ELFÂZ-I KÜFÜR

ألفاظ الكفر

İmandan çıkıp küfre girmeye sebep olan sözler anlamında bir terim ve bu konuda yazılan, eserlerin ortak adı.

Elfâz-ı küfür tamlaması, Hz. Peygamber’in Allah’tan getirdiği kesin olarak bilinen vahiyleri ve bunlardan zorunlu olarak çıkan dinî hükümleri (zarûrât-ı dîniyye) inkâr etme özelliği taşıyan bütün sözleri kapsamına alır. Kur’ân-ı Kerîm’de elfâz-ı küfür yerine “kelimetü’l-küfr” (inkâr sözü) tabiri geçmektedir (et-Tevbe 9/74). Bu âyette, münafıkların küfür kelimesini telaffuz etmek suretiyle müslüman iken kâfir oldukları ifade edilmiş ve küfür kelimesini söylemenin kişiyi imandan çıkarıp küfre soktuğu belirtilmiştir. Sözü edilen âyetin, Tebük Gazvesi öncesinde müslüman olduğunu söylediği halde Hz. Peygamber’e gelen vahiylere inanmak istemeyen Celâs b. Süveyd’in, “Muhammed’in kardeşlerimiz için söyledikleri doğru ise eşeklerden daha alçak olalım” demesi üzerine nazil olmasından ve bu hususun da “küfür kelimesi” şeklinde nitelendirilmesinden anlaşıldığına göre Resûl-i Ekrem’e bildirilen vahiylerin doğruluğuna inanmamak dinden çıkmanın temel sebebini oluşturmaktadır. Kur’an’da doğrudan doğruya küfür ifadeleri olarak, “Meryem oğlu Mesîh Allah’tır”; “Allah üçün üçüncüsüdür”; “Bu peygamber yalancı bir sihirbazdır”; “Hayat ancak bu dünya hayatıdır, ölürüz ve yaşarız, bizi ancak zaman helak eder”; “Bu çürümüş kemikleri kim diriltir?”; “Kıyametin kopacağını sanmıyorum” (el-Mâide 5/17, 73; Sâd 38/4; el-Cāsiye 45/24; Yâsîn 36/78; el-Kehf 18/36) gibi sayılı örneklere yer verilmişse de Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe inanmayanlar, Allah’ın gönderdiği hükümleri uygulamayanlar, Allah’ın âyetlerini yani Kur’an’ı inkâr edenler kâfir olarak adlandırılmıştır (en-Nisâ 4/136, 150-151, el-Mâide 5/44; el-Ankebût 29/47). Ayrıca Allah’ı, Hz. Muhammed’in yanı sıra geçmiş peygamberleri ve Kur’an’ı alay konusu yapıp küçümseyen münafıkların bu tavırlarına dikkat çekilerek müminlere, dinî değerlere karşı alaycı tavır sergileyenlerden uzak kalmaları emredilmek suretiyle bu tür davranışların da küfre götürdüğüne işaret edilmiştir (el-Mâide 5/57; et-Tevbe 9/65-66; el-En‘âm 6/10; el-Enbiyâ 21/41).

Hadislerde az da olsa müminleri küfre götüren söz ve davranışlar üzerinde durulmuştur. Buna göre müslümanları tekfir edenler (Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 15), Allah’tan başkasının adına ant içenler (Buhârî, “Îmân”, 112), kâhinlere gidip verdikleri haberleri tasdik edenler (İbn Mâce, “Ŧahâret”, 122), Kur’an hakkında tartışanlar (Müsned, II, 258) ve küfre rızâ gösterenler (Müslim, “Fezâǿilü’ś-śahâbe”, 161) kâfir olarak nitelendirilmektedir. Hz. Peygamber, İslâmiyet’i yayma siyasetinin bir gereği olarak, münafık olduklarını bildiği halde müslüman gözüken kimseleri tekfir etmemiş, buna karşılık kendisini hicvedip alay konusu yapan iki şairin ashap tarafından öldürülmesini engellememiştir.

