el-CÂMİU’s-SAHÎH

الجامع الصحيح

Buhârî’nin (ö. 256/870) Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en güvenilir kitap olarak kabul edilen, sahih hadisleri toplayan eseri.

Adı kaynaklarda farklı şekillerde tesbit edilmiştir. Nevevî tam adının el-CâmiǾu’l-müsnedi’s-sahîhi’l-muhtasar min umûri Resûlillâh sallallahü Ǿaleyhi ve sellem ve sünenihî ve eyyâmih (Mâ Temessü ileyhi hâcetü’l-karî li-Sahîhi’l-Buhârî, s. 39), İbn Hacer el-Askalânî ise el-CâmiǾu’s-sahîhi’l-müsned min hadîsi Resûlillâh sallallahü Ǿaleyhi ve sellem ve sünenihî ve eyyâmih (Hedyü’s-sârî, s. 10) olduğunu söylemektedir. Fakat eser Sahîhu’l-Buhârî diye şöhret bulmuştur.

Zehebî’nin Kur’ân-ı Kerîm’den sonra müslümanların elindeki kitapların en üstünü olduğunu söylediği el-CâmiǾu’s-sahîh, yalnız sahih hadisleri toplayan ilk eserdir. İmam Şâfiî, yeryüzünde İmam Mâlik’in el-Muvattaǿından daha sahih bir hadis kitabı bulunmadığını söylediği zaman el-CâmiǾu’s-sahîh, henüz ortada yoktu. Çoğu Mağribli olmak üzere Müslim’in el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’ini ona tercih edenler de vardır. Bu tercih, Müslim’in, eserinin mukaddimesi dışında sahih olmayan hiçbir hadisi almamasına karşılık Buhârî’nin bab başlıklarında sahih olmayan hadislere de yer vermiş olmasından ileri geliyorsa bu doğrudur; ancak aşağıda görüleceği üzere Buhârî’nin bu yolu seçmesinde haklı gerekçeleri vardır. Eserin adındaki “müsned” kelimesinden de anlaşılacağı üzere Buhârî senedle nakledilmeyen rivayetleri kitabının dışında tutmuştur. Müslim’in eserini daha üstün bulanlar eğer bununla ondaki hadislerin daha sahih olduğunu kastediyorlarsa bu iddia İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu tarafından reddedilmiştir. Dârekutnî, Buhârî olmasaydı Müslim’in böyle bir eser telif edemeyeceğini, zaten çalışmasında onun eserini esas aldığını söyler (ayrıca bk. SAHÎHAYN).

Telifi. III. (IX.) yüzyıla kadar meydana getirilen hadis külliyatı sahih hadislerin yanı sıra hasen ve zayıf hadisleri de ihtiva etmekteydi. Buhârî’nin hocası İshak b. Râhûye, sadece sahih hadisleri ihtiva eden muhtasar bir kitaba duyulan ihtiyaçtan söz etmişti. Buhârî o günlerde bir rüya gördü. Elindeki bir yelpaze ile Hz. Peygamber’in huzurunda onu serinletiyordu. Rüya tabircileri bunu, Hz. Peygamber’i ona isnat edilen yalanlardan koruma şeklinde yorumladılar. Bunun üzerine Buhârî el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’i, topladığı 600.000 hadisten seçerek meydana getirdi. Eserin hacmini büyütmemek düşüncesiyle sahih hadislerin tamamını kitabına almadı. İbnü’l-Kayserânî, el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’in geniş çaplı bir eserin hulâsası olduğunu, Buhârî’nin elindeki bütün hadisleri el-Mebsût, adlı bir eserde önce bablara göre tasnif ettiğini, bunun en sağlam rivayetlerini bir araya getirerek meşhur eserini ortaya çıkardığını söyler. Buhârî çalışmasını tamamladıktan sonra onu Ahmed b. Hanbel, Yahyâ b. Maîn ve Ali b. Medînî gibi hadis otoritelerine sundu; onlar da dördü dışında bütün hadislerin sahih olduğunu belirttiler. Ukaylî, tenkide konu olan hadislerin sıhhati hakkında son sözün yine de Buhârî’ye ait olduğunu ifade etmektedir. Nitekim daha sonraları Dârekutnî ve benzeri münekkitler eserdeki 110 hadisin senedlerine teknik bakımdan bazı tenkitler yöneltmişlerse de hadis âlimlerinin büyük çoğunluğu bu tenkitleri isabetsiz bulmuş, İbn Hacer tenkit edilen rivayetlerin ve râvilerin hepsini savunmuştur (bk. Hedyü’s-sârî, s. 364-488). Eseri inceleyenlerden Yahyâ b. Maîn’in 233’te (847), Ali b. Medînî’nin 234’te (849) vefat ettiği dikkate alınırsa kitabın, müellifinin vefatından en az yirmi üç yıl önce tamamlandığı anlaşılır.

Buhârî eserini bir ibadet vecdi içinde hazırlamış, her hadisi önce abdest alıp (İbn Hacer el-Askalânî, Hedyü’s-sârî, s. 6; a.mlf., Talîku’t-taǾlîk, V, 421) veya gusledip (Hatîb, II, 9; Nevevî, s. 41;


İbn Hacer el-Askalânî, Taglîku’t-taǾîk, V, 421) iki rek‘at namaz kıldıktan sonra yazmıştır. Bazı kaynaklarda ise el-CâmiǾin her babını Hz. Peygamber’in kabriyle minberi arasında ve her bab için iki rek‘at namaz kıldıktan sonra yazdığı rivayet edilmektedir (bk. Zehebî, XII, 40).

İbnü’l-Kayserânî Buhârî’nin el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’i Buhara’da, bazıları ise Mekke’de yazdığını söylemektedirler. Telifinin on altı yıl sürdüğü ve Buhârî’nin Mekke’de bu kadar kalmadığı dikkate alınınca eserini Mekke’de yazmaya başladığı, daha sonra Buhara’da ve uzun süre kaldığı Medine ve Basra’da yazıp tamamladığı anlaşılır. Eserin bab başlıklarını Hz. Peygamber’in kabriyle minberi arasında yazdığına dair rivayet de böyle yorumlanabilir.

Hadis Sayısı. el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’i Firebrî’den rivayet edenlerden Abdullah b. Ahmed el-Hamevî’nin sayımına göre eserde 108 kitâb, Kâtib Çelebi’ye göre ise 100 küsur kitâb, 3450 kadar bab bulunmaktadır. Muhammed Şerif Tokadî kitâb sayısının 68, bab sayısının 3730, Muhammed Fuâd Abdülbâkı ise kitâb sayısının 97, bab sayısının 3889 olduğunu söylemektedir. Eser üzerinde geniş bir fihrist hazırlayan Abdullah b. Muhammed Guneymân’a göre eserde 91 kitâb, 3867 bab bulunmaktadır. İbnü’s-Salâh’a göre eserde mükerrerleriyle birlikte 7275 hadis olup tekrarsız rivayetlerin sayısı 4000, bunların içinde muttasıl senedle rivayet edilenler ise 2602’dir. Ta‘likler arasında bulunan merfû rivayetleri de hesaba katınca tekrarsız muttasıl hadislerin sayısı 2761’i bulur. İbn Hacer’e göre ise eserde muallak* ve mütâbi‘*lerin dışında mükerrerleriyle birlikte 7397 hadis, 1341 muallak rivayet, 341 adet de mütâbi‘ bulunmakta, böylece hadislerin toplamı 9082’ye ulaşmaktadır. Bu rakama sahâbî ve tâbiî sözleri dahil değildir. Cevzakı eserde 25.480 isnad zinciri bulunduğunu tesbit etmiştir. Buhârî’nin el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’te kendilerinden hadis rivayet ettiği hocalarının sayısı 289’dur. Eserdeki kitâb ve bablarla hadis sayısının değişik rakamlarla tesbiti bazı babların kitâb kabul edilmesinden, bir hadisin bazan uzun bazan kısa olarak birkaç yerde geçmesi sebebiyle bunların farklı sayımından ve iki ayrı isnadla rivayet edilen hadislerin kimine göre bir, kimine göre iki rivayet kabul edilmesinden kaynaklandığı gibi bazı nüshalar arasındaki farklar da bu değişik tesbitlere yol açmıştır.

Bab Başlıkları. el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’in “terceme” adı verilen bab başlıkları ve bu babların muhtevaları öteki hadis kitaplarından farklı özellikler taşımaktadır. Buhârî, bir hadisin ihtiva ettiği hükümlerin her birini göstermek maksadıyla bazan aynı hadisi -değişik senedlerle- birbirini takip eden bablarda zikretmekten kaçınmamıştır. Şartlarına uygun yeteri kadar hadis bulamadığı bir babda veya fıkhî görüşünü özellikle belirtmek istediği bir konuda ilgili âyetleri, ta‘lik yoluyla rivayet ettiği hadisleri, sahâbe, tâbiîn ve meşhur imamların sözlerini tercemede zikreder. Herhangi bir mezhebe bağlı olmayan Buhârî bir fıkıh kitabı görüntüsü veren bu gibi yerlerde (meselâ bk. “Şehâdât”, 8) daha çok kendi kanaatini destekleyen görüşleri nakleder. Şartlarına uymamakla beraber delil olmaya elverişli hadisleri de burada ya aynen veya meâlen zikreder. Nitekim “Bâbü’l-ümerâ’ min Kureyş” adlı terceme, Hz. Ali tarafından rivayet edilen bir hadisle ilgili metinden ibarettir. Bu hadis Buhârî’nin şartlarına uymadığı için onu tercemede mâna olarak zikretmiş, konuyu daha farklı şekilde ele alan ve şartlarına uyan bir başka hadisi ise bu tercemenin altında senediyle birlikte vermiştir. Tercemelerde kesinlik ifade eden kalıplarla (cezm sigalarıyla) zikrettiği rivayetlerin güvenilir olduğu, kesinlik ifade etmeyen meçhul fiil kalıplarıyla (temrîz sigalarıyla) zikrettiği rivayetlerin ise zayıf olduğu anlaşılır. Bu sebeple bab başlıklarında görülen bir rivayet kaynak olarak verilmek istendiğinde onun el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’te bulunduğu mutlak bir ifadeyle söylenmemeli, rivayetin tercemede yer aldığı özellikle belirtilmelidir. Buhârî fıkhî kanaatlerini bab başlıklarında aksettirdiği için, “Buhârî’nin fıkhı tercemelerinde bulunur” sözü şöhret bulmuştur. Tercemeleri bazan bir âyet, bazan kısa bir hadis, bazan da hadisin bir bölümü veya muhtevası oluşturur. Buhârî burada fıkhî bir hükmü kesin bir ifadeyle anlatma imkânı bulamadığı zaman tercemeyi soru şeklinde verir. Böylece okuyucuya bu konuda çeşitli rivayetler bulunduğunu, meselenin farklı cepheleri olduğunu anlatmak ister. Çokça ihtilâf edilen bir konuyu da “bâbü mâ yüzkerü fî...” şeklinde müphem bir ifade ile vermeyi uygun görür. Buhârî konuları âyetle, sahâbe ve tâbiîn sözleriyle ve eserinin bir başka yerinde muttasıl senedle yer almış bir hadisin bir bölümünü senedsiz olarak vermek suretiyle destekler. Bu nevi başlıklara bakarak Buhârî’nin eserini temize çekmeye fırsat bulamadığını zannedenleri dikkatsizlikle suçlayan İbn Hacer, bu metotla onun söz konusu meselede şartlarına uygun hadis bulamadığını anlatmak istediğini söyler. Bazı bab başlıklarının altında hiçbir hadis zikretmeyen Buhârî bununla eserinde yer almasa bile o konuda güvenilir hadislerin bulunduğuna işaret etmiş olur. Bu duruma dikkat çeken Müstemlî, Firebrî nüshasını istinsah ederken orada bazı bab başlıklarının altında herhangi bir hadis bulunmadığını, bazı hadislere de bab başlığı konulmadığını belirttikten sonra kendilerinin bunları bir bab başlığı altında topladıklarını haber verir. Bu husus, aynı asıl*dan yazıldıkları halde bazı nüshalar arasında görülen farklılıkların nereden kaynaklandığı hakkında da fikir vermektedir.

Şemseddin el-Kirmânî, tercemelerde Buhârî’nin hocalarını taklit ettiğini ileri sürmekteyse de İbn Hacer el-Askalânî daha önce hiç kimsenin böyle bir iddiada bulunmadığını söyleyerek bu görüşü reddetmektedir. Fuat Sezgin, Buhârî’nin Kaynakları adlı çalışmasında Kirmânî’nin görüşü doğrultusunda deliller bulmaya gayret etmiştir (bu konudaki bazı çalışmalar için aş.bk.).

Ta‘likleri. Bir senedin baş tarafından bir veya birden çok râvinin adını zikretmeyip sadece ilk râvisinin adını vermek (ta‘lik) suretiyle yapılan nakiller el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’in bab başlıklarında çokça görülür. Ta‘lik bir isnad kusuru kabul edildiği için Buhârî bazı âlimlerin tenkidine uğramış, ancak o, eserini mümkün olduğu kadar kısa ve özlü telif etmek düşüncesiyle bu yola başvurmuştur. Hadislerin kusursuz bir isnadla nakledilmesinde aşırı titizliğiyle bilinen Buhârî, bir başka babda muttasıl senedle verdiği veya güvendiği bir muhaddisin kitabında muntazam bir senedle nakledildiğini bildiği ve o devirde âlimlerin delil olarak kullandığı bazı rivayetleri, kanaatini desteklemek üzere bab başlıklarında zikretmek istediğinde bu şekilde nakletmeyi uygun görmüştür. Sayıları 1341’i bulan bu hadislerden 160’ı dışındakilerin senedlerini başka bablarda muttasıl olarak zikretmiştir. Bunlardan cezm sigasıyla rivayet ettikleri, kendi şartlarına uygun olup hocalarından bizzat duyduğu hadislerdir. Temrîz sigasıyla rivayet ettikleri ise kendi şartlarının bütün özelliklerini taşımamakla beraber diğer tanınmış muhaddislerin


şartlarına uyan ve onların kitaplarında yer alan rivayetlerdir. İbn Hacer, el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’teki bütün muallak rivayetlerin muttasıl senedlerini Taglîku’t-taǾlîk adlı eserinde toplamıştır. Beş ciltlik bu hacimli eserde el-CâmiǾin tertibi üzere merfû, mevkuf ve maktû bütün ta‘likler ile Buhârî’nin “Tâbeahû fülân” veya “Revâhü fülân” diyerek bir kısmını verdiği senedlerin muttasıl rivayetlerini tesbit etmiş ve bunların sahih, hasen veya zayıf olduklarını da belirtmiştir. Sahasının bu en önemli kitabını yine İbn Hacer önce et-Teşvîk ilâ vasli’l-mühim mine’t-taǾlîk adıyla ihtisar etmiş, daha sonra bunu da et-Tevfîk li-vasli’l-mühim mine’t-taǾlîk adıyla ikinci defa ihtisar etmiştir. Bu sonuncu eserde Buhârî’nin el-CâmiǾin herhangi bir yerinde senedini vermediği adı geçen 160 hadisin tam senedlerini zikretmiştir. Bu eseri Hedyü’s-sârî’nin dördüncü faslında da (s. 22-76) özetlemiştir.

Tekrarları. Birden fazla hüküm ihtiva eden bir hadisi ilgili olduğu konuların her birinde değişik isnadlarla rivayet etmek ve böylece aynı hadisten âzami surette faydalanmaya imkân sağlamak Buhârî’nin sıkça başvurduğu bir metottur. Hadisten elde edilmesi mümkün olan bütün fıkhî hükümleri göstermek istediği zaman sahâbî râvisi aynı olmakla beraber hadisin muhtelif tariklerle gelen rivayetlerini bazan aynı kitap içinde alt alta sıralar. Meselâ “Kitâbü’l-İstiskāǿ”da böyle bir hadisi on bir ayrı bab başlığı altında tekrarlamıştır (bab 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 21, 24). Hz. Peygamber’in bir yahudiye zırhını rehin bırakarak ondan yiyecek satın almasını on yerde, Hz. Âişe’nin Berîre’yi satın alıp kölelikten kurtarması olayını, ihtiva ettiği çeşitli hükümler sebebiyle, muhtelif bölümlerde yirmi ikiden fazla yerde zikretmiştir. En fazla tekrarladığı rivayet bu Berîre hadisidir. Bir hadisi aynı senedle iki yerde rivayet etmesi ise pek nâdir olup bunların sayısı yirmi üçtür. Her ne kadar Buhârî’nin bu usulü tekrara meydan verdiği gerekçesiyle tenkide uğramışsa da faydaları dikkate alınarak bu tekrarların hadis rivayetine kazandırdığı zenginliği takdirle karşılamak gerekir. Hadislerdeki farklı bilgi ve hükümlerin öğrenilmesi, onların birden fazla sahâbî tarafından rivayet edildiğinin anlaşılması, birbirine zıt gibi görünen bazı hadislerin sağlam isnad zincirlerinin ortaya çıkması, bazan kısaca rivayet edilen bir hadisin uzun bir metni olduğunun görülmesi bu yolla mümkün olmaktadır. Esasen farklı bilgiler ihtiva eden rivayetlerin her biri ayrı birer hadis sayıldığına göre bunları tekrar olarak kabul etmek de doğru değildir. Ayrıca muhtelif hükümler ihtiva eden bir hadisin bu hükümler sayısınca tekrar edilmesi, rivayetin sadece bir bölümünü hatırlayan okuyucuya hadisi daha kolay bir şekilde bulma imkânı sağlayacağı da muhakkaktır.

el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’teki tekrarların gereksiz olmadığını en iyi gösteren husus, Buhârî’nin metin ve senedlerle ilgili birçok meseleyi en kısa yoldan anlatma konusundaki titizliğidir. Bir babda naklettiği hadisin aynı veya benzeri, onun zengin hadis koleksiyonu arasında farklı bir senedle bulunuyor ve bu senedi zikretmeye ihtiyaç hissediyorsa metni tekrarlamaz; “bi-hâzâ” diyerek hadisin aynı metinle veya “bi-nahvihî” diyerek benzeri bir metinle rivayet edildiğini gösterir. Aynı metne dört farklı senedle sahip olduğu ve bu senedleri okuyucuya göstermek istediği zaman metni bir defa verir, senedleri ise aralarına “tahvil işareti” (hâ) koyarak tekrarlar (bk. “BüyûǾ”, 2). Bu durumda metinler arasındaki önemli bir farkı belirtmek istediğinde sadece o kelimeyi zikreder (bk. “ǾUmre”, 17).

Şartları. Buhârî, kendi hocasından sahâbî râviye varıncaya kadar son derece güvenilir muhaddisler tarafından muttasıl bir isnad ile nakledilen rivayetleri kitabına almayı prensip edinmiştir. Bazılarının ileri sürdüğü gibi her tabakada birden fazla râvinin bulunmasını gerekli görmemiştir. Yalnız seneddeki her bir hoca ile talebesinin uzun süre görüşmüş olması esastır. An‘ane* yoluyla gelen rivayetlerde talebelerden birinin hocasından hadisi bizzat duymadığı halde duymuş gibi rivayet ettiği (bk. TEDLÎS) ihtimali hatıra gelebilir. Bu gibi durumlarda Buhârî’ye göre seneddeki râvilerin en az bir defa birbirleriyle görüştükleri bilinmelidir. Buna lüzum görmeyen Müslim ise râvilerin aynı asırda yaşamış olmasını ve görüşmelerinin imkân dahilinde bulunmasını yeterli sayar. Şu halde Buhârî bu konuda Müslim’den çok daha titizdir. Hadisi Buhârî tarafından an‘ane yoluyla rivayet edilen bir râvinin hocası ile görüşmediği iddiası varsa, Buhârî bu kişinin hadisini rivayet ettiği yerde, sırf bu iddiayı çürütmek maksadıyla, konu ile ilgili olmasa bile, o râvinin hocası ile görüştüğünü açıkça belirten bir hadisi naklettiği de olur. Bu husus, konu içindeki mâna birliğinin bozulması pahasına Buhârî’nin rivayet tekniğini ön planda tuttuğunu göstermektedir.

