ELHAMRA SARAYI

İslâm mimarîsinin İspanya’daki, en önemli yapılarından biri.

Endülüs mimarisi kadar bütün İslâm sanat için de büyük bir gurur kaynağı teşkil eden Elhamra Sarayı (Kasrü’l-hamrâ), Nasrîler (Benî Ahmer) Devleti’nin başşehri olan Gırnata’da (Granada) bulunmaktadır. “Kızıl” anlamına gelen el-hamrâ sıfatıyla tanımlanması, inşaatta kullanılan kil harcın kızıla çalan renginden dolayıdır. Tarih boyunca çeşitli tahribata mâruz kalmasına ve bazı bölümlerinin yok olmasına rağmen dünya çapında bir şöhrete ve bütün İslâm eserleri arasında son derece imtiyazlı bir yere sahiptir. Bugün de ihtişamından hiçbir şey kaybetmeksizin geçmişe ışık tutan


bu bina, ayakta kalabilen eski İslâm saraylarının en iyi durumda olanıdır ve bu haliyle bir taraftan küçük bir devletin gücünü sembolize ederken diğer taraftan da daha güçtü İslâm devletlerinin yok olup gitmiş sarayları hakkında fikir vermektedir.

TARİH. Elhamra’nın tarihi IX. yüzyılın son çeyreğine kadar gider. Kaynaklarda, Kurtuba Emîri Abdullah’ın (888-912) tahta çıkışının hemen sonrasında, bugünkü Granada’yı da içine alan İlbîre (Elvira) bölgesinde (küre) Araplar’la Hıristiyanlığa geri dönmeye çalışan İspanyol asıllı yerli müslümanlar (müvelledün) arasında vuku bulan çatışmalardan bahsedilirken bölgedeki Araplar’ın lideri Sevvâr b. Hamdûn el-Kaysî’nin savunma maksadıyla Medînetülhamrâ adını taşıyan ve kaynaklarda “Ma‘kılü’l-hamrâ, el-Kal‘atü’l-hamrâ, Hısnü’l-hamrâ” isimleriyle de geçen bir kale inşa ettirdiği belirtilmektedir. Darro nehrinin sol yakasında, müslümanların Sebîke dedikleri yayvan tepenin batı ucunda inşa edilen söz konusu kalenin, Sevvâr b. Hamdûn’un etrafında toplanan askerlerin sayısı dikkate alındığında nisbeten mütevazi ölçülerde bir yapı olduğu anlaşılmaktadır. Araplar’ın bu kaleyi kutlanmaları pek uzun sürmedi. Çünkü müvelledûn ile olan savaşların 890 yılı başlarında sona ermesi ve Bulây (Polei) Savaşı ile (891) İlbîre’nin yeniden merkezî idarenin kontrolü altına alınması üzerine kaleye olan ihtiyaç kendiliğinden azaldı. XI. yüzyılın ortalarına kadar terkedilmiş bir vaziyette bulunan Elhamra Kalesi 1052-1056 yılları arasında, Zîrî Emîri Bâdîs b. Habbûs’un yahudi veziri Samuel b. Nağrîle (Nagrello) tarafından tepenin eteğindeki yahudi mahallesini de içine alacak şekilde genişletildi ve yıkık yerleri tamir ettirildi; onarımlar daha sonra Emîr Seyfüddevle Abdullah döneminde de (1073-1090) sürdürüldü. XII. yüzyıl İslâm ve hıristiyan kaynaklarında Endülüslü liderlerin Murâbıtlar ve Muvahhidler’e karşı yürüttükleri mücadelelerden bahsedilirken bu ilk Elhamra Kalesi’nin el-Kasabatü’l-hamrâ adıyla anıldığı görülmektedir. Bu kaynaklardan öğrenildiğine göre söz konusu dönemde Elhamra Kalesi’ni kuşatan kuvvetlerin hemen hepsi sonunda içeri girmeye muvaffak olmuşlardır ki bu durum kalenin tahkimatının mükemmel olmadığını gösterir. Buna karşılık Zîrîler tarafından Darro nehrinin karşı yakasında kurulan el-Kasabatü’l-kadîme’nin (İsp. Alcazaba) daha muhkem olduğu anlaşılmaktadır.

