EMÎR-i HARES

أمير حرس

Bazı İslâm devletlerinde sarayı korumak ve hükümdarın vereceği cezaları infaz etmekle görevli birliğin emîri.

Emîr-i hares, Arapça emîr ve hares (tekili haris “muhafız”) kelimelerinden oluşmuştur. Emîr-i hareslik bir müessese olarak ilk defa Muâviye tarafından kurulmuştur. Muâviye, Bûrek es-Sarîmî’nin suikast teşebbüsünden sonra muhtemel bir saldırıdan korunmak amacıyla bu teşkilâtı ihdas etmiş ve başına mevâlî*den Muhtâr adındaki bir kişiyi getirmiştir. Bu muhafız birliği aynı zamanda hükümet merkezindeki askerî birliğin de bir kısmını oluşturuyordu. Teşkilâtın başındaki görevliye o dönemde sâhibü’l-hares denilmekteydi. Muâviye camide, zulme uğrayanların ve ihtiyaç sahiplerinin şikâyetlerini dinlerken sâhibü’l-harese bağlı muhafızlar da yanı başında beklerdi. