EMÎR-i HAC

أمير الحج

Haccın kurallarına uygun şekilde ve emniyet içinde edâ edilmesini sağlamak üzere görevlendirilen kimse.

Hac emirliği Mekke’nin fethinden sonra (8/630) ihdas edilmiş bir görevdir. Emîr-i hac (emîrü’l-hac) olanların hac kervanlarını güvenlik içinde götürüp getirmenin dışında cezaların uygulanmasına nezaret etmek gibi önemli görevleri vardı. Fetih yılında Hz. Peygamber’in özel olarak hac emîri tayin etmediği. Mekke Valisi Attâb b. Esîd’in bu vazifeyi yerine getirdiği bilinmektedir. Ertesi yıl Resûl-i Ekrem’in emîr-i hac olarak görevlendirdiği Hz. Ebû Bekir 300 kişilik bir hacı kafilesinin başında Medine’den ayrıldı. Kafile yolda iken, müşriklerin Kâbe’ye yaklaşmasını ve Kâbe’nin çıplak olarak tavaf edilmesini yasaklayan Berâe sûresi nazil oldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber sûreyi hacılara tebliğ etmek üzere Hz. Ali’yi görevlendirdi. 10. yılda (632) Hz. Peygamber bizzat haccettiği için emîr-i hac tayin edilmedi. Onun vefatından sonra hac farîzasının güvenlik içinde yerine getirilmesini sağlama işi halifelerin görevlerinden sayıldı. Onlar da bu görevi ya kendileri yürüttüler veya güvendikleri bir kişiyi görevlendirdiler. Hilâfetinin ilk yılında (633) Hz. Ömer’i hac emîri tayin eden Hz. Ebû Bekir ertesi yıl bu görevi bizzat kendisi üstlendi. İlk üç halife döneminde halifelerin dışında 13 (634) ve 24 (645) yıllarında Abdurrahman b. Avf, Hz. Ali döneminde ise (656-661) sırasıyla Abdullah b. Abbas, Şeybe b. Osman, Kuşem b. Abbas hac emirliği yapmışlardır.

Emevî Halifesi Abdülmelik b. Mervân devrinde (685-705) halifelik iddiasında bulunan her şahıs kendi adına bir emîr-i hac tayin etmişti. 68 (688) yılı hac mevsiminde dört emîr-i hac Arafat’ta toplanmış ve birbirleriyle çatışmadan görevlerini ifa etmişlerdir. Emevî ve Abbâsî halifeleri hacca gittiklerinde bu vazifeyi bizzat kendileri üstlenmişler, diğer zamanlarda ise emîr-i hac tayin etmişlerdir. Abbâsî halifeleri başlangıçta bu göreve kendi ailelerine mensup birini getirirken daha sonra ve özellikle Büveyhîler’in Bağdat’a hâkim oldukları dönemde genellikle nakībü’l-Aleviyyîn olan kişi hac emîrliğî görevini de yürütmüştür. Fâtımîler Mısır’a hâkim olunca (969) özel hac kafileleri düzenlediler ve zaman zaman Haremeyn’de kendi adlarına hutbe okuttular. Abbâsîler’in merkezî otoritesi zayıflayıp ülke içinde karışıklıklar çıkınca huzur ve güvenliğin sağlanabilmesi için hac emirliği görevi kumandanlardan birine verilmeye başlandı. Büyük Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey’in 1055’te Bağdat’a girip Büveyhî hâkimiyetine son vermesiyle başlayan Selçuklular döneminde, nakībü’l-Aleviyyîn Ebü’l-Ganâim Muammer b. Muhammed el-Alevî’nin yerine Emîr Ebû Mansûr Kutluğ adlı kumandan emîr-i hac tayin edilmiş ve on iki yıl boyunca bu görevi yürütmüştür.

Emîr-i hac tayin edilen kişi dârülhilâfeye gelir, burada devlet erkânı, eşraf, kādılkudât ve fukahanın da katıldığı muhteşem bir merasim yapılır, kendisine halife tarafından hil‘at verilirdi. Bazen


emîr-i hac kendi gitmeyip yerine nâibini veya oğlunu da gönderebilirdi. Hac emîrlerinin hareket merkezi Emevîler döneminde Dımaşk, Abbâsîler döneminde Bağdat’tı. Çeşitli bölgelerden gelen hacı adayları bu merkezlerde toplanır, emîr-i haccın başkanlığında Mekke’ye hareket edilirdi. Menâsik-i hac emîr-i haccın rehberliğinde yerine getirilir, dönüş Medine üzerinden yapılırdı. Emîr-i haccın sorumluluğu kafile hilâfet merkezine ulaşıncaya kadar devam ederdi.

Memlûk Sultanı Baybars’ın, Moğol istilâsından sonra Dımaşk’a kaçan Halife Zâhir-Biemrillâh’ın oğlu Ahmed’i Kahire’ye getirip Müstansır-Billâh lakabıyla halife ilân ettiği 659 (1261) yılından itibaren hac emîrinin hareket merkezi bu şehir oldu. Yönetimlerini meşrulaştırmak ve kutsal toprakların idaresini yönlendirmek amacıyla hac faaliyetlerine ve Hicaz’a gönderilen yardımlara önem veren Memlükler’in tayin ettiği hac emîri, her yıl yenilettiği siyah ipekten dokunmuş, üzeri altın veya gümüşle yazılmış âyetlerle süslü Kâbe örtüsünü receb ve şevval aylarında düzenlenen iki törenle halka teşhir ederdi. Birinci tören yol güvenliğinin sağlandığı, ikincisi hac kervanının yola çıkmaya hazır olduğu anlamına gelirdi. Bazı hacılar birinci törenden sonra yola çıkar, emîr-i haccın başında bulunduğu esas hac kafilesi ikinci törenden sonra Kahire’den ayrılırdı. Kâbe örtüsünü ve sırma işlemeli Kâbe resmini taşıyan mahmil-i şerifin de yer aldığı hac kafilesi hareket ederken Memlük sivil ve askerî erkânı da hazır bulunurdu. Emîr-i haccın başkanlığındaki hac kervanı, yol boyunca güvenliği sağlayacak askerî birlik eşliğinde genellikle şevval ayının ikinci yarısında Kahire’den ayrılır ve yaklaşık dört ay sonra dönerdi.

Memlükler döneminde hac emîrlerinin görevi sadece hac kafilesinin yol güvenliğini sağlamak, Mekke ve Medine’de hac menâsikini yerine getirmek ve Memlük sultanının gönderdiği erzak ve hediyeleri dağıtmaktan ibaret değildi. Emîr-i haccın bunlar kadar önemli olan diğer bir görevi de Hicaz’ın iç işlerini düzenlemek, Mekke şerifleri arasındaki rekabeti dengelemek ve gerektiğinde sultanın otoritesini bizzat hissettirmekti. Meselâ 1301 yılı hac mevsiminde emîr-i hac olan Baybars el-Bundukdârî, Mekke Emîri Ebû Nümey’in ölümüyle başlayan taht kavgasını yatıştırarak Ebü’l-Gays ve kardeşi Uteyfe’yi Hicaz emîri tayin etmiş, Kahire’ye dönerken de diğer iki kardeş Humeydâ ve Rumeysâ’yı beraberinde götürmüştü (Mortel, XXXII/2, s. 284). Memlüklü hac emîrlerinin Hicaz’ın iç işlerine müdahalesi bölgenin Osmanlılar’a geçişine kadar devam etmiştir.

1517’de Mısır ve Hicaz’ın Osmanlı idaresine girmesiyle hacıların güvenliğinin sağlanması, Hicaz’daki kutsal makamların korunması ve bu bölge sakinlerinin ihtiyaçlarının giderilmesi Osmanlı sultanlarının önemli görevlerinden biri olmuştur. Osmanlılar zamanında hac emîrinin sayısı ikiye çıkarılmıştır. Bunlardan birinin görev yerinin merkezi Şam, diğerinin ise Mısır (Kahire) idi. Şam emîr-i haccı Anadolu, İran ve Orta Asya hacılarıyla Halep ve Bağdat gibi diğer bazı Arap vilâyetlerinden Şam’da toplanan hacıların, Mısır emîr-i haccı da Kuzey Afrika ve Mısır çevresinden Kahire’de toplanan hacıların Haremeyn’e gidiş dönüşlerinden sorumluydu.

