonra Mevlevîliği en çok yayan kişidir. Halep, Burdur, Eğridir, Sandıklı, Mısır, Cezayir, Midilli ve muhtemelen Lazkiye mevlevîhâneleri onun gayretiyle açılmıştır.

Şâhidî’nin Gülşen-i Esrâr’ında Mehmed Çelebi’nin Fenâî, Fânî gibi bazı halifelerinin adına rastlanmaktadır. Şâhidî, Fenâî’nin Mehmed Çelebi doğunca gidip onun ayaklarını öptüğünü ve Mevlânâ’nın Çelebi’nin geleceğini bir gazeliyle müjdelediği şeklindeki rivayeti, Vahdetnâme adlı bir eseri olduğunu söylediği Muarrifoğlu’ndan duyduğunu söyler. Kimliği bilinmeyen ve adı geçen eseri günümüze ulaşmayan Muarrifoğlu da muhtemelen Mehmed Çelebi’nin halifesidir. Fânî Dede ise Lazkiye Mevlevîhânesi’nin şeyhidir. Sâkıb Dede, Divane Mehmed Çelebi’nin Halep’te Ebû Bekir elVefâî’ye, Mısır’da Ahmed es-Sâfî’ye hilâfet verdiğini, Galata Mevlevîhânesi’ne Sinoplu Safâî Dede’yi halife bıraktığını, Veliyyüddin Dede’yi Cezayir’e, Hızır Dede’yi Sakız’a, Nûrullah Dede’yi Eğridir’e,


Alî-i Rûmî’yi Sandıklı’ya, Derviş Hâmid’i Midilli’ye yolladığını kaydeder. Onun halifelerinden olan Şâhidî de Muğla Mevlevîhânesi’nde şeyhlik yapmıştır.

Divane veya Semâî mahlasıyla şiirler söyleyen Mehmed Çelebi, divan edebiyatının önemli şahsiyetleri arasında sayılabilecek bir şair olmasına rağmen şiirleri, etrafında bulunanlarca tesbit edilmediği, tesbit edilenlerin de meşrebi yüzünden derlenip divan şeklinde düzenlenmediği için mecmualarda kalmıştır. Abdülbaki Gölpınarlı, “Belâ dildendir ol dildâr elinden dâdımız yoktur/Gönüldendir şikâyet kimseden feryâdımız yoktur” beytinin Türk divan edebiyatının en güzel beyitlerinden biri olduğunu söyler. Mevlevî mukabelesi son şekliyle düzenlendikten sonra mukakebelenin ihtiva ettiği sembolleri açıklamak amacıyla yazılan ilk manzum risâle Divane Mehmed Çelebi’ye aittir. “Fâilâtün fâilâtün fâilât” vezninde elli iki beyitten meydana gelen bu risâle, Abdülbaki Gölpınarlı tarafından Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan şiir mecmualarından derlenen yirmi dört adet şiiriyle birlikte yayımlanmıştır (Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 473-493).

BİBLİYOGRAFYA:

Eflâkî, Menâkıbü’l-ârifîn, Mevlânâ Müzesi Ktp., nr. 677, 678, 2158; a.e., İÜ Ktp., FY, nr. 1231, vr. 192b; a.e., Süleymaniye Ktp., Hâlef Efendi, nr. 320, vr. 193b; a.mlf., Âriflerin Menkıbeleri (trc. Tahsin Yazıcı), İstanbul 1973, II, 343-344; Şâhidî İbrâhim Dede, Gülşen-i Esrâr, Mevlânâ Müzesi Ktp., nr. 2182; Sâkıb Dede, Sefîne, s. 15-59; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, II, 42; Harîrîzâde, Tibyân, III, vr. 74b-77ª; Ali Enver, Semâhâne-i Edeb, İstanbul 1309, s. 61-63; Gölpınarlı, Katalog, II, 151, 250, 366; III, 170; a.mlf., Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1983, s. 101-112, 473-493; a.mlf., “Divane Mehmet Çelebi ya da Semaî Mehmet Çelebi, Sultan-ı Divanî”, TA, XIII, 360; Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sûfilik: Kalenderîler, Ankara 1992, s. 203, 204, 232.

Nihat Azamat