Diğer Kütüb-i Sitte imamları gibi Buhârî de eserine aldığı hadisleri hangi şartlara göre seçtiğini zikretmemiştir. Ona nisbet edilen şartlar eseri incelenmek suretiyle tesbit edilmiş olmakla beraber bu konuda çalışma yapanların vardığı sonuçlar aynı değildir.

Rivayeti. el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’i Buhârî’den 90.000 kişi dinlemiş olmakla beraber (Hatîb, II, 9) onu daha sonraki nesillere aktaran râvilerin sayısı oldukça azdır. Bunların başında el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’i, biri Firebr’de (248/862), diğeri Buhara’da (252/866) olmak üzere hocasından iki defa dinleyen Ebû Abdullah Muhammed b. Yûsuf b. Matar el-Firebrî gelir. Diğerleri, eserin son kısmından bir bölümünü Buhârî’den dinleme imkânı bulamayan Hammâd b. Şâkir en-Nesevî, “Kitâbü’l-Ahkâm”dan sonrasını bizzat duymadığı için bu kısımları Buhârî’den icâzet* yoluyla alan İbrâhim b. Ma‘kıl en-Nesefî ve Buhârî’den el-CâmiǾi en son rivayet eden Ebû Talha Mansûr b. Muhammed el-Bezdevî’dir. Hüseyin b. İsmâil el-Mehâmilî’nin rivayeti ise eseri semâ* yoluyla almayıp Buhârî’nin Bağdat’taki imlâ* meclislerinde yazdıklarıyla çok hatalı bir nüsha meydana getirdiği için pek itibar görmemiştir. Firebrî nüshası dışındaki diğer üç nüshanın zamanla şöhretlerini kaybettiği ve yerlerini bugün elimizde bulunan Buhârî metninin yegâne rivayeti olan Firebrî nüshasına bıraktığı anlaşılmaktadır.

Buhârî’nin meşhur talebesi Firebrî’den el-CâmiǾi rivayet edenlerin en tanınmış olanları şunlardır: İbnü’s-Seken diye tanınan Ebû Ali Saîd b. Osman el-Mısrî, Ebû Zeyd Muhammed b. Ahmed el-Mervezî, Ebû Ahmed Muhammed b. Muhammed el-Cürcânî, Ebû İshak İbrâhim b. Ahmed el-Müstemlî, Ebû Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Hammûye el-Hamevî (es-Serahsî), Ebû Ali Muhammed b. Ömer b. Şebbûye eş-Şebevî (eş-Şebbüvî), Ebü’l-Heysem Muhammed b. Mekkî el-Küşmîhenî ve Firebrî’den el-CâmiǾi en son dinleyen Ebû Ali İsmâil b. Muhammed el-Küşânî ile Ebû Nasr Ahmed b. Muhammed el-Ahsîkesî.

Firebrî nüshasını üçüncü kademede devam ettirenler arasında yer alanlardan Ebû Zer el-Herevî ile hayatını hadise adamış olan kadın muhaddis Kerîme bint Ahmed öğretim faaliyetlerini Mekke’de devam ettirdikleri için eserin


İslâm dünyasına yayılmasında büyük hizmetleri olmuştur. Ebû Zer nüshasının büyük bir şöhrete sahip olmasının en önemli sebebi, Firebrî’nin üç tanınmış talebesi Müstemlî, Hamevî ve Küşmîhenî’nin nüshalarına dayanmasıdır. Önemli üç rivayeti birleştirmesi sebebiyle bu nüsha daha sonraki çalışmalarda müstakil bir rivayet olarak ele alınmıştır. Ebû Zer nüshasına büyük değer veren İbn Hacer Fethu’l-bârî’yi, Kirmânî de el-Kevâkibü’d-derârî’yi bu rivayet üzerine kurmuşlardır. Mağrib’de de en yaygın olan rivayet budur. Bu kademeden sonra eseri rivayet edenlerin sayısı giderek çoğalmış ve daha sonraki yüzyıllarda el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’in birçok nüshası meydana gelmiştir. Eldeki rivayetlerinin birçoğu, çeşitli nüshalardan sağlam bir metin tesis etme zaruretini duyan Ali b. Muhammed el-Yûnînî’nin (ö. 701/1301) meydana getirdiği nüshaya dayanmaktadır. Kastallânî İrşâdü’s-sârî adlı Buhârî şerhinde bu nüshayı esas almıştır. Yûnînî, Firebrî’den sonra çeşitli kollara ayrılarak kendisine kadar gelen nüshalardan birkaç rivayeti birleştirenleri öncelikle ele almıştır. Bunlardan Ebû Zer nüshası için “he” (هـ), Asîlî için “sad” (ص), Ebü’l-Kasım İbn Asâkir ed-Dımaşkı için “şın” (ش) ve Ebü’l-Vakt için “zı” (ظ) rumuzlarını kullanmıştır. Kendi nüshasındaki bir kelime bu dört nüshadan hangisinde bulunuyorsa kelimenin üzerine o nüshanın rumuzunu, dördünde de bulunuyorsa “he, sad, şın, zı” harflerinin hepsini yazmıştır. Söz konusu kelimenin bulunmadığı nüshanın rumuzunun önüne “lâ” koymuştur. Bunların dışındaki önemli bazı rivayetler için de muhtelif rumuzlar ve farklı renkler kullanmıştır (Kastallânî, I, 40; ayrıca bk. YÛNÎNÎ, Ali b. Muhammed). Çözemediği bazı dil problemlerini devrin tanınmış sarf ve nahiv âlimi İbn Mâlik et-Tâî ile (ö. 672/1274) iş birliği yaparak halletmiş, hatta İbn Mâlik onun derslerini takip ederek sağlam bir Sahîh-i Buhârî nüshası meydana getirmesi için ciddi gayretler sarfetmiş, sonunda eserdeki önemli dil problemlerini Şevâhidü’t-tavzîh ve’t-tashîh limüşkilâti’l-CâmiǾi’s-sahîh adıyla bir araya getirmiştir. Sonuçta esere gösterilen itina sebebiyle bu nüshalar arasında fazla bir fark doğmamıştır. Sahîh-i Buhârî’nin rivayetleri üzerinde bir araştırma yapmış olan Johann Fück-Halle, bu nüshalarda çok büyük metin değişikliği bulunmadığını belirtmekte ve çeşitli nüshalardan tesbit edilen değişik okuyuş şekillerinin mânaya çok az tesir ettiğini söylemektedir.

Firebrî’nin önde gelen on talebesiyle el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’i bunlardan rivayet eden on iki meşhur râvi ve Yûnînî’nin rivayet zincirlerinden bir kısmı aşağıdaki şemada gösterilmiştir:

İslâm Dünyasındaki Yeri. İslâm dünyasında Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en büyük ilgiyi Buhârî’nin el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’i görmüştür. Hadislerinin titizlikle seçilmesi, mükemmel bir tertibe sahip olması, muhtevasının zenginliği ona bu itibarı kazandırmıştır. el-CâmiǾu’s-sahîh sevap kazanmak maksadıyla olduğu gibi maddî ve mânevî sıkıntılardan, hastalık ve belâlardan kurtulmak ve her türlü murada nâil olmak arzusuyla da okunmuştur. Kirmânî (ö. 786/1384), kendi devrinde İslâm ülkelerinden birinde sultanın rahatsızlandığını ve şifa bulma ümidiyle Sahîh-i Buhârî okunmasını arzu ettiğini haber vermektedir (el-Kevâkibü’d-derârî, I, 5). Sahîh-i Buhârî’nin sıkıntılı günlerde okunduğu takdirde insanları huzura kavuşturduğunu, deniz seyahatine çıkarken birlikte götürülmesi halinde geminin batmadığını söyleyen İbn Ebû Cemre (ö. 699/1300), bütün bu meziyetleri duası makbul bir kişi olan Buhârî’nin okuyucularına dua etmesiyle açıklamaktadır. 1281 yılında Tatarlar Suriye’ye girdiği zaman Melik Mansûr Kalavun, onlara karşı koymak üzere yola çıkmadan önce Sahîh-i Buhârî okunmasını emretmiş, âlimler de hatim günü cumaya gelecek şekilde eseri muhtelif celseler halinde okumuşlardır. 1505 yılında Mısır sultanının bahçesinde kurulan büyük bir çadırda


Sahîh-i Buhârî hatmi yapıldığını haber veren Mısırlı tarihçi İbn İyâs, daha önceki tarihlerde eserin sarayda okunduğunu, hatim merasiminin büyük sarayda yapıldığını, bu esnada kadılara ve ileri gelen âlimlere hil‘atlar giydirilip keselerle bahşişler verildiğini, fakat sonraları hatmin Kale Camii’nde okunup sultanın huzurunda yapılan kısa bir merasimle bitirildiğini söylemektedir (BedâǿiǾu’z-zühûr, IV, 88). 1581’de Osmanlı ordusundan korkarak Merakeş’teki tahtını bırakıp Fas’a kaçan Sultan Ahmed el-Mansûr, III. Murad’ın kendisini bağışlaması üzerine tekrar tahtına dönerken Faslılar tarafından -halifelere yapıldığı gibi- Sahîh-i Buhârî okunarak uğurlandı. O devirlerde Mağrib’de düşmana karşı zafer kazanıldığı zaman yapılan merasimlerde Kur’ân-ı Kerîm ile birlikte Sahîh-i Buhârî hatimleri yapıldığı, hatta yemin merasimlerinde Kur’ân-ı Kerîm üzerine olduğu kadar Sahîhayn üzerine de yemin edildiği bilinmektedir (İfrenî, s. 72, 100). Fas Sultanı İsmâil b. Şerîf (1646-1727), zenci kölelerden oluşan “Abîdü’l-Buhârî” (Buhârî’nin hizmetkârları) adında bir muhafız alayı kurdu. Sahîh-i Buhârî üzerine yemin ettirerek onlardan sadakat sözü aldı ve kendilerine bir Sahîh-i Buhârî nüshası teslim edip onu titizlikle korumalarını, ata bindikleri zaman yanlarından ayırmamalarını ve İsrâiloğuları’nın ahid sandığı*nı taşıdıkları gibi onu savaşlarda en önde taşımalarını emretti. Fas’ta yaşamakta olan bir inanışa göre bir velînin kabrini ziyaret ederken Sahîh-i Buhârî’nin herhangi bir sayfasını açıp gözüne ilk ilişen hadisi okuyan, sened zincirindeki râviler ve Hz. Peygamber vasıtasıyla Allah’tan muradının hâsıl olmasını isteyen bir kimsenin dileği çok geçmeden yerine gelir (E. Lèvi-Provençal, s. 212-213; İA, V/2, s. 1112). 1798’de Ezher Camii’nde Napolyon Bonapart’ın şehre girmemesi dileğiyle, 12 Eylül 1902’de yine aynı yerde kolera tehlikesi sebebiyle Sahîh-i Buhârî hatmedildi (I. Goldziher, VI/2, s. 214). Balkan Savaşı’nın başladığı günlerde Ezher şeyhi, Osmanlı ordularının zaferini niyaz etmek maksadıyla ileri gelen âlimlerden kıbleye yönelerek Sahîh-i Buhârî okumalarını istemiştir (el-Menâr, XVII/2, s. 112). Önemli işlere başlarken de Sahîh-i Buhârî’yi hatmetme geleneği vardır. Mağrib’de yapılan büyük hatim merasimleri için receb ayının ilk günü Sahîh-i Buhârî okunmaya başlanır, ramazanın 27. gecesi okuma işi sona ererdi. Eserin son hadisi olan “Sübhânallahi ve bi-hamdihî sübhânallahi’l-azîm”e gelince herkes ayağa kalkar ve bu hadisi 101 defa tekrar ederdi. Daha sonra Bûsîrî’nin Kasîdetü’l-bürde ve el-Kasîdetü’l-hemziyye’sinden muhtelif beyitler toplu halde okunurdu. Bu merasim hükümdarın sarayında da tekrarlandığı gibi ramazan bayramının 1. ve 7. günlerinde hükümdarın bulunduğu şehir merkezlerinde tekrarlanırdı. Türkiye’de Birinci Büyük Millet Meclisi açılacağı zaman ülkenin her yerinde Sahîh-i Buhârî hatimleri yapılmıştır. 21 Nisan 1920’de Hey’et-i Temsîliyye adına Mustafa Kemal imzasıyla 61. fırka kumandanı Refet Bey’e çekilen telgrafta, “Bi-mennihi’l-kerîm Nisan’ın 23. Cuma günü cuma namazını müteakip Ankara’da Büyük Millet Meclisi küşâd edilecektir” dendikten sonra, “yevm-i mezkûrun te’yîd-i kudsiyyeti için bugünden itibaren merkez-i vilâyette vali beyefendi hazretlerinin tertibiyle hatim ve Buhârî-i Şerîf tilâvetine bed’ olunacağı... mukaddes ve mecruh vatanımızın her köşesinde aynı suretle bugünden itibaren Buhârî ve hatemât-i şerîfe kıraatine şürû edileceği” bildirilmekteydi (Gazi Mustafa Kemal, s. 272-273). Eserin dua niyetiyle hatminin, Kur’ân-ı Kerîm cüzlerinin ayrı ayrı şahıslar tarafından okunması gibi muhtelif celselerde tamamlandığı anlaşılmaktadır.

Baskıları. Sahîh-i Buhârî İstanbul, Kahire, Bulak, Hindistan ve Avrupa’da birçok defa basılmıştır. Bunların içinde en mükemmeli, Yûnînî nüshası esas alınarak kenarında diğer nüsha farkları gösterilmek suretiyle II. Abdülhamid’nin emriyle yapılan neşirdir (I-IX, Bulak 1313-1315). Bunu Hacı Zihni Efendi’nin tashihiyle yapılan baskısı takip eder (I-VIII, İstanbul 1315). L. Krehl’in (I-III, Leiden 1862-1868) ve Theodor W. Juynboll’un (I-IV, Leiden 1908) baskıları iyi birer neşir değildir. E. Lèvi-Provençal Sahîh-i Buhârî’yi Fransızca tercümesiyle birlikte yayımlamıştır (I-IV, Paris 1928). Octave Houdas ile W. Marçais’in Fransızca tercümelerindeki (I-IV, Paris 1903-1914) hataları göstermek üzere Muhammed Hamîdullah bu kitapların dörtte biri hacminde bir çalışma yapmak zorunda kalmıştır (el-Bokhari, Les tradition Islamiques [Tome-5] Introduction et notes correctives de la traduction française de Octave Houdas et William Marçais, Paris 1401/1981). Bu arada Muhammed Es‘ad Weis’in notlarla birlikte İngilizce neşri (Srinagar 1935), Reinfried’in kısmen yaptığı Almanca tercümesi de (Um 1913) zikredilebilir. Bazı müsteşrikler eserin muhtelif bölümlerini Batı dillerine tercüme ederek yayımlamışlardır (Brockelmann, GAL Suppl., I, 261). Serkîs eserin diğer baskılarını da tesbit etmiştir (MuǾcem, I, 535-536).

Şerhleri. el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’i şerhetmenin İslâm ümmetinin boynuna borç olduğunu söyleyen İbn Haldûn’un sözü gerçekleşmiş ve eser üzerinde en iyi şekilde anlaşılması ve bütün problemlerinin çözülmesi için çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Kâtib Çelebi çoğu şerh olmak üzere Sahîh-i Buhârî etrafında yapılan çalışmalardan seksen ikisinin adını vermektedir. Daha sonra yazılan şerhler ve benzeri çalışmalar dikkate alınınca bu rakamın çok artacağı muhakkaktır. Eserin tanınmış şerhleri şunlardır: 1. İǾâmü’s-sünen. İlk Sahîh-i Buhârî şerhi olarak bilinen eser Hattâbî (ö. 388/998) tarafından kaleme alınmıştır. Müellif, Ebû Dâvûd’un es-Sünen’inin şerhi olan MeǾâlimü’s-Sünen’i tamamladıktan sonra yakınlarının isteği üzerine bu kitabı yazmıştır. Eserde, sahasında yazılan diğer büyük kitaplarda olduğu gibi her müşkülü çözmek yerine bilgi verilmesi zaruri görülen bazı önemli hususlara kısaca temas edilmekle yetinilmiştir. Şerhin Süleymaniye (Ayasofya, nr. 687), Millet (Feyzullah Efendi, nr. 261, 262, 437) ve Topkapı Sarayı Müzesi (III. Ahmed, nr. 393) kütüphaneleriyle diğer bazı kütüphanelerde yazmaları mevcuttur. 2. İbn Battâl el-Kurtubî’nin (ö. 449/1057) adı bilinmeyen şerhi daha sonraki şârihlerin faydalandığı önemli bir eserdir. Bu şerh, hadis meselelerinden çok Mâlikî fıkhına ağırlık vermekle tenkit edilmiştir. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndeki nüshası (Medine, nr. 230) eksik olmakla beraber diğer İslâm ülkeleri kütüphanelerinde tamamı bulunmaktadır (Sezgin, GAS, I, 118). 3. el-Bedrü’l-münîri’s-sârî fi’l-kelâm Ǿale’l-Buhârî. Kutbüddin el-Halebî diye tanınan Abdülkerîm b. Abdünnûr’un (ö. 735/1334-35) bu eseri, Kâtib Çelebi’nin söylediğine göre on cilt olup el-CâmiǾin ancak yarısının şerhinden ibarettir (bazı bölümleri için bk. Sezgin, GAS, I, 119). 4. et-Telvîh şerhu’l-CâmiǾi’s-sahîh. Türk âlimi Moğoltay b. Kılıç’ın (ö. 762/1361) yirmi cilt olduğu söylenen (İbn Hacer el-Askalânî, Lisânü’l-Mîzân, VI, 72) bu eserinin nerede