Elhamra adı, Gırnata ve civarında Nasrîler Devleti’nin kurulmasıyla (1232) daha öne çıkmıştır. Bu devletin temelini atan Gālib-Billâh Muhammed b. Yûsuf, 1238 yılında idare merkezi olarak seçtiği Gırnata’ya girdiğinde geçici olarak el-Kasabatü’l-kadîme’ye yerleşti ve Elhamra Kalesi’nin bulunduğu yerde, ölçüleri eskisine göre daha büyük ve istihkâm şekli bakımından daha farklı yeni bir kasabanın yani bugünkü Elhamra’nın kurulması talimatını verdi. Kaynaklardan, aynı yıl sona ermeden surların inşasının tamamlandığı, su ihtiyacını karşılamak amacıyla da Darro nehrinden kaleye kadar uzanan ve bir bölümü kemerli olan su kanallarının yapıldığı öğrenilmektedir. Anlaşıldığına göre Gālib-Billâh I. Muhammed’in başlattığı bu proje, eski Elhamra Kalesi’ne göre ölçüleri büyütülmüş sade bir kale olmaktan çok, Emevî Halifeliği döneminde III. Abdurrahman’ın (912-961) inşa ettirdiği Medînetüzzehrâ gibi, başta emîr ve haremi olmak üzere vezirlerin ve diğer bazı devlet ricâlinin ikamet edeceği bir saltanat şehrinin kurulmasını hedeflemekteydi. Ancak bu şümullü proje, ilerleyen zaman içerisinde birtakım köklü değişikliklere de uğrayarak çeşitli kısımları başka başka emîrler tarafından yaptırılmak suretiyle 150 yılı aşkın bir müddet zarfında tamamlanmış ve son şeklini XV. yüzyılın ilk yıllarında almıştır.

Üzerinde bulunduğu tepenin konumuna uygun biçimde şekillenen ve bu çerçevede saray, el-Kasaba ve bir kısım idarecilerle esnafın yaşadığı şehir olmak üzere esas itibariyle üç bölümden teşekkül eden bu yeni kale-şehir de yine eskisi gibi “el-Kasabatü’l-hamrâ, el-Medînetü’l-hamrâ ve Kasrü’l-hamrâ” adlarıyla anılmıştır. Bazı araştırmacılar bu ismin menşeini Nasrîler’in atası Ahmer’e dayandırırlarsa da yukarıda açıklandığı gibi daha önce burada bulunan kalenin de IX. yüzyıldan beri aynı adı taşıdığı bilinen bir husustur. Elhamra’yı oluşturan çeşitli binaların her birinin ne zaman yapıldığını kesin biçimde tesbit etmek mümkün değildir. Duvarları ve kemerleri örten süslemelerin üzerinde bazı emîr isimlerine rastlanmakta, ancak kullanılan ana maddeyi alçının teşkil etmesi ve bu maddenin çabuk bozulması sebebiyle zaman içerisinde birçok kısmın onarılmış veya tamamen değiştirilmiş olduğunu kabul etmek gerekmekte, dolayısıyla da adları okunan emîrlerin binaları yaptıranlar mı yoksa tamir ettirenler mi olduğuna kolaylıkla karar verilememektedir. Bununla birlikte hangi emîrin zamanında hangi binaların ya da kısımların inşa edildiğine dair bazı genel tesbitler yapmak ve bazı varsayımlar ileri sürmek mümkündür. Meselâ II. Muhammed döneminde (1273-1302) el-Kasaba’nın ve Şarap Kapısı (Puerta del Vino) boyunca inşa edilen mahallenin tamamlanıp Ravza denilen emîrler kabristanının ve Benî Serrâc Divanhânesi’nin (Sala da los Abencerrajes) eklenmesiyle Elhamra’nın büyük çapta bir saltanat şehri görünümüne kavuştuğu bilinmektedir. Elhamra’nın yukarısında bir yazlık saray olan Cennetü’l-arîf de (Generalife) bu emîrin döneminde yapılmıştır. Bugün El Partal adını taşıyan kısım, III. Muhammed döneminde (1302-1309) el-Kasaba’nın bitişiğinde bulunan, emîr ve hareminin ikamet ettiği, ayrıca birtakım bürokratik hizmetlerin de görüldüğü saraylar


mahallinde inşa edilen ilk kısımdır. Halen yerinde Santa Maria Kilisesi’nin yükseldiği Saray Mescidi ile (el-Mescidü’l-Kebîr/la Mezquita Real) karşısındaki hamam da aynı emîr tarafından yaptırılmıştır. İdarî ve adlî meselelerin görüşüldüğü Meşveret Salonu (Maxuar) ve Komares Kasrı’ndaki (Palacio de Comares) hamam ise I. İsmâil dönemine (1314-1325) aittir.

Elhamra’nın bugün ayakta kalan bölümlerinin en büyük kısmı I. Yûsuf (1333-1354) ve Ganî-Billâh V. Muhammed (1354-1359, 1362-1391) tarafından inşa ettirilmiştir. Sur boyunca dizilen Komares Kulesi (Torre ele Comares), Kadı Kulesi (Torre de Kadi), Tepeler Kulesi (Torre de Picos), Câriye Kulesi’nin (Torre de Cautiva) mimari özellikleri ve tezyinatı, Adalet Kapısı’nın ise (Puerta de Justicia) 749 (1348) tarihli kitâbesi, bunların I. Yûsuf döneminde Elhamra’ya katılan eserler olduğunu göstermektedir. Aynı döneme ait diğer bir eser de Elhamra tepesinin güneyinde bulunan ve Adalet Kapısı’na olan benzerliğiyle dikkat çeken Puerta de Siete Suelos adlı kapıdır. Bu sayılanlara ilâve olarak saray hamamının yeniden inşası ve Ebü’l-Haccâc Kulesi’nin (Torre de Abul Hachach) yapımına başlanması da I. Yûsuf’a nisbet edilmektedir. I. Yûsuf’tan sonra tahta çıkan oğlu V. Muhammed, Kastilya Kralı Pedro ile imzaladığı uzun süreli bir barış antlaşmasından faydalanarak bir taraftan babasının başlattığı Ebü’l-Haccâc Kulesi’ni tamamlatmış, diğer taraftan da Elhamra’nın iki önemli birimi olan Aslanlar Avlusu ile (Patio de los Leones) Komares Kasn’nı inşa ettirmiştir: bu arada I. İsmâil’in Meşveret Salonu da elden geçirilmiştir. V. Muhammed’den sonra Elhamra’daki mimarlık faaliyetlerinde bir duraklama döneminin başladığı görülmektedir. Bunda, Nasrîler’in içeride ve dışarıda birtakım ciddi problemlerle karşı karşıya gelmelerinin ve bu durumun iç istikrarı sarsmasının büyük payı vardır. Nitekim bütün XV. yüzyıl boyunca Elhamra’ya eklenen tek bina, VII. Muhammed’in (1392-1408) yaptırdığı Prensesler Kulesi’nden (Torre de las Infantas) ibarettir.