Şam hac emîrleri genellikle bölgenin askerî veya sivil erkânından seçilir yahut Şam beylerbeyi bu görevi de yürütürdü. Bu geleneği başlatan Yavuz Sultan Selim, Mısır dönüşünde (Şevval 923/Ekim 1517) Şam’da bulunan Emeviyye Camii’nde kılınan cuma namazından sonra askerî erkândan Mehmed Bey’i emîr-i hac tayin etmiş ve hac kervanını sancakla uğurlamıştır (Uğur, s. 108). Eşraftan seçilen hac emirlerinin zaman zaman başarısız olmaları ve hac kervanını bedevî saldırılarına karşı koruyamamaları üzerine 1570’lerden itibaren bölge sancaklarından birinin beyi hac emîri tayin edilmeye başlanmıştır. Emîr-i hac tayin edildiğinde sancak beyi olmayanlar ise bu göreve geldikten sonra Şam’daki sancaklardan birinin beyliğini de üstlenmişlerdir. XVII. yüzyılın ilk çeyreğinden XVIII. yüzyıl başlarına kadar görev yapan hac emîrlerinin çoğunluğu Şam’da ikamet eden yeniçeri ileri gelenlerinden seçilmiştir. Yeniçeri Ocağı’na mensup olan hac emiri Mûsâ et-Türkmânî’nin başında bulunduğu kafilenin 1671’de Havran bedevî şeyhi İbn Râşid’in saldırısına uğraması ve çok zayiat vermesi Şam yeniçerilerinin zaafını ortaya koymuştur. Bu olay, mahallî bağlantıları güçlü olan kişilerin hac emîri olarak tayin edilmesini tekrar gündeme getirmiş ve daha sonraki çeyrek asır boyunca hac emîrlerinin çoğu eşraf ve mutasarrıflardan seçilmiştir. XVIII. yüzyılın başından XIX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar bu görevi genellikle Şam valileri yürütmüşlerdir (Rafiq, s. 555-558). Bunların içinde özellikle Azmzâde ailesine mensup olan valilerin önemi büyüktür. XIX. yüzyılda ise tekrar Şam ileri gelenlerinden birinin hac emîri tayin edilmesi prensibi benimsenmiştir. Tanzimat’tan itibaren hac emirliği görevi Şam’ın iki büyük ailesine mensup kişiler tarafından yürütülmüştür. 1870’lere kadar Büzü ailesi, bu tarihten itibaren de Şemdîn ailesi mensupları hac emirliği yapmışlardır (Gross, s. 159, 429). Osmanlılar döneminde hac emirliği görevine getirilenlerin bedevî saldırılarına karşı koyacak, mahallî şartları iyi bilen, hac kafilesi masraflarına önemli katkıda bulunacak, ayrıca siyaseten devlete kazanılmasında fayda görülen şahıslardan olmasına dikkat edilmiştir.

Şam hac emîrinin en önemli görevi hac kafilesinin güvenliğini sağlamak ve masraflarına katkıda bulunmaktı. XIX. yüzyıl ortalarına kadar yol güvenliği kapıkulu, yerli kulu ve özellikle XVII-XVIII. yüzyıllarda takviye kuvvet olarak teşkil edilen cerde* hafif süvari birliği tarafından sağlanmış. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren güvenlik hizmeti Şam’da bulunan düzenli ordu tarafından yürütülmüştür. Hac kafilesiyle gidip dönen bu askerî kuvvetlerden ayrı olarak Şam - Medine arasında inşa edilen konaklama merkezlerinde sürekli askerî kuvvet bulundurulmuştur. Her yıl hac kafilesi dönüşünde değiştirilen bu askerler yıl boyunca, söz konusu konaklama merkezlerinde artan erzak ve hayvanları bir sonraki yılın hac kafilesi ulaşıncaya kadar muhafaza ederdi. Emîr-i hac ayrıca devlete bağlı kabilelerden bazılarını hac yolu çevresine yerleştirerek, tehlike oluşturabilecek bazı kabilelere de hac kafilesiyle ilgili görevler vererek veya maddî yardımlarda bulunarak yol güvenliğini sağlamaktaydı. Hac emîrinin hangi sebeple olursa olsun dışladığı kabileler fırsat bulduklarında hac kafilesine saldırırdı. Şam hac emîrinin yol güvenliğiyle ilgili sorumluluğu Şam’da başlar ve tekrar Şam’a dönülmesiyle sona ererdi. Şam hac emîri, İstanbul’dan gelen surre emini başkanlığındaki hac kafilesini Hama’da karşılar, Şam’da diğer hac kafileleriyle birleştirirdi. Dönüşte ise tekrar Hama’ya kadar güvenliğini sağlar, burada kafileyi Halep yetkililerine teslim ederdi. Şam yoluyla gelen hacıların Medine yakınlarındaki Medâinü Salih veya Ûlâ’ya ulaşmalarından sonra güvenlik sorumluluğunu Hicaz yetkilileri üstlenirdi. 1864’ten