bulunduğu bilinmemektedir. 5. el-Kevâkibü’d-derârî. Eserin müellifi olan Türk âlimi Şemseddin Muhammed b. Yûsuf el-Kirmânî (ö. 786/1384), muhtelif ülkeleri dolaştığı halde el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’in bütün problemlerini çözecek tarzda muhtevalı bir şerhine rastlamadığını söylemekte, İbn Battâl’ın şerhini Mâlikî fıkhına ağırlık verdiği için, Hattâbî ile Moğoltay b. Kılıç’ın şerhlerini ise eserin tamamını ele almadıkları için yeterli bulmadığını belirtmektedir. Kendisi ise hadislerdeki müşkil*leri açıklamakta, gramere, hadis usulüne, fıkha, râvilere ve onların çeşitli durumlarına dair bilgiler vermekte, birbirine zıt gibi görünen hadislerin arasını telif etmektedir. Kirmânî, Sahîh-i Buhârî şerhleri arasında önemli bir yere sahip olan orta büyüklükteki eserini 1373 yılında Mekke’de tamamlamıştır. Bedreddin el-Aynî bu eserden faydalanmış, İbn Hacer ise onu faydalı bulmakla beraber daha çok tenkit etmek maksadıyla söz konusu etmiştir. Yazma nüshalarının çoğu Türkiye kütüphanelerinde bulunan eser Kahire’de yirmi beş cilt halinde basılmıştır (1935-1945). 6. et-Tenkıh li-elfâzi’l-CâmiǾi’s-sahîh. Zerkeşî’nin (ö. 794/1392) bir ciltten ibaret olan bu eseri, el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’teki garîb* kelimeleri, müşkil i‘rabları, yanlış okunabilecek isim ve nisbeleri belirgin hale getirdiği ve kolayca anlaşılmayan bazı kısımları açıkladığı için faydalı ve yeterli bir şerh olarak kabul edilmiştir. Yazmalarının büyük bir kısmı Türkiye kütüphanelerindedir (bk. Sezgin, GAS, I, 120). 7. et-Tavzîh li-şerhi’l-CâmiǾi’s-sahîh. İbnü’l-Mülakkın’a (ö. 804/1401-1402) ait bu eserden söz ederken Kâtib Çelebi adının Şevâhidü’t-tavzîh, olduğunu ve yirmi ciltten ibaret bulunduğunu söylemektedir (Keşfü’z-zunûn, I, 547). Şârih, hocası Moğoltay b. Kılıç ile Kutbüddin el-Halebî’nin eserlerinden büyük ölçüde faydalanmıştır. İbn Hacer eserin ilk yarısının daha faydalı olduğunu söylemektedir. Şerhin on altı cildi Millet Kütüphanesi’nde (Feyzullah Efendi, nr. 377-392), X ve XI. ciltleri Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde (III. Ahmed, nr. 396/10, 396/11) bulunmaktadır. Ayrıca diğer kütüphanelerde de nüshaları mevcuttur (bk. Sezgin, GAS, I, 120). 8. el-LâmiǾu’s-sabîh Ǿale’l-CâmiǾi’s-sahîh. Muhammed b. Abdüddâim el-Birmâvî’nin (ö. 831/1428), Kirmânî ve Zerkeşî şerhleriyle İbn Hacer’in Hedyü’s-sârî’sinden faydalanarak yazdığı dört cilt hacmindeki bu eserin hemen hemen bütün nüshaları İstanbul kütüphanelerinde bulunmaktadır (bk. Sezgin, GAS, I, 121). 9. MecmaǾu’l-bahreyn ve cevâhirü’l-habreyn. İbnü’l-Kirmânî diye tanınan Yahyâ b. Muhammed b. Yûsuf’un (ö. 833/1430) bu eseri, babası Kirmânî ile İbnü’l-Mülakkın’ın Sahîh-i Buhârî şerhlerini birleştirmektedir. Bilindiği kadarıyla sekiz ciltlik müellif hattı yegâne nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (III. Ahmed, nr. 402/1-8). 10. et-Telkıh li-fehmi kariǿi’s-Sahîh. Sıbt İbnü’l-Acemî’ye (ö. 841/1438) ait olan bu şerhin yazmalarının I ve II. ciltleri Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde (III. Ahmed, nr. 392/1-2), bir cildi Millet Kütüphanesi’nde (Feyzullah Efendi, nr. 435), bir cildi de Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Ayasofya, nr. 689) bulunmaktadır.

11. Fethu’l-bârî bi-şerhi Sahîhi’l-Buhârî. İbn Hacer el-Askalânî’nin (ö. 852/1449) bu eseri, Sahîh-i Buhârî şerhlerinin en mükemmeli olarak kabul edilmektedir. İbn Hacer Sahîh-i Buhârî üzerindeki çalışmalarına, önce bu eserdeki muallak hadisleri konu alan beş ciltlik Taglîku’t-taǾlîķ’i ile başlamış ve onu 1401’de tamamlamıştır. Daha sonra büyük şerhinin mukaddimesi olan müstakil bir cilt halindeki Hedyü’s-sârî’yi kaleme almış ve bunu da 1410’da bitirmiştir. Sahîh-i Buhârî hakkında bilinmesi zaruri bilgileri ihtiva eden Hedyü’s-sârî, daha ziyade el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’te hadislerin neden bölünerek (taktî‘*), ihtisar edilerek ve muhtelif bahislerde tekrarlanarak verildiği, tercemelerdeki hadislerin neden senedsiz zikredildiği (ta‘lik), eserdeki nâdir (garîb) kelimelerle yazılışı aynı okunuşu farklı isim, künye, lakap ve nisbelerin hangileri olduğu, ayırıcı bir vasıf söylemeden Buhârî’nin müphem bir şekilde zikrettiği isimlerle kimleri kastettiği, Dârekutnî ile diğer münekkitlerin Buhârî’yi tenkit etmek maksadıyla ileri sürdükleri bütün görüşlerin mahiyeti ve geçerliliği, tenkit edilen Buhârî râvileri için söylenenler ile bunların isabet derecesi hakkında on ayrı bölümde geniş bilgiler vermekte, eserin sonunda Sahîh-i Buhârî’nin diğer özelliklerini tanıtarak Buhârî’nin hayatını da geniş bir şekilde anlatmaktadır. İbn Hacer Fethu’l-bârî’yi 1414 yılında yazmaya başlamış, hadis metinlerinde büyük ölçüde el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’in Ebû Zer nüshasına bağlı kalmıştır. Esere yeni başladığı sıralarda hadisleri oldukça geniş bir şekilde şerhetmiş, fakat daha sonra orta bir yol tutmayı tercih etmiştir. Kitabını 1438’de bitirmekle beraber vefatından bir müddet öncesine kadar çeşitli ilâveler yapmaya devam etmiştir. Eserin muhtelif nüshaları arasındaki farkların en önemli sebebi budur. İbn Hacer, açıklamaya gerek gördüğü kelimelerin lugat mânasını, i‘rabını, hadisteki edebî incelikleri, fıkhî hükümleri ve bu konularda âlimler arasında mevcut olan görüş farklılıklarını ayrıntılı bir şekilde ortaya koymaktadır. Özellikle şerhettiği hadisin diğer rivayetlerini tesbit etmek ve bunların sağlamlık derecesini belirtmek suretiyle hadis etrafındaki görüş ayrılıklarının kaynağına inmektedir.


Mükerrer hadislerin her birini şerhederken bulunduğu konu ile ilgisi nisbetinde bilgi vermekte, ihtiva ettiği diğer hususlar için rivayetin geçtiği diğer konulara gönderme yapmaktadır. Eserin en önemli özelliği, rivayetleri hadis tekniği açısından değerlendirmeye tâbi tutmasıdır. Şerhettiği hadisin ve onu takviye eden diğer rivayetlerin senedlerini ve metinleri arasındaki farkları çeşitli açılardan incelemesi, Sahîh-i Buhârî’nin en önemli özelliklerinden biri olan tercemelerdeki muallak rivayetlerin muttasıl senedlerini tesbite gayret etmesi ve esere yöneltilen çeşitli tenkidleri cevaplandırması diğer şerhlerde görülmeyen meziyetleridir. Fethu’l-bârî daha sonra yazılan bütün şerhlere kaynak olmuştur. Şevkânî’den el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’e bir şerh yazması istendiği zaman “Lâ hicrete ba‘de’l-feth=Mekke fethinden sonra artık hicret yoktur” hadisiyle tevriye yaparak İbn Hacer’in bu değerli eserinden sonra başka bir Sahîh-i Buhârî şerhi yazmaya gerek olmadığını anlatmak istemiştir. Fethu’l-bârî’nin Ebü’l-Feth Muhammed b. Hüseyin el-Merâgı (ö. 859/1455) tarafından yapılan bir muhtasarı bulunmaktadır (Kastallânî, I, 42). Fuat Sezgin, eserin bizzat İbn Hacer tarafından en-Nüket Ǿalâ Sahîhi’l-Buhârî adıyla ihtisar edildiğini söylüyorsa da (GAS, I, 121) bu doğru değildir. Zira İbn Hacer en-Nüket’i Zerkeşî’nin et-Tenkıh li-elfâzi’l-CâmiǾi’s-sahîh adlı eserini tenkit etmek maksadıyla yazmaya başlamış, ancak tamamlayamamıştır. İbn Hacer eserinde gereksiz bilgi bulunmadığını söylediğine göre onu ihtisar etmeyi herhalde düşünmemiştir. Hedyü’s-sârî’nin çeşitli İslâm ülkelerinde gördüğü kabul Fethu’l-bârî’ye duyulan ilgiyi arttırmış, Timurlenk’in dindar oğlu Şâhruh Mirza ülkesindeki âlimlerin isteği üzerine, tıpkı diğer melikler gibi, kurduğu muhteşem kütüphane için İbn Hacer’den Fethu’l-bârî’nin bir nüshasını getirtmiştir. İbn Hacer, sayılan özelliklerinden başka, Hedyü’s-sârî gibi önemli ve hacimli bir eseri şerhine mukaddime olarak yazması, eserinin baştan sona kadar mükemmel bir insicam içinde bulunması, her bölümün sonunda âdeta bir döküm yaparak orada ne kadar merfû, mevkuf, muallak ve mükerrer rivayet bulunduğunu ve bu rivayetlerden hangilerinin Sahîh-i Müslim’de yer aldığını söylemesi vb. hususlarla eserini diğer şerhlerden daha üstün hale getirmiştir. Fethu’l-bârî 1890 yılında Delhi’de taş baskısı olarak yayımlanmıştır. Hedyü’s-sârî’nin ayrı bir cilt halinde basıldığı on üç ciltlik Bulak baskısı (1300-1301) eserin en iyi neşri kabul edilmekle beraber yine de baskı hataları bulunmaktadır. Bu hatalar daha sonra Hindistan’da yapılan neşrinde Sıddık Hasan Han tarafından gösterilmiştir. Eser 1348’de de Muhibbüddin el-Hatîb, Muhammed Fuâd Abdülbâkı, Kusay Muhibbüddin el-Hatîb tarafından hadislerin eserde geçtiği yerler gösterilmek suretiyle yayımlanmıştır (I-XIII, Kahire 1407/1986-87). Hedyü’s-sârî bu baskıların her birinde “Mukaddime” adıyla müstakil olarak basılmıştır.