Elhamra, Kastilya Krallığı’nın 1491’de başlattığı sıkı muhasara sonucu 3 Ocak 1492 tarihinde son Nasrî emîri Ebû Abdullah Muhammed b. Ali tarafından Gırnata şehriyle birlikte İspanyollar’a teslim edilinceye kadar geçirdiği iki asırlık tarihi boyunca hiç düşman istilâsına uğramamıştır. Zaptedildiği gün ise kardinal Pedro de Mendoza, Elhamra’nın el-Kasaba bölümünde bulunan Gözetleme Kulesi’ne (Torre de la Vela) ünlü gümüş haçı dikerek İspanya’da İslâm hâkimiyetinin tamamen son bulduğunu ilân etti. İspanya tarihinde “Katolik krallar” adıyla bilinen Ferdinand d’Aragon-Izabella da Castilla çifti, Elhamra’yı “tekrar fethediş” (reconquista) hareketinin başarıyla noktalanmasını simgeleyen bir zafer alâmeti olarak muhafaza edilmesi için özel bir gayret gösterdiler. Binalar öncelikle devlet himayesine alınıp kraliyet sarayı olarak ilân edildi; bakım ve yönetimiyle de ölümünden sonra sülâlesince sürdürülmek üzere Tendilla Kontu Inigo Lopez de Mendoza görevlendirildi. Bunun arkasından Arap ustalar toplanarak sarayın tamire muhtaç kısımlarının aslına uygun biçimde onarımına başlandı. Daha sonra Kraliçe Juana’nın da aynı hassasiyeti göstererek Granada idarecilerine gönderdiği ve Elhamra’yı muhteşem bir yapı olarak nitelendirdiği 13 Eylül 1515 tarihli bir mektubunda, şehir meclisince toplanan vergilerden bir kısmının sarayın korunması için ayrılmasını istediği görülmektedir.

V. Carlos’un (Şarlken) 1526 yılında Granada’ya gelmesi Elhamra için bir talihsizlik olmuştur. Zira bu kral Elhamra’nın içinde Rönesans üslûbunda bir saray yaptırmaya başlamış ve bu arada Komares Avlusu’nun (Patio de Comares) güneyinde bulunan ve bugün Sala de la Berca olarak bilinen Bereket Divanhânesi’nin benzeri bir salonu yıktırıp gerek bu yıkımıyla gerekse üslûbu farklı bir sarayı buraya diktirmekle Elhamra’nın bütünlüğüne büyük bir darbe indirmiştir. Aynı kralın yaptığı diğer bir değişiklik de Mersinağaçlan Avlusu’na (Patio de Arrayanes) bitişik mescidi kiliseye çevirmiş olmasıdır. Yine V. Carlos döneminde mescidin karşısındaki hamamın da büyük bir bölümü tahrip edilmiş ve bu tahribatın izleri ancak 1934 yılında hamamın aslına uygun biçimde rekonstrüksüyonu yapılırken ortadan kaldırılabilmiştir.

1568-1570 yılları arasında vuku bulan müslüman ayaklanmalarından sonra Elhamra’nın bakımı için ayrılan para miktarında önemli bir azalma meydana geldi ve II. Felipe 1581’de bu kaybı telâfi maksadıyla 6000 duka altını tahsis etti. XVIII. yüzyılın başlarında, Katolik krallar devrinden beri Tendilla Kontluğu’nun sorumluluğunda sürdürülen devlet koruması kaldırılan ve daha sonra bakım için tahsis edilmiş gelirleri kesilen Elhamra, bunun sonucunda çok sayıda yersiz yurtsuz kimsenin istilâsına mâruz kaldı. Her ne kadar devlet daha sonra yükümlülüklerini tekrar üstlendiyse de yapıya eskisi kadar ilgi göstermedi. 1809 yılında Napolyon’un kuvvetleri Granada’yı işgal ettiklerinde karargâh olarak Elhamra’yı seçtiler. Fransızlar bulundukları süre içerisinde saray kompleksinin bazı yerlerini tamir etmelerine karşılık 1812’de ülkelerine geri dönerken havaya uçurmak maksadıyla bütün kulelere dinamit döşediler. Elhamra’yı yerle bir edecek olan bu teşebbüs, durumu zamanında farkedip dinamit kablolarını kesme cesaretini gösteren bir İspanyol askeri sayesinde kısmen sonuçsuz kalmış ve daha sonra İspanya Krallığı’nın çağrısı üzerine gelen birçok yabancı uzmanın da katkılarıyla zarar gören kısımlar tamir edilmiştir.

