EMÎR

الأمير

Kumandan, vali ve bey anlamına gelen terim.

Esas itibariyle İslâmî bir terim olan emîr kelimesi hadislerde çok yerde geçmesine rağmen (bk. Wensinck, el-MuǾcem, “emr” md.) Kur’ân-ı Kerîm’de sadece “ülü’l-emr” ifadesi bulunmaktadır (en-Nisa 4/59, 83).

İlk döneme ait kaynaklarda âmil kelimesi emîr ile eş anlamlı olarak sıkça geçer. Hz. Peygamber’in vefatı üzerine ensar ve muhacirlerin halife seçmek için Sakīfetü Benî Saîde’de yaptıkları toplantıyla ilgili rivayetlerde müslüman cemaatin başkanı için emîr tabiri kullanılmıştır (İbn Sa‘d, II, 3, 126, 129; Taberî, I, 1840-1841). Hulefâ-yi Râşidîn döneminde ordu kumandanlarına ve ordunun bir kısmına kumandanlık edenlere emîr (emîrü’l-ceyş, emîrü’l-cünd) denildiği gibi başlangıçta fetihleri gerçekleştiren valilere de bu sıfat verilmiştir (Taberî, I, 1881-1884, 2013, 2054, 2532, 2593, 2606, 2634, 2637, 2645, 2662, 2775, 2864, 3057; Kindî, s. 12-13, 31-32, 300, 302, 305).

Emevîler malî görevlerle idarî görevleri birbirinden ayırmayı denediler. Ancak bu dönemde genellikle emirler idarî ve malî bütün yetkilere sahiptiler ve kendi vilâyetlerinde halifenin yetkilerini haiz olduklarını düşünmekteydiler (Taberî, II, 75; Mes‘udî, V, 308-312; Kindî, s. 35). Doğu vilâyetlerinde yaşayan halk emîrleri kethüdâ (Taberî, II, 1636) veya şah (kral) gibi görmüştür (a.g.e., II, 300). Emîr orduyu düzenlemenin yanı sıra birliklerin kaydını tutan, disiplini sağlayan, ödemeleri yapan ve bölgesinde meydana gelen olayları haber veren arîfleri de tayin ederdi. Seferleri bizzat kendisi veya subayları aracılığıyla düzenler ve anlaşmalar yapardı. Namazlarda cemaate imamlık eder, camiler yaptırır ve fethedilen topraklarda İslâm’ın yerleşmesini sağlardı. Adlî işleri de bizzat kendisi yönetirdi; umumiyetle kadıların tayini de onun yetki ve sorumluluğunda bulunurdu. Huzur ve asayişi tayin ettiği sâhibü’ş-şurta aracılığı ile sağlardı. Genellikle bir koruma görevlisi ve bir de hâcibi vardı. Alt kademedeki posta ve istihbarat görevlileriyle bağlantıyı sağlayan ve devleti ilgilendiren konularda kendisine bilgi veren bir sâhibü’l-berid tayin ederdi. Küçük yerleşim bölgelerindeki âmiller veya emîrler bazan halifenin onayı


ile, bazan da doğrudan bizzat emîr tarafından tayin edilirdi (a.g.e., II, 1140, 1501, 1504).

Emîr darphâneyi denetler ve genellikle kendi isminin yazılı olduğu gümüş paralar bastırırdı. Bazı emirler bastırdıkları kaliteli dirhemleriyle meşhur olmuşlardır. Fakat bazan paranın tipi, ağırlığı ve basıldığı yerler halife tarafından belirlenirdi.

Bütün yetkilere sahip olan emîrler malî politikalardan da sorumluydular. Vergilerin toplanma usulü, zamanı, miktarı ve gerçekleştirilen yatırımları onlar belirlerdi. Emîr vergi sistemini ve askerlere yapılan ödemenin miktarını gözden geçirir, asker ve memurların maaşlarını verirdi. Kamuya ait binaların, kalelerin, yolların, kanalların ve köprülerin yapım ve tamiri için malî kaynak temin eder ve gelir dökümünü Dımaşk’a gönderirdi. Ancak halifenin haraç işleri için âmil tayin etmesi durumunda emîrin yetkileri önemli ölçüde azalırdı. Halife Hişâm b. Abdülmelik döneminde (724-743) Mısır âmili olan İbnü’l-Habhâb emîri bile değiştirebilmekteydi (İbn Abdülhakem, s. 217-218; Kindî, s. 72, 76).

Emîr, kendi vilâyetinde halifeye veya onun veliaht tayin ettiği kişiye yapılan biati kabul ederek vilâyet halkının biatını iletmek üzere halifenin huzuruna gidecek heyete başkanlık yapabilirdi. Biat konusunda kabile reisleri, şairler ve kussâsın desteğiyle veya para ve tehditlerle vilâyetindeki kamuoyunu etkilemeye çalışırdı (Belâzürî, Ensâb, IV, 101, 116-117).

Emîr vilâyet veya başşehrinden ayrıldığında kendisini temsil edecek bir halife tayin ederdi (Taberî, II, 1140; Kindî, s. 13, 35, 49, 62, 65).

