EBÛ AMR ed-DIMAŞKI

أبو عمرو الدمشقي

(ö. 320/932)

İlk devir sûfîlerinden.

Dımaşk’ta doğup yetişti. Kaynaklarda doğum tarihi ve tam adı hakkında bilgi yoktur. Hayatının ilk dönemlerinde dinî ilimlerle meşgul oldu, tefsir ve hadis tahsil etti. Kelâm tartışmalarına katıldı, ruhların ve âlemin kıdemini savunan Tenâsühiyye ve Ezeliyye gibi fırkaların görüşlerine karşı çıktı. Hatta onun bu konuda bir risâle kaleme aldığı rivayet edilir (Sülemî, s. 277; Şa‘rânî, I, 101).

Ebû Amr, Zünnûn el-Mısrî’nin müridleriyle karşılaştıktan sonra tasavvufa yöneldi; Dımaşk’ın en meşhur sûfîsi Abdullah b. Cellâ’ya intisap etti. Horasan’ın ünlü sûfîlerinden Ebü’l-Hasan el-Bûşencî ile de görüştü. Böylece Mısır, Şam ve Horasan’da gelişmekte olan tasavvufî düşünceyi tanıma imkânı buldu.

Tasavvufu, “en mükemmel varlığı (Allah’ı) müşahede edebilmek için maddî âlemi noksan olarak görmek, hatta ona hiç bakmamak” şeklinde tarif eden (Sülemî, s. 178) Ebû Amr ed-Dımaşkı, zühd ve riyâzet konularının yanında velâyet, keşf, havâtır, kerâmet, safvet, mârifet, muhabbet gibi meselelere de eğilmiştir. Dımaşkı, âyet ve hadislere tasavvufî yorumlar getiren ilk sûfîlerdendir. Kelâbâzî onun, Hz. Eyyûb’ün dilinden ifade edilen, “Başıma bir musibet geldi...” (el-Enbiyâ 21/83) meâlindeki âyeti, “Bu musibet bir ganimettir” şeklinde yorumlayarak belâyı nimet gibi gördüğünü nakleder (et-Taarruf, s. 144). Sülemî ise Ebû Amr’ın, “Hilâli görünce oruca başlayın, hilâli görünce iftar edin” (Müsned, IV, 321; Nesâî, “Sıyâm”, 8) meâlindeki hadisi, “İftar etmeniz Hak’tan uzaklaşmanıza, oruca başlamanız O’na yönelmenize sebep olmasın, yani iki haliniz eşit, huzurunuz sürekli olsun. Oruçlu haliniz iftara, iftarınız oruçlu halinize benzesin” şeklinde yorumladığını kaydeder (Tabakāt, s. 278).

Ebû Amr ed-Dımaşkı’nin tasavvufî hayatla ilgili önemli bir tasnifi vardır. Ona göre âriflerin en seçkin nitelikleri siyâset, riyâzet, hirâset ve riâyet şeklinde dört ana başlık altında toplanabilir. Bunlardan ilk ikisi zâhirî, diğerleri ise bâtınî karakterdedir. “Nefsi tanımak ve kontrol altında tutmak” mânasına gelen siyâset mânevî temizliğe, “nefse karşı çıkıp onunla mücadele etmek” anlamındaki riyâzet gerçeği kavramaya vesile olur. Siyâsetin sonucu kulluk görevlerine sadakatle bağlı kalmak, riyâzetin semeresi ilâhî hükümlere rızâ göstermektir. “Nefsi tanımak ve Allah’ın lutfunu gönül âleminde görmek” anlamına gelen hirâsetin neticesi safvet ve temaşadır. “Sır âlemindeki Allah’ın hukukunu gözetmek” mânasındaki riayetin sonucu ise muhabbet ve heybettir (Sülemî, s. 177).

Ebû Amr’a göre mûcizeleri açıklamak, kerâmetleri ise gizlemek farzdır. Çünkü müminler mûcizelere inanmak durumundadır. Halbuki kerâmetler onları fitneye düşürebilir. Gönülde hissedilen gelip geçici şeylere “hâtır” (çoğulu “havâtır”), kalıcı şeylere “vatan” (çoğulu “vatanât”) denir. Hâtır sahibi iddiacıdır, vatan sahibinin ise iddiası yoktur (Sülemî, s. 277, 278).

Dımaşkı kalp katılığının, kişinin kendi tedbirine güvenip Allah’tan koruma istememesinden kaynaklandığını söyler. Halbuki kul, anne kucağındaki bir bebek gibi ilâhî muhafaza altında olduğunu hiç unutmamalıdır (Herevî, s. 392). “Bedenler, onlardaki karanlık sebebiyle gizli iken ruhlar nurlarıyla parıldar, bedenin karanlığına bakanın içi kararır, halbuki nurları seyredenler onlardaki nurlar nurunun kaynağını görür” (Sülemî, s. 279); “saflaşan ruhlar bedenleri de aydınlatır” (Câmî, s. 157).

Ebû Amr’ın tasavvufla ilgili görüşleri daha çok Ebü’l-Hayr ed-Deylemî ve Ebü’l-Kasım eş-Şâmî yoluyla sûfî tabakat kitaplarına intikal etmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, IV, 321; Kelâbâzî, et-Taarruf: Doğuş Devrinde Tasavvuf (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1979, s. 144, 147; Sülemî, Tabakāt, s. 177, 178, 277-279; Ebû Nuaym, Hilye, X, 346-347; Kuşeyrî, er-Risâle (Uludağ), s. 131, 292-293; Hücvîrî, Keşfü’l-mahcûb (Uludağ), s. 118; Herevî, Tabakāt, s. 392; Zehebî, el-Ǿİber, II, 10; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire, III, 235; Şa‘rânî, et-Tabakāt, I, 86, 101; Câmî, Nefehât, Tahran 1947, s. 156, 157; Münâvî, el-Kevâkib, II, 18-19; İbnü’l-İmâd, Şezerât, II, 387.

Mustafa Bilgin