itibaren İstanbul’dan yola çıkan surre alayının Beyrut’a kadar vapurla gönderilmeye başlanması üzerine Şam hac emîrinin görevi surre alayının Beyrut’a ulaşmasıyla başlar ve hac dönüşü buradan İstanbul’a uğurlanıncaya kadar devam ederdi. Hicaz demiryolunun faaliyete geçtiği 1908’den itibaren surre alayı Haydarpaşa tren istasyonundan yola çıkmaya başlamış ve Şam üzerinden Medine’ye ulaşmıştır. Hac kafilesinin demiryoluyla gidiş-dönüşü hem devletin yükünü hafifletmiş, hem de hac emîrinin güvenlikle ilgili işlerini bir hayli kolaylaştırmıştır.

Başında bulunduğu kafilenin her türlü ihtiyacını karşılamakla yükümlü olan hac emîrinin hac mevsiminden aylar önce hazırlıklara başlaması gerekirdi. Nakdî yardımların önemli bir kısmı surre eminiyle İstanbul’dan gönderilir, geri kalan kısmı ise Şam ve çevresindeki sancaklardan toplanan vergilerden karşılanırdı. Kafile için gerekli olan temel ihtiyaç maddeleri, vergi karşılığı toplanan gıda maddeleriyle hac kafilesi için vakfedilmiş arazilerden elde edilen mahsullerden sağlanırdı; bunların yetersiz olması halinde Şam pazarından ve Havran civarındaki kabilelerden satın alınarak ihtiyaç giderilirdi.

Mısır hac emîrleri Osmanlı idaresinin ilk yıllarında İstanbul’dan gönderilen beylerden seçilirdi. XVII. yüzyıldan itibaren Memlük beylerinin Mısır’da söz sahibi olmaya başlamasıyla hac emîrleri bunların arasından seçildi. Mısır gelirlerini İstanbul’a götüren Memlük beyi genellikle bir sonraki yılın hac emîri tayin edilirdi. XVII. yüzyılın en güçlü hac emîri, yaklaşık çeyrek asır bu görevde kalan Rıdvan Bey’dir (ö. 1656). Mısır hac emirliği görevi XIX. yüzyıla kadar Memlük beylerince yürütülmüş, bu tarihten itibaren hac emîri Kavalalı Mehmed Ali Paşa ve onun soyundan gelen valiler tarafından tayin edilmiştir.

Mısır hac emîrleri de hac mevsiminden aylarca önce hazırlıklara başlar, gerekli erzakı temin eder, bunun kervanla birlikte götürülecek kısmını ayırır, kalanını konaklama merkezlerine gönderirdi. Mekke ve Medine’ye götürülen surrenin dağıtımından da Mısır hac emîri sorumluydu. Bunun dışında, mahmil-i şerifi ve her yıl değiştirilen Kâbe örtüsünü zamanında hazırlatırdı. Yol boyunca güvenliği sağlamak üzere hac emîrine karşı sorumlu olan serdâr-ı haccın emrinde 500 - 2000 kişilik askerî birlik hac kervanına eşlik ederdi. Serdâr-ı hac ihtiyaç duyduğu miktarda askeri Mısır ordusundan temin ederdi. Kafilenin Hicaz’a gidiş gelişi esnasında vuku bulacak hukukî meseleleri çözmek üzere hac emîrine tâbi bir de kadı bulunurdu.