1870 yılında Elhamra’nın hukukî statüsü köklü esaslara bağlandı ve millî anıtlardan sayılarak himaye ve bakımı için her yıl devlet bütçesinden muayyen bir payın tahsis edilmesi kararlaştırıldı. 1905’te koruma ve bakımı özel bir komisyona verildi; bu komisyon da 1913 yılında görev ve yetkilerini Halk Eğitimi Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı bir birime devretti. 1985 yılından beri ise Elhamra ile ilgili bütün hizmetler, El Patronato de la Alhambra y Generalife adlı bir kuruluş tarafından yürütülmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Hayyân, el-Muktebes (nşr. M. Antuna), Paris 1937, s. 63; İbn Sâhibü’s-Salât, Târihu’l-men bi’l-imâme Ǿale’l-müstad‘afîn (nşr. Abdülhâdî et-Tâzî), Bağdad 1979, s. 184; İbnü’l-Hatîb, el-İhâta, IV, 270; L. S. de Lucena, La Alhambra como fue y como es, Granada 1935; a.mlf., La Alhambra Nazari del Siglo XV, Granada 1975; R. Ford, Granada, Granada 1955; M. Abdullah İnân, el-Âsârü’l-Endelüsiyyetü’l-bâkıye, Kahire 1381/1961, s. 184-213; A. Galiego y Burin, Granada: Gia historica y artistica. Granada 1982; M. Antequera, The Alhambra y Generalife, Madrid 1985; A. C. Acedo, The Alhambra in Detail, Granada 1989; Al-Andalus [ed. J. D. Doods], New York 1992, s. 153-161; Dario Cabanelas Rodriguez, “The Alhambra An Introduction”, a.e., s. 127-133; James Dickie (Yaqub Zaki), “The Palaces of the Alhambra”, a.e., s. 135-151; W. Irwing, Elhamra: Endülüs’ün Yaşayan Efsanesi (trc. Veysel Uysal), İstanbul 1992; P. F. Bargebur, “The Alhambra Palace of the Eleventh Century”, Journal of the Warburg and Courtauld Institutes, XIX/34, London 1956, s. 192-258.

Mehmet Özdemir




MİMARİ. Elhamra Sarayı, Gırnata şehrine ve yanından geçen Darro nehrine yukandan bakan, 736 m. uzunluğunda ve yaklaşık 200 m. genişliğinde yayvan


bir tepe üzerinde yükselmektedir. Endülüs’ün kendine has kale saraylarının tipik bir örneği olup ana hatlarıyla Emevî ve mülûkü’t-tavâif devirlerinden gelen tesirlerin birleştirilmesi sonucu sağlanan yeni bir anlayışı temsil eder.

Saray kompleksinin etrafı yüksek ve büyük kulelerle takviye edilmiş güçlü surlarla çevrilidir. Binalar, üzerinde yer aldıkları tepenin konumuna uygun biçimde üç farklı bölüm meydana getirir. En yüksek kısımda emîr ile haremini barındıran saray, tepenin batısında sarayın askerî garnizonu olarak hizmet veren el-Kasaba, doğusunda ise bir asiller mahallesi teşkil eden ve içinde bir kısım idarecilerle esnafın ikamet ettiği şehir kısmı yer alır.