12. ǾUmdetü’l-karî fî şerhi Sahîhi’l-Buhârî. Büyük Türk âlimi Aynî’nin (ö. 855/1451) bu eseri, Fethu’l-bârî ile birlikte Sahîh-i Buhârî şerhleri içinde en fazla itibar görenidir. Aynî şerhini 1418 yılında yazmaya başlamış ve 1443’te tamamlamıştır. Firebrî’nin talebelerinden Küşmîhenî, Şebevî ve Hamevî nüshalarına sahip olduğu bilinmekle beraber belli bir nüshayı esas almadığı anlaşılmaktadır. Ebû Zer nüshası ile Yûnînî nüshasından hiç bahsetmemesi ise dikkat çekicidir. Zaten Aynî, İbn Hacer ve Kastallânî’nin aksine nüsha farklarından pek az söz etmektedir. İlk hadisin şerhinde takip ettiği, hadisi otuz değişik açıdan inceleme metodunu ikinci hadisten itibaren azaltarak terketmiş, daha sonra rivayetleri beş altı yönden ele almakla yetinmiştir. Babların birbiriyle ve hadislerin ait oldukları babla ilgisini belirterek şerhe başlayan Aynî, genellikle “Beyânü ricâlihî” başlığı altında hadisin senedinde bulunan râvileri ilk geçtikleri yerde haklarında yeterli bilgi vererek tanıtır ve ne derece güvenilir olduklarını belirtir. “Beyânü letâifi isnâdihî” başlığı ile senedin özelliklerini söz konusu ederek isnad zincirinde kullanılan sigaları, râvilerin birbiriyle olan ilgisini, memleketlerini, hangi nesle mensup olduklarını zikreder. “Beyânü ta‘addüdi mevzı‘ihî ve men ahrecehû gayrühû” kısmında hadisin Sahîh-i Buhârî’de başka hangi bölümlerde nasıl bir isnadla tekrarlandığını ve Kütüb-i Sitte müelliflerinden kimlerin onu kitaplarına aldığını söyler. “Beyânü’l-lugat ve i‘râbihî” kısmında hadiste geçen kelimeleri birer birer ele alarak onların mânalarını ve gramer açısından durumlarını açıklar. “Beyânü istinbâti’l-ahkâm” başlığı altında ise hadisten elde edilen fıkhî neticeleri sayar. Önemli gördüğü bazı bahislerin sonunda ve daha çok “el-Es’ile ve’l-ecvibe” başlığı altında hadisin ihtiva ettiği diğer önemli konuları ele alır. Eserini böyle düzenlemekle Aynî okuyucularının karşılaşabileceği çeşitli problemleri halletmiş, râvilerin hal tercümesi, metinde geçen kelimelerin izahı ve edebî incelikleri gibi hususlarda doyurucu bilgiler vermiştir. İbn Hacer el-Askalânî’ye, hadislerdeki edebî incelikleri ve benzeri hususları ele alması sebebiyle ǾUmdetü’l-karî’yi kendi eserine tercih edenler bulunduğu söylenmiş, o da Aynî’nin bu hususları Hanefî âlimi Rükneddin Ahmed b. Muhammed b. Abdülmü’min el-Kırîmî’nin


tamamlanmamış Sahîh-i Buhârî şerhinden iktibas ettiğini, kendisi ise eksik olması sebebiyle bu eseri kaynakları arasına almadığını söylemiştir. Aynî’nin en çok faydalandığı eserlerin başında Fethu’l-bârî gelmektedir. Şerhini yazmaya ara verdiği zamanlarda bile İbn Hacer’in çalışmalarını -onun yakın talebesi Burhâneddin b. Hızır’ın yardımıyla- devamlı surette takip etmiş ve bazan bu eserin uzun bir bölümünü isim vermeden iktibas etmekte mahzur görmemiştir. Bunun yanında Şâfiî olan İbn Hacer’in Hanefî mezhebinin görüşlerine ters düşen fikirlerini isim vermeksizin, “kale ba‘zuhum” diyerek ağır bir dille tenkit etmekten de geri durmamıştır. İbn Hacer, eserinin hükümdarlar tarafından takdir edilmesinin Aynî’yi kıskandırdığını söyleyerek onun tenkitlerinin bir kısmını İntikadü’l-iǾtirâz adlı risâlesinde cevaplandırmaya çalışmışsa da eserini tamamlamaya ömrü yetmemiştir. Fuat Sezgin’in, bu eseri tanıtırken tam tersine kitabın Fethu’l-bârî’deki itirazlara Aynî’nin verdiği cevaplardan meydana geldiğini söylemesi (GAS, I, 121) bir zühul olmalıdır. ǾUmdetü’l-karî on bir cilt halinde İstanbul’da (1308-1311), yirmi beş cilt olarak da Kahire’de (1348) yayımlanmıştır.

13. el-Kevserü’l-cârî ilâ riyâzi’l-Buhârî. Molla Gürânî’nin (ö. 893/1488) Kirmânî ve İbn Hacer’e yer yer itirazlar yönelttiği ve garîb kelimelerle müşkil isimleri açıkladığı bu orta büyüklükteki şerhinin nüshaları, bilindiği kadarıyla sadece Türkiye’de Süleymaniye (Ayasofya, nr. 686; Hamidiye, nr. 300), Râgıb Paşa (nr. 297), Murad Molla (nr. 514) ve Topkapı Sarayı Müzesi (III. Ahmed, nr. 390) kütüphanelerinde mevcuttur. 14. et-Tevşîh Ǿale’l-CâmiǾi’s-sahîh. Süyûtî’nin (ö. 911/1505) bu kısa ve özlü eserinin günümüze kadar gelmiş nüshalarının çoğu Türkiye kütüphanelerinde bulunmaktadır. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndeki nüshanın (Medine, nr. 262) müellif hattıyla olduğu tahmin edilmektedir. Eserin Ali b. Süleyman ed-Dimnâtî (ed-Dimentî) el-Bücum‘avî (ö. 1306/1888) tarafından yapılan muhtasarı yayımlanmıştır (Kahire 1298). 15. İrşâdü’s-sârî lişerhi Sahîhi’l-Buhârî. Kastallânî’nin (ö. 923/1517) ölümünden yedi yıl önce tamamladığı bu eser, daha önceki şerhlerin aksine her kelimeyi tekrardan kaçınmadan kısa ve özlü bir şekilde açıklaması sebebiyle her seviyedeki okuyucunun kolayca faydalanabileceği mahiyette olup Fethu’l-bârî ve ǾUmdetü’l-karî’den sonra üçüncü sırada anılagelmiştir. Şâfiî mezhebine mensup bir âlim olan Kastallânî eserini yazarken en çok Fethu’l-bârî’den faydalanmış, hatta bir bakıma onu özetlemiştir. İrşâdü’s-sârî’nin kırk beş sayfalık mukaddimesi, hadisle meşgul olanların faziletine, hadisleri ilk tedvin edenlere, önemli hadis ıstılahlarına, Buhârî ve el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’ine dair değerli bilgiler ihtiva etmektedir. Bu mukaddime Abdülhâdî el-Ebyârî (ö. 1305/1888) tarafından Neylü’l-emânî fî tavzîhi mukaddimeti’l-Kastallânî adıyla şerhedilmiştir (Kahire 1325-1326). Kastallânî’nin hadis metinlerine esas aldığı kendi nüshasını Yûnînî nüshası ile karşılaştırdığı bilinmektedir. Bununla beraber Yûnînî nüshasına da bağlı kalmamış, zikrettiği çeşitli nüshalar arasında kendine göre tercihler yapmıştır. Onun nüsha farklarına dair verdiği bilgiler İbn Hacer’in verdiği bilgilerden daha çoktur. Bu husus eserin en önemli özelliğini teşkil eder. Âzâd-ı Bilgrâmî (ö. 1200/1786), İrşâdü’s-sârî’yi “Kitâbü’z-Zekât”ın sonuna kadar ihtisar etmiş ve çalışmasına Davǿü’d-derârî adını vermiştir. İrşâdü’s-sârî, kenarında Nevevî’nin Sahîh-i Müslim şerhiyle birlikte on cilt halinde Bulak’ta (1267, 1275, 1276, 1285, 1288, 1292, 1304-1306) ve Kahire’de (1276, 1306, 1307, 1325-26), Neylü’l-emânî ve Zekeriyâ el-Ensârî’nin Tuhfetü’l-bârî Ǿalâ Sahîhi’l-Buhârî adlı şerhiyle birlikte on iki cilt halinde yine Kahire’de (1307), ayrıca Leknev’de (1876) ve Nevalkişor’da (1284) yayımlanmıştır. 16. Tuhfetü’l-bârî Ǿalâ Sahîhi’l-Buhârî. Zekeriyâ el-Ensârî (ö. 926/1520) tarafından kaleme alınan şerh, on iki cilt halinde yayımlanan İrşâdü’s-sârî’nin kenarında Kahire’de basılmıştır (1307, 1326). Eser Muhammed b. Abdülhâdî es-Sindî (ö. 1138/1726) tarafından ihtisar edilmiştir (Kahire 1300). 17. MeǾûnetü’l-karî li-Sahîhi’l-Buhârî. Ali b. Muhammed el-Menûfî’nin (ö. 939/1532) 921 (1515) yılında tamamladığı bu hayli hacimli tek ciltlik eserinden başka Sıyânetü’l-karî Ǿani’l-hataǿi ve’l-lahni fi’l-Buhârî adlı bir başka kitabı daha bulunmaktadır (Ziriklî, V, 11). 18. Şerhu Ǿiddeti ehâdîsi Sahîhi’l-Buhârî. Muhammed b. Ömer b. Ahmed es-Sefîrî’nin (ö. 956/1549) iki ciltlik eserinin dünya kütüphanelerinde muhtelif yazmaları vardır (bk. Sezgin, GAS, I, 124). 19. Feyzü’l-bârî fî şerhi garîbi Sahîhi’l-Buhârî. Abdürrahim b. Abdurrahman b. Ahmed el-Abbâsî’nin (ö. 963/1556) bu eserinin Âtıf Efendi Kütüphanesi ile (nr. 529) Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndeki (III. Ahmed, nr. 391) nüshaları müellif hattıyladır. Eserin Râgıp Paşa Kütüphanesi (nr. 298, 299) ve Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Hamidiye, nr. 298) birer nüshası daha bulunmaktadır. 20. Teysîrü’l-karî fî şerhi Sahîhi’l-Buhârî. Nûrülhak b. Abdülhak el-Buhârî eş-Şahcihanâbâdî’nin (ö. 1073/1663)