İslâm akaidinde çeşitli görüş ve kanaatleri sebebiyle kişileri veya grupları tekfir etme faaliyeti bilindiğine göre ilk defa Hâricîler tarafından başlatılmış, değişik akaid mezheplerinin ortaya çıkmasından sonra da özellikle III. (IX.) yüzyıldan itibaren farklı mezhepleri benimseyenlerin karşılıklı olarak birbirlerini tekfir etmeleri yaygın hale gelmiştir. Tekfir meselesine başlangıçta akaid, kelâm, fıkıh ve tefsir kitapları içinde yer verilirken zamanla bu konuda müstakil eserler kaleme alınmıştır. Daha çok risale tarzında yazılan bu eserlerde elfâz-ı küfür konusu, küfrü gerektiren söz ve davranışları belirleyen temel ilkeler, elfâz-ı küfür çeşitleri ve elfâz-ı küfrü söylemenin doğurduğu sonuçlar çerçevesinde ele alınmıştır. Eserinde elfâz-ı küfür konusuna geniş yer ayıran Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî, küfrün bilgisizlikten kaynaklanan “küfr-i cehli”, bilerek ve inatla inkâr etmek tarzında gerçekleşen “küfr-i cuhûdî (inâdî)”, dinin vâzıı tarafından yalanlama alâmeti kılınan “küfr-i hükmî” şeklinde üç kısımda incelenebileceğini ve bunların sonuncusunun elfâz-ı küfrün asıl konusu olduğunu söyler (CâmiǾu’l-mütûn, s. 30). İslâm âlimleri, Allah ve Resulü’nün ancak kâfirlerce söylenebileceğini veya yapılabileceğini bildirdikleri, müslümanların yalnız kâfirlere ait olabileceği üzerinde icmâ ettikleri, yahut Allah ve Resulü’ne imanla bağdaştırılmasını imkânsız gördükleri söz ve davranışları elfâz-ı küfrün belirlenmesinde temel ilke kabul etmişlerdir (Ali el-Kārî, Şerĥu’ş-Şifâǿ, II, 528).

Elfâz-ı küfürle ilgili eserlerde küfrü gerektiren söz ve ifadeler genellikle beş grupta toplanmıştır. 1. Ulûhiyyetle ilgili olanlar: Allah’ın zâtı, sıfatları ve fiilleri konusunda ulûhiyyet makamıyla bağdaşmayan, tevhid ilkesine aykırı düşen, naslarla belirlenmiş sıfatların inkârına götüren, yaratıcıyı yaratıklara benzeten, ulûhiyyete ait herhangi bir hususu alaya alan veya ilâhî buyruklardan birini reddeden sözler.

2. Nübüvvete dair olanlar: Son peygamber Hz. Muhammed dahil olmak üzere bütün peygamberlerin ilâhî emirleri insanlara tebliğ etmekle görevlendirilmiş elçiler olduklarını reddeden, onlarla alay edip getirdikleri vahyi yalanlayan ifadeler, ayrıca peygamberleri kötüleyen, küçümseyen ve onlara dil uzatan lafızlarla namaz, oruç, zekât, hac, cihad gibi ibadetleri Peygamber’in öğrettiği şekilde kabul etmemeyi, herhangi bir insanı veya ona ait görüşleri peygamberden üstün göstermeyi dile getiren sözler.

3. Kur’an’a ilişkin olanlar: Kur’an’ın tamamını veya bir kısmını inkâr eden, Kur’an’daki iman, ibadet, hukuk, ahlâk konularına ilişkin bilgilerin yanlışlık ve eksiklik taşıdığını öne süren, haram kıldıklarını helâl ve helâl kıldıklarını haram sayan beyanlar, Kur’an’ın Allah kelâmı olmadığını öne süren, onu küçümseyip alaya alan ifadeler.