Elhamra’ya asıl şöhretini kazandıran saray bölümü birçok binadan teşekkül etmiş olup bunlardan V. Carlos’un yaptırdığının dışında kalanlar Mersinağaçları Avlusu (Havuzlu Avlu) ve Aslanlar Avlusu adlarını taşıyan iki büyük avlunun etrafında toplanmıştır. Sarayın surların dışına açılan kapısı, hükümdarların burada halkın hukukî meselelerine bakmalarından dolayı Adalet Kapısı adıyla bilinmektedir. Bu tahkimatlı kapıdan sarnıçlar mahalline geçilir. Bu kesimde yer alan V. Carlos’un yaptırdığı yarım kalmış Rönesans üslûbu sarayın yerinde, 1524’te yanan harem bölümü ile bir divanhânenin bulunduğu bilinmektedir. Buradan Elhamra Sarayı’nın en eski bölümlerinden olan Mersinağaçları Avlusu’na geçilir; bu avlu uzun bir dikdörtgen şeklinde olup ortasında aynı biçimde bir havuz bulunmaktadır. Avlunun batısındaki büyük mescid ile çevresindeki bazı mekânlar V. Carlos tarafından kiliseye çevrilmiştir. Bu avludan bir revak aracılığıyla Elçiler Salonu’na girişi sağlayan ve kabul salonu olarak kullanılan İnayet Holü’ne geçilir. Uzun dikdörtgen şeklindeki bu oda, petekli ve mukarnaslı süslemeye sahip olan sedir ağacından bir kubbeyle örtülüdür. Elçiler Salonu adıyla bilinen taht odası, 3 metreye varan kalın duvarlarına açılmış küçük birer oda görünümündeki dokuz büyük penceresiyle Gırnata’ya bakmaktadır; 18 m. yüksekliğinde sedir ağacından yapılma kubbeli bir örtüye sahiptir ve dışarıdan yüksek bir kule izlenimi verir. Tahtadan boyalı bir kornişe oturan kubbe gerçek anlamda bir doğramacılık harikasıdır ve üzerindeki, Mülk sûresinde geçen “yedi kat sema” ibaresinden ilham alınarak dizayn edildiği izlenimini vermektedir. Oymalı ve boyalı ahşap kubbenin altındaki mekânın zemini ve duvar kaplamaları mor, yeşil ve turuncunun hâkim olduğu bir renk cümbüşü içindedir. Tezyinatta görülen altın yaldız, sırlı çini ve kırmızı, mavi, sarı gibi sembolik değeri bulunan renkler boyanmış stükoyla sağlanan ihtişam göz kamaştırıcıdır. Çoğu 1590 yılında meydana gelen bir patlama esnasında kırılan, ancak sonradan mevcut örneklere göre tamamlanan pencerelerin renkli camları duvarların süpürgelik kısımlarındaki çinilerin desen ve renklerine sahip olup güneş ışıklarını duvar ve taban süslemelerine uygun bir armoniyle yansıtmaktadır. Salonun iki yan duvarında Endülüslü ünlü şair İbn Zemrek’in birer kasidesi göze çarpmakta ve orta kısımda, girişin karşısına rastlayan merkezî nişteki tahtla bütünlük arzetmektedir. Bu salonun altında ise zindan bulunuyordu. Sarayın kuzeydoğusundaki bir kulenin üzerinde yer alan kraliçenin giyim odası ile İnâyet Holü arasında bir galeriyle bağlantı kurulmakta, bu holün önündeki revakın yanında bulunan ve saray hamamının arkasındaki Draza bahçesine bakan aynı isimli cumba vasıtasıyla da sarayın ünlü iki Kız Kardeş Salonu’na (Sala de las dos Hermanas) geçilmektedir. Adını, döşemedeki damarları iki genç kız figürüne benzetilmiş büyük bir mermer bloktan alan salonun duvarları, Endülüs hat sanatının en güzel örneklerinden olan İbn Zemrek’in şiirlerinden alınma yazılarla tezyin edilmiştir. Hükümdarın özel dairesini teşkil eden bu bölümde yatak odaları bulunmaktadır.