Farsça olan bu şerhi basılmıştır (I-V, Leknev 1305). 21. ez-Ziyâǿü’s-sârî Ǿalâ Sahîhi’l-Buhârî. Abdullah b. Sâlim b. Muhammed el-Basrî’nin (ö. 1135/1722-23) üç ciltlik şerhinin Nuruosmaniye nüshasının (nr. 581-583) müellif hattı olduğu tahmin edilmektedir. Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde de (Veliyyüddin Efendi, nr. 596-598) bir nüshası bulunmaktadır. 22. el-Feyzü’l-cârî li-şerhi Sahîhi’l-Buhârî. Aclûnî İsmâil b. Muhammed’in (ö. 1162/1749) yarım kalmış bu şerhinin altı büyük cilt halindeki yazma nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde (Medine, nr. 220-225) ve Medine Mahmûdiyye Kütüphanesi’nde (nr. 140) bulunmaktadır. 23. Necâhu’l-karî li-Sahîhi’l-Buhârî. Yûsufefendizâde Abdullah Hilmi’nin (ö. 1167/1754) daha önceki şerhlerden derleyerek kaleme aldığı otuz cilt hacmindeki bu şerhinin Süleymaniye (Fâtih, nr. 844-873; Ayasofya, nr. 685 nüshaları müellif hattı; Yahyâ Efendi, nr. 54-64; Hamidiye, nr. 267-275, 279-284; Hacı Mahmud, nr. 456/1, 456/2; Hasan Hüsnü Paşa, nr. 229), Nuruosmaniye (nr. 894-922, 923-932) ve Beyazıt Devlet (Veliyyüddin Efendi, nr. 627, 628, 630-632) kütüphaneleriyle Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde (III. Ahmed, nr. 384) nüshaları bulunmaktadır. MÜ İlâhiyat Fakültesi öğretim görevlisi Ahmet Tobay eser üzerinde “Yûsufefendizâde Abdullah Hilmi ve Hadis Şerhciliğindeki Yeri” adlı bir doktora çalışması yapmıştır (1991). 24. Zâdü’l-müciddi’s-sârî li-metâliǾi’l-Buhârî. et-Tâvûdî diye de bilinen Mâlikî fakihi İbn Sûde el-Fâsî’nin (ö. 1209/1795) bu eseri Fas’ın Fes şehrinde 1307’de taşbaskı olarak, 1327-1330’da da el-Hâşiye Ǿalâ Sahîhi’l-Buhârî adıyla dört cilt halinde basılmıştır. 25. en-Nûrü’s-sârî min feyzi Sahîhi’l-Buhârî. Idvî diye tanınan Mısırlı Mâlikî âlim Hasan el-Hamzavî’nin (ö. 1303/1886) şerhi el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’in kenarında basılmıştır (I-V, Kahire 1279). 26. Feyzü’l-bârî Ǿalâ Sahîhi’l-Buhârî. Keşmîrî Muhammed Enverşah’ın (ö. 1352/1933) bu eseri dört cilt halinde Kahire’de yayımlanmıştır (1357/1938). 27. Kevserü’l-meǾâni’d-derârî fî keşfi habâyâ Sahîhi’l-Buhârî. Muhammed Hıdır eş-Şinkıtî (ö. 1354/1936) tarafından kaleme alınan eserin yayımlanan ilk iki cildinde baştan itibaren elli bir hadisin şerhi bulunmaktadır (Amman 1408-1409/1988-1989).

el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’e şerh yazmaya başlayan, fakat eserleri yarım kalmış olan Nevevî, İbn Kesîr, İbn Receb el-Hanbelî, Fîrûzâbâdî gibi önemli kişiler vardır. Fîrûzâbâdî kırk cilt olarak düşündüğü çalışmasının yirmi cildini yazabilmiş, sahası hadis olmadığı için de eseri fazla itibar görmemiştir. Hindistanlı âlimlerin de Sahîh-i Buhârî üzerinde çoğu şerh olmak üzere muhtelif çalışmaları vardır (bk. Abdülhay el-Hasenî, s. 150-151).

Muhtasarları. el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’ten seçmeler yaparak meydana getirilen çalışmalar arasında şu eserler zikredilebilir: 1. CemǾu’n-nihâye*. İbn Ebû Cemre’nin (ö. 699/1300) bu eseri (Kahire 1286), başta kendisi olmak üzere birçok âlim tarafından şerhedilmiştir. 2. et-Tecrîdü’s-sarîh*. Ahmed b. Ahmed ez-Zebîdî’nin (ö. 893/1488) bu meşhur eseri Bulak’ta (1287) ve Kahire’de (1312) basılmış, üzerinde muhtelif çalışmalar yapılmış, Babanzâde Ahmed Naim Bey (I-II. cilt 1346/1928, III. cilt 1984, 8. baskı) ile Kâmil Miras (IV-XII. cilt 1984, 8. baskı) tarafından Türkçe’ye çevrilerek şerhedilmiştir. 3. Zübdetü’l-Buhârî. Ömer Ziyâeddin Dâğıstânî (ö. 1920) tarafından Sahîh-i Buhârî’deki Peygamber buyruklarının (kavlî hadislerin) tamamını derlemek maksadıyla yapılan bu çalışma 1524 hadisi ihtiva etmektedir. Eser Kahire’de (1330), daha sonra yine Dâğıstânî’nin Türkçe tercümesiyle birlikte üç cilt halinde İstanbul’da (1341) yayımlanmıştır. 4. Cevâhirü’l-Buhârî. Mustafa Muhammed Umâre tarafından Sahîh-i Buhârî’den seçilerek kısaca şerhedilen 850 hadisi ihtiva eden eser Kahire’de basılmış (1341), Hasan Alioğlu tarafından Türkçe’ye çevrilerek aynı adla İstanbul’da yayımlanmıştır (1988) (el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’in diğer muhtasarları için bk. Sezgin, GAS, I, 126-128).

Diğer Çalışmalar. el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’teki bazı müşkil kelimelere dair müstakil kitaplar kaleme alınmıştır. el-Elfiyye yazarı İbn Mâlik’in (ö. 672/1274) Yûnînî ile birlikte Sahîh-i Buhârî’deki yetmiş bir adet dil problemini hallettiği Şevâhidü’t-tavzîh ve’t-tashîh li-müşkilâti’l-CâmiǾi’s-sahîh adlı eseri önce


Hindistan’da (1319), daha sonra Muhammed Fuâd Abdülbâkı’nin yeniden tertibi ve tahkikiyle Kahire’de (1957) yayımlanmıştır. Zerkeşî’nin de (ö. 794/1392) bu konuda et-Tenkıh li-elfâzi’l-CâmiǾi’s-sahîh adlı bir çalışması bulunmaktadır. İbn Hacer el-Askalânî’nin et-Tenkıh üzerine yazdığı en-Nüket Ǿalâ Tenkıhi’z-Zerkeşî adlı eseri yarım kalmıştır. Bulkınî’nin (ö. 824/1421) bazı kaynaklarda Şerhu’l-Buhârî adıyla zikredilen el-İfhâm limâ fi’l-Buhârî mine’l-ibhâm adlı eserinin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Ayasofya, nr. 679).

el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’te üç râvi ile rivayet edilen yirmi iki kadar hadis, muhtelif kimseler tarafından “es-Sülâsiyyât” adıyla bir araya getirilmiş ve şerhedilmiştir. Bu çalışmaların yazmaları Sezgin tarafından tesbit edilmiştir (GAS, I, 128-129).