4. İslâmî ilimlere ve İslâm âlimlerine dair olanlar: İslâmî ilimlere ve İslâm âlimlerine


karşı tavır alıp dinin gelişmesine yönelik hizmetleri engelleyici sözler, İslâmiyet’i temsil ettiklerinden ötürü âlimler hakkında sarfedilen alaycı ve küçümseyici ifadeler.

5. Çeşitli konulara dair olanlar: Bu türe, kıyasa dayanılarak veya ilzâmî yollara başvurularak ortaya konan küfür lafızları dahil edilmiştir. Meselâ zalim bir devlet reisine âdil demek küfür sözü kabul edilmiştir. Zira devlet reisinin yaptığı zalimane icraat adaletli gösterilmek suretiyle İslâm’ın haram kıldığı zulmün dolaylı biçimde helâl telakki edildiği sonucuna varılmıştır (Gümüşhânevî, s. 42-86). Bazı kitaplarda bu tür konularla ilgili olarak ortaya konulan ayrıntılı elfâz-ı küfür listelerinde çok defa zorlama tevillere dayanıldığı ve kabul edilmesi güç bazı yorumlarla tekfir etmede ileri gidildiği görülmektedir. Özellikle bazı fıkıh kitaplarının irtidad bölümlerinde yer alan küfür lafızları, söyleyen kişilerin niyetleri dikkate alınmadan şekilci bir yaklaşımla ve Gazzâlî’nin de belirttiği gibi mezhep taassubunun tesiriyle müslümanlar hakkında tehlikeli sonuçlar doğuracak hükümler içermektedir.

Alimler, elfâz-ı küfrün küfür ve inkâr sonucunu doğurması için bazı şartların mevcudiyetini gerekli görmüşlerdir. İlk şart, kullanılan ifadenin küfrü gerektirdiği hususunda âlimlerin ittifak etmiş olmasıdır. Bunlar da genellikle zarûrât-ı dîniyyeden herhangi birini inkâr etmeyi amaçlayan lafızlardır. Ayrıca elfâz-ı küfrü kullanan kişinin mükellef olması, sarhoşluk veya uyku halinde bulunmaması, küfür lafzını herhangi bir zorlama ve tehdit altında olmadan isteyerek ve kasten söylemesi de şarttır. İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’e nisbet edilen bir rivayete göre ise sarhoşluk mazeret sayılmaz. Âlimlerin çoğunluğu, söylediği sözün küfre götürdüğünü bilmeyen ve elfâz-ı küfrü hata sonucu telaffuz eden kimsenin kâfir olmayacağı görüşünde birleşmiştir. Ancak şaka yapmak veya eğlenmek amacıyla elfâz-ı küfürden olduğu hususunda ittifak edilen sözleri sarfeden kişinin en azından kazâî açıdan kâfir sayılacağı kabul edilmiştir.

İslâm âlimlerinin, dinî değerlerin yozlaşmasını engellemenin yanı sıra iman ve küfür sınırını belirlemek amacıyla elfâz-ı küfür konusuna önem verdikleri anlaşılmaktadır. Zorlama te’villere ve ilzâmî yollara başvurularak ortaya konan küfür lafızlarından başka sübjektif değerlendirmelere açık bulunanlar bir tarafa bırakılırsa zarûrât-ı dîniyye ile ilgili olan ve âdeta slogan haline getirilen bazı ifadeler önemini hâlâ korumaktadır. Kur’an’ı sadece Araplar’a mahsus bir kitap sayan, yine Kur’an’ı Hz. Muhammed’in kendi eseri ve felsefesi olarak gösteren, İslâmiyet’in veya şeriatın çağ dışı bir sistem olduğunu iddia eden ifadeler bu gruptan sayılır.

İslâm hukukçuları tarafından öne sürülen şartlar çerçevesinde küfür lafızlarını sarfeden bir müslüman hakkında yapılacak işlemler fıkıh kitaplarında ayrıntılarıyla yer almıştır (bk. RİDDE).