İki Kızkardeş Salonu’ndan büyük bir kapı vasıtasıyla güneyde bulunan, çifter sütunlu revaklarla çevrili ünlü Aslanlar Avlusu’na geçilir. Yapımı 1377’de tamamlanan bu avlu Elhamra Sarayı’nın en tanınmış bölümü olup ihtişamı ve güzelliğiyle çok etkileyici bir görünüme sahiptir. Avlunun adı ve şöhreti, ortadaki ağzından sular akan on iki aslan heykelinin taşıdığı çanak şeklindeki fıskiyeli havuzdan gelmektedir. Havuzdan akan sular kanallar vasıtasıyla avluyu çeviren


salonlara nakledilir. Havuz çanağının üstüne, Endülüs’ün ve özellikle Nasrî hânedanının şiire verdiği büyük önemin bir örneği olarak çepeçevre şiirler hakkedilmiştir. Avlunun batısında Mukarnaslı Salon (Sala de los Mocarabes), doğusunda Krallar Salonu (Sala de los Reyes), güneyinde de Bent Serrâc Divanhânesi bulunmaktadır. Bu mekânlardan ilk ikisi muhtemelen şölen ve festivaller, üçüncüsü mûsikili gece eğlenceleri için kullanılıyordu. Benî Serrâc Divanhânesi’nin üstünü örten kubbe, eteklerindeki on altı küçük pencereden giren ve petek biçimi mukarnaslı tezyinat üzerinde göz kamaştıracak yansımalar yapan gün ışığıyla aydınlatılmıştır. Kubbeye geçiş sekizgen yıldız biçiminde tertiplenmiş ve bununla kubbeye daha güçlü ve etkili bir görünüm kazandırılmıştır. Krallar Salonu adını, tavanında bulunan ve ilk on Nasrî sultanına ait olduğu kabul edilen resimlerden alır; üç büyük pencere ile sarayın bahçesine, iki küçük pencere ile de avluya bakmaktadır. Fonksiyonları açısından Mersinağaçları Avlusu ile müştemilâtı resmî ihtiyaçlara ve merasimlere, Aslanlar Avlusu ile müştemilâtı ise emîrin ve hareminin özel ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde düzenlenmiştir. Aslanlar Avlusu’nun doğusunda El Partal adlı başka bir avlu yer almaktadır. Fakat bu avludan bugün geriye sadece havuzu ile doğu cephesi ve hemen bitişiğindeki küçük mescid kalmıştır. Saray kısmının içinde bulunan bir diğer önemli bölüm ise hamamdır. Komares Kasrı’nın doğusunda yer alan hamam, yataklı salon ile bunun altındaki sıcak odalar ve külhan gibi bölümlerden teşekkül etmekteydi.

Elhamra Sarayı’nın göz alıcı tezyinatı açık mekânlarda yalnız alçı, kapalı mekânlarda ise alçı ile karışık çinilerle meydana getirilmiş ve genel süsleme malzemesi büyük ölçüde mermer kullanımıyla takviye edilmiştir. Mermer, alçı ve ahşap özenle oyulmuş, süslemeler çeşitli renklerin kullanımı ve altın yaldızın desteğiyle büyük bir ihtişam etkisi verecek biçimde ortaya konulmuştur. Süslemelerin esasını zengin bitkisel motifler teşkil etmekle birlikte bunlarla ustaca kaynaştırılan hat sanatı unsurları da dikkat çekecek boyutlardadır. Bu göz alıcı tezyinat arasında kabartma kemerlerin, sığ nişlerin ve sıkça görülen armaların da önemli bir yeri vardır.