Mısır hac kafilesinin masraflarının büyük bir kısmı bu vilâyet gelirlerinden karşılanmış, masrafların artışına paralel olarak Mısır’da bu iş için ayrılan vakıf arazileri de arttırılmış, ayrıca her yıl İstanbul’dan önemli miktarda para yardımı yapılmıştır. İstanbul’dan yapılan yardım XVIII. yüzyıl başında 450.000 para iken yüzyılın sonunda bu miktar 10 milyon paraya kadar yükselmiştir (Shaw, s. 245). 1670 yılında hacca gitmek üzere İstanbul’dan ayrılan ve Şam’a giderek burada toplanan diğer hacılarla birlikte Şam beylerbeyi emîr-i hac Hüseyin Paşa’nın maiyetinde yola çıkan Evliya Çelebi yol boyunca geçtiği menzillerle Medine ve Mekke hakkında bilgiler vermiş, emîr-i haccın taşıdığı sorumlulukları, yaptığı hizmetleri ve düzenlenen merasimleri çok canlı ifadelerle anlatmıştır.

Osmanlı Devleti’nden sonra Suriye ve Mısır tarafından yürütülmeye çalışılan hac emirliği kurumu 1924’te Hicaz’ın Suûd ailesinin yönetimine girmesi ve bu ailenin hac emirliğini yasaklamasıyla sona ermiştir. Bu tarihten itibaren her ülkenin ilgili bakanlığı hac emîrinin görevlerini yerine getirmiştir. Mısır’da hac işleriyle ilgili görevliler için 1954 yılına kadar emîr-i hac unvanı kullanılmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Taberî, Târîh (Ebü’l-Fazl), IV, 174-175; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-zeheb (Meynard), IX, 54-56; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 291; III, 129; X, 163; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, IX, tür.yer.; X, 419-445; Mir’atü’l-Haremeyn, III, 234-242; S. J. Shaw, The Financial and Administrative Organization and Development of Ottoman Egypt 1517-1798, Princeton 1962, s. 239-253; Abdülkerim Rafiq, The Province of Damascus 1723-1783, Beyrut 1966, s. 52-72, 555-558; İ. Hakkı Uzunçarşılı, Mekke-i Mükerreme Emirleri, Ankara 1972, s. 56-61; M. L. Gross, Ottoman Rule in the Province of Damascus 1860-1909 (doktora tezi, 1979), Georgetown University (Washington), s. 159, 429, 447, 479; Ahmed er-Reşîdî, Hüsnü’s-safâ ve’l-ibtihâc bi-zikri men vülliye imârete’l-hâc (nşr. Leylâ Abdüllatîf Ahmed), Kahire 1980, s. 228-236; K. K. Barbir, Ottoman Rule in Damascus 1708-1758, Princeton 1980, s. 108-177; Muhammad Adnan Bakhit, The Ottoman Province of Damascus in the Sixteenth Century, Beirut 1982, s. 107-115; A. K. S. Lambton, State and Government in Medieval Islam, New York 1985, s. 199; Irâkî Yûsuf Muhammed, el-Vücûdü’l-ǾOsmâniyyü’l-Memlükî fî Mısr, Kahire 1985, s. 173-201; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtibü’l-idâriyye (Özel), I, 147-148, 192-193; İsmail Yiğit, Siyasî - Dinî - Kültürel - Sosyal İslâm Tarihi: Memlûkler, İstanbul 1991, s. 391-392; Münir Atalar, Osmanlı Devletinde Surre-i Hümâyûn ve Surre Alayları, Ankara 1991, s. 171, 190, 192; Ahmet Uğur, Yavuz Sultan Selim, Kayseri 1992, s. 107-108; Ârif Ahmed Abdülganî, Târîhu ümerâǿi Mekketi’l-Mükerreme, Dımaşk 1413/1992, tür.yer.; M. Winter, Egyptian Society Under Ottoman Rule 1517-1798, London 1992, s. 14, 20-22, 44-45; Seyyid Hasan Kurûn, “Evvelü emîr li’l-hac”, ME, XLVII/15 (1975), s. 1120-1124; Bedrî M. Fehd, “Târihu ümerâǿi’l-hac”, el-Mevrid, IX/4, Bağdad 1401/1981, s. 179-210; Richard T. Mottel, “Prices in Mecca During the Mamluk Period”, JESHO, XXXII/2 (1989), s. 279-334; “Emîrülhacc”, İA, IV, 263; J. Jomier, “Amir al-Hâdjdj”, EI² (İng.), I, 443-444; Ali Karaca, “Azmzâdeler”, DİA, IV, 350.

Münir Atalar