Emîrler hem maaş hem de idarî avanslar (amâle) alırlardı. Bazı emîrler de ticaret yapmak, devlet gelirlerinin bir kısmına el koymak, vergi olarak alınan hububatın satışında spekülasyon yapmak ve hediye almak suretiyle gelir kaynaklarını arttırmaya çalışırlardı. Bazıları bu yollarla büyük servet elde etmişler, halifeler de bunları hesaba çekmeye çalışmışlardır.

Halife özellikle güç durumlarda emîr tayin ederken o vilâyetin Arap sakinlerinin görüşünü dikkate alırdı (Belâzürî, Fütûh, s. 146; Cehşiyârî, s. 57). Bilhassa Emevîler’in son döneminde görüldüğü gibi her yeni halife genellikle yeni emîrler tayin ederdi.

Emevîler’in idarî gelenekleri Abbâsîler tarafından devam ettirilmiş, fakat zamanla bazı değişiklikler yapılmıştır. Abbâsîler, kabile aristokrasisinin yerini alan bir bürokrasi oluşturmuşlar ve merkeziyetçiliğe ağırlık vermişlerdir. Abbâsîler döneminde emîrler genellikle bürokrasiye mensup kişilerden seçilmekle beraber bazan da Abbâsî ailesinden biri bu göreve getirilirdi. Emevîler zamanında emîrlerin çoğunluğu Arap asıllı iken Abbâsîler döneminde İranlılar’dan, daha sonra da Türkler’den seçilmişlerdir. Emîrlerin hareketleriyle vilâyetin durumu hakkında düzenli olarak merkeze bilgi vermeleri istenen sâhibü’l-berîdler (ashâbü’l-berîd) devlet idaresinde önemli rol oynamaktaydı. Kadı da emîrden bağımsızdı, çünkü doğrudan halife tarafından tayin edilirdi. Emirlerin görev süreleri genellikle kısadır. Bu dönemde emîrler de dahil olmak üzere devlet görevlileri hakkındaki şikâyetleri değerlendirmek üzere “sâhibü’n-nazar fi’l-mezâlim” denilen yeni bir memur tayin edilmeye başlandı. Abbâsîler’in ilk dönemindeki emîrlerin çoğu malî ve mülkî idareden mesul tutulurdu; fakat kısa bir müddet sonra emîrin yanı sıra bir de malî işlerden sorumlu âmil tayin etmek âdet haline geldi (Kindî, s. 185, 192, 213).

Emîr öncelikle huzur ve asayişin temini ve vergilerin toplanmasını sağlamakla görevliydi. Emîrler bazan vergileri arttırır, ilga eder veya ödenmemiş borcu olanları affederdi. Emîrin bölge halkıyla anlaşmazlığa düşmesi durumunda hakkında soruşturma açılır ve bu soruşturma emîrin görevden alınmasıyla sonuçlanabilirdi (Taberî, III, 716-721; Cehşiyârî, s. 99-100; Kindî, s. 192).

Abbâsîler’in ilk döneminin ardından emirlikle (emâret, imâret, imret) ilgili yeni gelişmeler oldu. Me’mûn, kardeşi Ebû İshak’ı (Mu‘tasım-Billâh) Mısır emîri tayin etti; fakat Ebû İshak Bağdat’ta kaldı ve biri haraç işlerini yürütmek, diğeri de namaz kıldırmak üzere Mısır’a iki temsilci gönderdi. Mısır’a emîr tayin edildiği halde görevi başında bulunmayan emîrler Tolunoğulları’nın yükselişine kadar devam etti (Kindî, s. 185 vd.).

Diğer bir gelişme de halifeler tarafından tayin edilen, merkeze sadece belli bir vergi ödeyen ve vilâyet işlerinde tamamen serbest bırakılan emîrlerin ortaya çıkmasıdır. Ağlebîler ve Tâhirîler örneğinde olduğu gibi kendi adlarına hânedanlar kuran bu emîrler, halife ile olan ilişkilerini sadece hutbede halifenin adını zikretmek ve onun adına para basmakla sınırladılar. Tolunoğulları, İhşîdîler, Sâmânîler ve Hamdânîler gibi bazı hânedanlara mensup emîrler ise hutbede kendi adlarını söyletmek ve dinarlara kendi isimlerini de eklemek suretiyle bağımsızlık unsurlarını halifelerle paylaştılar. Bu dönemde kendi kuvvetleriyle bazı yerleri ele geçiren ve burada hâkimiyet kuran, daha sonra meşruiyet kazanmak için halifenin onayını alan emîrler de dikkat çekmektedir. Buna örnek olarak Saffârîler ve Gazneliler gösterilebilir. Bu emîrler gerçekte bağımsızdırlar. Bazı bölgeleri işgal ederek emîr olan Büveyhîler daha da ileri gidip Bağdat’ı zaptettiler ve halifenin bütün otoritesini ellerine aldılar; vezirleri tayin ettiler ve hilâfetin el değiştirmesinde önemli müdahalelerde bulundular. Halkın halifeyi siyasî otoritenin kaynağı olarak kabul etmesi sebebiyle Büveyhîler Abbâsî halifelerini devirmekten vazgeçmiş ve onlardan onay almak zorunda kalmışlardır.