Gazzâlî’nin Fayśalü’t-tefriķa’sı gibi tekfir konusuna genel bakış yapan kitaplarla Allah’a ve Peygamber’e dil uzatmaya dair eserler bu türe dahil olmakla birlikte müstakil olarak küfür lafızlarına tahsis edilen risaleler de mevcuttur. Daha çok Hanefî Osmanlı âlimlerince yazılan bu risâlelerin en meşhuru, Bedr er-Reşîd Muhammed b. İsmâil’in Risale fî elfâži’l-küfr adlı eseridir (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3729/6; Şehid Ali Paşa, nr. 207/2). Ali el-Kārî’nin şerhettiği bu risale, aynı müellife ait Şerĥu’l-Fıķhi’l-ekber’in sonuna eklenerek basılmıştır (Kahire 1375/1955, s. 165-197). Eser, Tarikatçı Emîr Mustafa tarafından şerhiyle birlikte Türkçe’ye tercüme edilmiştir (Süleymaniye Ktp, Fâtih, nr. 3168). Arabşah b. Süleyman el-Bekrî’nin en-Necât min elfâži’l-küfr, Ahîzâde Yûsuf Efendi’nin Hediyyetü’l-mühtedîn fî elfâži’l-küfr (İstanbul 1403/1983), Ganîm b. Muhammed el-Bağdâdî’nin Ĥıśnü’l-İslâm fî elfâži’l-küfr ve’l-Ǿaķāǿid (Beyazıt Devlet Ktp., nr. 3136), Nûh b. Mustafa’nın Akāid ve Elfâz-ı Küfür (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 2234), Muzaffer b. İbrâhim el-Hatîb’in Risâle fî beyâni kelimeti’l-küfr ve aĥkâmı men tekelleme bihâ (Süleymaniye Ktp., Reîsülküttâb, nr. 1200), Birgivî’nin Risâle fî beyâni’l-elfâž ve’l-efǾâli’l-küfriyye (Süleymaniye Ktp., Gelibolulu, nr. 56), İbn Ebû Nasr’ın Risâle fî elfâži’l-küfr (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 5426), Yahyâ b. Ebû Bekir el-Âmirî’nin Beyânü’l-iǾtiķād ve mâ yeksürü ileyhi iĥtiyâcü’l-Ǿibâd (Süleymaniye Ktp., Mihrişah, nr. 439/8; Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr. 1120/2), İbrâhim b. Hasan el-İşkodravî’nin Risâle fi’t-taĥźîr Ǿan istiǾmâli kelimeti’l-küfr (Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 990) ve Gümüşhânevî’nin CâmiǾu’l-mütûn ve elfâži’l-küfr (İstanbul 1273) adlı risâleleri bu konudaki çalışmalardan bazılarıdır.

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, II, 258; Buhârî, “Îmân”, 26, 112, “Ferâ’iz”, 29; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 15; Müslim, “Feza’ilü’s-sahâbe”, 161; İbn Mâce, “Tahâret”, 122; Kâsânî, Bedâ’iǾ, Beyrut 1394, VII, 134; İbn Kudâme, el-Muğnî, X, 75-108; İbn Teymiyye, es-Sârimü’l-meslûl Ǿalâ şâtimi’r-Resûl, Beyrut 1978, s. 3-4; Teftâzânî, Şerhu’l-ǾAkâ’id, s. 144; Beyâzîzâde, İşârâtü’l-merâm, tür.yer.; el-Fetâva’l-Hindiyye, II, 253-271; Ali el-Kârî, Şerhu’l-Fıkhi’l-ekber, Kahire 1375/1955, s. 149-197; a.mlf., Şerhu’ş-Şifâ, Beyrut, ts., II, 528; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, Beyrut, ts., III, 285; Gümüşhânevî, CâmiǾu’l-mütûn ve elfâzi’l-küfr, İstanbul 1273, s. 30-86; Muhammedî er-Rîşehrî, Mîzânü’t-hikme, Kum 1362-63 hş., VIII, 399-407.

Ahmet Saim Kılavuz