Sarayın içindeki avlularda uygulanan havuz - kanal planlaması ve bu sistemin bitkilerle kaynaştırılması her ne kadar muhteşem bir görüntü arzetmekteyse de kompleksin kuzeydoğusundaki Cennetü’l-arîf bahçeleriyle aynı adı taşıyan yazlık saray çok daha tabii bir uyum sergilemektedir. Tepenin eteğinde bulunan bu kısım, İslâm bahçe mimarisinin en güzel örneği olarak kabul edilmektedir. Uzun dikdörtgen bir avlunun etrafına sıralanmış binalardan teşekkül eden Cennetü’l-arîf Sarayı’nın avlunun iki başına rastlayan kısımları çift katlıdır ve üst katlarında çevreyi seyretmeye uygun üstü kapalı geniş verandalar bulunmaktadır. 1319’da tamamlanan süslemeler asıl sarayınki kadar göz alıcıdır ve yine genellikle alçı üzerine işlenmiş bitkisel motiflerle yazılardan oluşmaktadır. Avlunun ortasında bulunan havuzla su yollarının tamamı karşılıklı ark yapan fıskiyelerle donatılmış ve tepedeki depolardan gelen basınçlı sularla devamlı bir şırıltı sağlanmıştır.

Gırnata şehrine hâkim bir konumda bulunan el-Kasaba, bir üçgen şeklinde etrafını çevreleyen surları, büyük kuleleri ve müstahkem kapılarıyla dikkatli bir şekilde planlanmıştı ve saray garnizonu kışlaları ile bazı resmî görevlilerin dairelerini ve konukları ağırlamak üzere ayrılmış bölümleri ihtiva ediyordu; ayrıca darphâne de buradaydı. Bugün çoğu ayakta olan kulelerin en önemlisi 27 m. yüksekliğindeki Gözetleme Kulesi’dir; 1522’de deprem, 1590’da yakınındaki bir patlama ve 1882’de yıldırım düşmesi sonucu büyük tahribata uğramışsa da restore edilmiş, ancak yapılan restorasyonlar sırasında kısmen aslî şeklini kaybetmiştir. Gırnata’nın hemen hemen tamamının gözlenebildiği kulenin tepesindeki çan, tehlikelere karşı halkı uyarmak için İspanyollar tarafından konulmuştur. Bugün Plaza de las Armas adıyla bilinen meydanda resmî görevlilerin evleri, silâhçı ve nalbant dükkânları, askerlerin kullandığı bir hamam, su sarnıçları, fırın ve zindan gibi yapılar bulunmaktaydı.

Günümüzde birkaç harabe dışında hemen hemen hiçbir şeyi kalmamış olan şehir kısmı ise hamamları, dükkânları, atölyeleri, evleri, cami ve medresesiyle kendine yeterli kuruluşa sahip önemli bir iskân merkeziydi.

BİBLİYOGRAFYA:

L. Torres Balbâs, Alhambra y el-Generalife, Madrid 1952; E. G. Gomez - J. B. Pareja, Alhambra: La Casa Real, Granada 1966; J. Bermudez Pareja, Alhambra: Generalife y Torres, Granada 1968; R. Arie, L’Espagne musulmane au temps des Nasrids (1232-1492), Paris 1973; B. P. Maldonado, Estudios Sobre ia Alhambra, Granada 1975; A. Farras, Alhambra, Barcelona 1978; Oleg Grabar, The Alhambra, London 1978; A. Arjona Castro, Andalucia Musulmana, Madrid 1980; D. Steward, The Alhamra, New York 1980; F. Vian, Alhambra de Granada, Madrid 1982; Andaiucia Islamica, Textos y Estudios, Granada 1983, II-III; M. Antequera Garda, The Alhambra and the Generalife, Granada 1983; C. Vines Millt, Alhambra de Granada, Tres Siglos de Historia, Madrid 1983; Muhammed Tevfik Belba, “Gırnata ve Kasrü’l-hamrâ”, el-Mecelletü’t-târîhiyyetü’l-Mısriyye, XVI, Kahire 1969, s. 67-69; A. Schaade - J. Strzygowski, “Elhamra”, İA, IV, 233-237; H. Terrasse, “Gharnâta B. - The Alhambra”, EI² (İng.), II, 1016-1020.

A. Engin Beksaç