Buhârî’nin bab başlıkları da müstakil çalışmalara konu olmuştur. Bunların en önemlileri şunlardır: 1. Kitâbü’l-Mütevârî Ǿalâ terâcimi’l-Buhârî. Kâtib Çelebi’nin Sahîh-i Buhârî’yi on cilt halinde şerhettiğini söylediği İbnü’l-Müneyyir’in (ö. 683/1284) Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde (nr. 1115) bir yazma nüshası bulunan bu eseri Selâhaddin Makbûl Ahmed tarafından neşredilmiştir (Küveyt 1407/1987). 2. Taglîku’t-taǾlîk. İbn Hacer tarafından kaleme alınan sahasının bu en önemli eseri el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’in ta‘likleri kısmında tanıtılmıştır. 3. el-Fevâǿidü’l-müteǾallika bi-Sahîhi’l-Buhârî. Muhammed b. Abdülhâdî es-Sindî (ö. 1138/1726) tarafından yazılan eserin yazma nüshası Kahire’de bulunmaktadır (bk. Sezgin, GAS, I, 129). 4. Şerhu terâcimi ebvâbi Sahîhi’l-Buhârî. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî’nin (ö. 1176/1762) bu eseri yayımlanmıştır (Haydarâbâd 1321; nşr. Şerefeddin Osman, Haydarâbâd 1402/1982). 5. Fıkhü’l-İmâmi’l-Buhârî. Bu çalışmada Sahîh-i Buhârî’deki 1290 bab başlığı Muhammed Abdülkadir Ebû Fâris tarafından derlenerek iki cilt halinde yayımlanmıştır (Amman 1409/1989).

el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’i okumaya başlarken, okuma sırasında ve bitirirken riayet edilecek hususlara dair kitaplar yazılmıştır. Hatmü’l-Buhârî adıyla yazılanların çoğunda ise eserin son hadisi şerhedilmektedir. Bu nevi eserlerin ilki, Ebû Hâmid Muhammed el-Kudsî’nin (ö. 888/1483) Tuhfetü’l-karîǾinde hatmi’l-Buhârî’si olup eserin bir nüshası Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Saib Sencer, nr. 3732; diğer nüshalar için bk. Sezgin, GAS, I, 129-130).

el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’in râvilerine dair de muhtelif eserler kaleme alınmıştır (bk. a.g.e., I, 130-132). Bu çalışmaların ilk örneklerinden biri olan Ahmed b. Muhammed el-Kelâbâzî’nin (ö. 398/1007-1008) Ricâlü Sahîhi’l-Buhârî adlı eseri Abdullah el-Leysî tarafından basılmıştır (III, Beyrut 1407/1987). Ebü’l-Velîd el-Bâcî’nin (ö. 474/1081) et-TaǾdîl ve’t-tecrîh li-men harrece lehü’l-Buhârî fi’l-CâmiǾi’s-sahîĥ’ini Ebû Lübâbe Hüseyin neşretmiştir (I-III, Riyad 1406/1986). el-CâmiǾu’s-sahîh, Mehmet Sofuoğlu tarafından Sahîh-i Buhâri ve Tercemesi adıyla Türkçe’ye tercüme edilmiş ve yayımlanmıştır (I-XVI, İstanbul 1987-1989; Buhârî ile Müslim’in el-CâmiǾu’s-sahîh’leri üzerindeki ortak çalışmalar için bk. el-CEM‘ BEYNE’s-SAHÎHAYN; SAHÎHAYN).

el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’le ilgili olarak yapılan fihristler içinde zikre değer iki çalışmadan biri Muhammed Şerif Tokadî’nin Miftâhu Sahîhi’l-Buhârî’sidir (İstanbul 1313). Müellif önce Sahîh-i Buhârî’deki her bir kitâbda kaç bab ve kaç hadis bulunduğunu, ayrıca adlarını alfabe sırasına koyduğu sahâbîlerin eserde kaç rivayeti olduğunu tesbit etmiş ve daha sonra kavlî hadisleri alfabetik sıraya dizerek bunların el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’te (Kahire 1296) hangi kitâb, bab, cilt ve sayfada bulunduğunu, İrşâdü’s-sârî (Kahire 1293), Fethu’l-bârî (Kahire 1301) ve ǾUmdetü’l-karî’de (İstanbul 1309) hangi cilt ve sayfada yer aldığını göstermiştir. Diğer çalışma ise Abdullah b. Muhammed Guneyman tarafından hazırlanan Delîlü’l-karî ilâ mevâzıǾi’l-hadîs fî Sahîhi’l-Buhârî’dir. Mektebetü’n-Nehza tarafından yayımlanan Sahîh-i Buhârî’yi esas alan müellif, eserdeki kitâb ve babları numaraladıktan sonra hadisin merfû veya mevkuf, kavlî veya fiilî olduğunu dikkate almaksızın bütün rivayetleri alfabetik olarak sıralamış, râvisini, hangi kitâb ve bablarda bulunduğunu göstermiştir. Eser el-Câmiatü’l-İslâmiyye tarafından yayımlanmıştır (Medine, ts.). Bunlardan başka Muhammed Şükrî el-Ankaravî’nin Miftâhu’l-Buhârî (İstanbul 1313, taşbaskı), Hindistanlı muhaddis Abdülazîz el-Fencâbî’nin Nibrâsü’s-sârî fî etrâfi’l-Buhârî (Lahor 1345), Mustafa b. Alî el-Beyyûmî’nin Delîlü fehârisi’l-Buhârî li’l-kütübi ve’l-ebvâbi’l-esâsiyye (Kahire 1352), Rıdvân Muhammed Rıdvân’ın Fehârisü’l-Buhârî (Kahire 1368) adlı eserleri birbirinden farklı faydalı çalışmalardır.

BİBLİYOGRAFYA:

Buhârî, el-CâmiǾu’s-sahîh, İstanbul 1315, IVIII; Hatîb, Târîhu Bagdâd, II, 4-36; İbnü’l-Kayserânî, Şurûtü’l-eǿimmeti’s-sitte, Beyrut 1405/1984, s. 17-19, 22-24; Hâzimî, Şurûtü’l-eǿimmeti’l-hamse, Beyrut 1405/1984, s. 31-76; Nevevî, Mâ Temessü ileyhi hâcetü’l-karî li-Sahîhi’l-Buhârî (nşr. Ali Hasan Ali Abdülhamîd), Beyrut, ts. (Dârü’l-Kütübi’l-ilmiyye); Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, XII, 40; Kirmânî, el-Kevâkibü’d-derârî fî şerhi Sahîhi’l-Buhârî, Beyrut 1401/1981; Irâkı, Fethu’l-mugıs (nşr. Mahmûd Rebî‘), Kahire 1355/1937, I, 15-19; İbn Hacer el-Askalânî, Taglîku’t-taǾlîķ (nşr. Saîd Abdurrahman Mûsâ el-Kazekı), Amman 1405/1985, V, 419-435; a.mlf., Hedyü’s-sârî mukaddimetü Fethi’l-bârî (nşr. Muhibbüddin el-Hatîb v.dğr.), Kahire 1407/1986-87; a.mlf., Fethu’l-bârî (Hatîb); a.mlf., Lisânü’l-Mîzân, VI, 72; Aynî, ǾUmdetü’l-karî, Kahire 1392/1972; Sehâvî, ed-Davǿü’l-lâmiǾ, II, 38; X, 259-261; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî, I, 91-98; Kastallânî, İrşâdü’s-sârî, Kahire 1327; İfrenî, Nüzhetü’l-hâdî biahbâri mülûki’l-karni’l-hâdî (nşr. O. Houdas), Paris 1888, s. 55, 72, 100; İbn İyâs, BedâǿiǾu’z-zühûr, IV, 88; Keşfü’z-zunûn, I, 541-555; Sıddık Hasan Han, el-Hıtta fî zikri’s-sıhâhi’s-sitte, Beyrut 1405/1985, s. 168-197; Tokadî, Miftâhu’s-Sahîhayn, İstanbul 1313 → Beyrut 1395/1975, s. 6; Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, Ankara 1928, s. 272-273; Brockelmann, GAL, I, 163, 165-166; Suppl., I, 260-265; Mübârekfûrî, Mukaddimetü Tuhfeti’l-ahvezî, Kahire 1386/1967, I, 111-115, 251-257; Serkîs, MuǾcem, I, 535-536; Ziriklî, el-AǾlâm (Fethullah), V, 11; Sezgin, Buhârî’nin Kaynakları, İstanbul 1956; a.mlf., GAS, I, 116-132; Şâkir Mahmûd Abdülmün‘im, İbn Hacer el-Askalânî, Bağdad 1978, I, 306-323; Rifat Fevzi Abdülmuttalib, Kütübü’s-sünne, Kahire 1399/1979, I, 53-179; Hüseynî Abdülmecîd Hâşim, el-İmâmü’l-Buhârî muhaddisen ve fakıhen, Kahire 1982; Abdülhay el-Hasenî, es-Sekafetü’l-İslâmiyye fi’l-Hind (nşr. Ebü’l-Hasan Ali en-Nedvî), Dımaşk 1403/1983, s. 150-151; Abdülvehhâb İbrâhim Ebû Süleyman, Kitâbetü’l-bahsi’l-Ǿilmî, Cidde 1403/1983, s. 209-217; Yûsuf el-Kettânî, RubâǾiyyâtü’l-İmâmi’l-Buhârî, Rabat 1404/1984; Sâlih Yûsuf Ma‘tûk, Bedrüddîn el-ǾAynî ve eseruhû fî Ǿilmi’l-hadîs, Beyrut 1407/1987, s. 210-251; M. Fuâd Abdülbâkı, Teysîrü’l-menfaǾa, Kahire 1409/1988, 1. Kitap, s. 1-70; a.mlf., “el-Buhârî”, DMİ, III, 424-425; Abdülfettâh Ebû Gudde, Fehârisü Süneni’n-Nesâǿî, Beyrut 1409/1988, s. 5-8; Abdullah b. Muhammed Guneymân, Delîlü’l-karî ilâ mevâziǾi’l-hadîs fî Sahîhi’l-Buhârî, Cidde, ts. (Dârü’l-İsfahânî); el-Menâr, XVII/2, Kahire 1913, s. 112; I. Goldziher, “Chatm al-Buhârî”, Isl., VI/2 (1915), s. 214; E. Lèvi-Provençal, “Recension Maghribine du Sahîh d’al-Bohârî”, JA, 202 (1923), s. 209-233; J. Fück Halle, “Beitrage zur Überlieferungsgeschichte von Buhârî’s Traditionssammlung”, ZDMG, sy. 92 (1938), s. 60-87; Muhammed Ahmed Bedevî, “Keyfe takraǿü’l-Buhârî”, ME, sy. 53 (1981), s. 858-870; Kasım Kufralı, “Buhârî”, İA, I, 771-772; A. Cour, “İsmail (Mûlây)”, İA, V/2, s. 1112; J. Robson, “al-Bukharı”, EI² (Fr.), I, 1336-1337.

M. Yaşar Kandemir