Endülüs Emevî hükümdarları III. Abdurrahman’a kadar emîr unvanını kullandılar. Endülüs Emevîleri ve Fâtımîler vilâyet yöneticilerine vali adını vermişlerdi. Fakihler emirliği hususi ve umumi emirlik (imâret-i hâssa ve imâret-i âmme) olmak üzere iki kısma ayırmışlardır. Umumi emirlik de imâret-i istilâ ve imâret-i istikfâ olarak iki bölümde mütalaa edilmiştir. Emirlik kurumunun gelişmesini inceleyen meşhur İslâm hukukçusu Mâverdî de sınırlı yetkileri olan emîrleri bütün yetkileri haiz olan emîrlerden ayırdıktan sonra güç kullanılarak elde edilen emirlik (imâret-i istîlâ) üzerinde durmakta, isyan, fitne ve bölünmeden kaçınmak için halifenin onayını alan emîrin şeriatı uygulaması şartıyla meşrû olduğunu kabul etmektedir.

Diğer taraftan IV. (X.) ve V. (XI.) yüzyıllarda geleneksel bürokratik idare çökmüş ve onun yerini askerî idare almıştır. Bu da emirliğin statüsünü etkilemiş ve Selçuklular, Eyyûbîler ve Memlükler döneminde bütün rütbelerdeki kumandanlara ve küçük Selçuklu prenslerine de emîr adı verilmiştir. Bedreddin İbn Cemâa (ö. 733/1333) kendi zamanında, asker beslemek için iktâ*lar verilen ve esas görevi askerî olan kumandanlara emîr dendiğini belirtmekle bu gelişmeyi ifade etmektedir. İslâm tarihinde emîr kelimesiyle teşkil edilen emîr-i alem, emîr-i cândâr, emîr-i çaşnigîr, emîr-i


dâd, emîr-i hâc, emîr-i hares, emîr-i meclis, emîr-i silâh, emîr-i şikâr, emîrü’l-ümerâ gibi birçok tabir mevcuttur.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “emr” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “emr” md.; Wensinck, el-MuǾcem, “emr” md.; İbn Sa‘d, et-Tabakât, II, 3, 126, 129; İbn Abdülhakem, Fütûhu Mısr (Torrey), s. 217-218; Belâzürî, Ensâb, IV, 101, 116-117; a.mlf., Fütûh (de Goeje), Leiden 1866 → Frankfurt 1992, s. 146; Taberî, Târîh (de Goeje), I, 1840-1841, 1881-1884, 2013, 2054, 2532, 2593, 2606, 2634, 2637, 2645, 2662, 2775, 2864, 3057; II, 75, 300, 1140, 1501, 1504, 1636; III, 716-721; Cehşiyârî, el-Vüzerâǿ ve’l-küttâb, s. 57, 99-100; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-zeheb, V, 308-312; Kindî, el-Vülât ve’l-kudât (Guest), s. 12-13, 31-32, 35, 49, 62, 65. 72, 76-77, 85, 185 vd., 192, 213, 300, 302, 305; Mâverdî, el-Ahkâmü’s-sultâniyye (nşr. Ahmed Mübârek el-Bağdâdî), Küveyt 1409/1989, s. 40, 73; Kalkaşendî, Subhu’l-aǾşâ, bk. İndeks; P. K. Hitti, History of the Arabs, Hong Kong 1970, s. 330-331; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-İdâriyye, I, 240-245; Abdülazîz ed-Dûrî, en-Nüzûmü’l-İslâmiyye, Bağdad 1950, tür.yer.; Hasan İbrâhim Hasan - Ali İbrâhim Hasan, en-Nüzûmü’l-İslâmiyye, Kahire, ts. (Mektebetü’n-Nehdati’l-Mısriyye) s. 151-169; Muhammed Ziyâüddin er-Reyyis, en-Nazariyyâtü’s-siyâsiyyetü’l-İslâmiyye, Kahire 1979, s. 277-284; Ahmed Fikri, Kurtuba fi’l-Ǿasri’l-İslâmî, İskenderiye 1983, s. 286-290; H. A. R. Gibb, “Al-Mawardi’s-Theory of the Caliphate”, Studies on the Civilization of Islam (nşr. S. J. Shaw - W. R. Pak), Princeton-New Jersey 1982, s. 162-164; Muhammed Hamîdullah, el-Vesâǿiku’s-siyâsiyye, Beyrut 1403/1983, s. 338, 424; Ann K. S. Lambton, State and Government in Medieval Islam, Oxford 1985, s. 83-102; Abdülkerîm Abduh Hatâmile, el-Binyetü’l-idâriyye li’d-devleti’l-ǾAbbâsiyye, Amman 1406/1985, s. 131-136; Subhî es-Sâlih, en-Nüzumü’l-İslâmiyye, neşǿetühâ ve tetavvüruhâ, Beyrut 1990, s. 286-290.

Abdülazîz ed-Dûrî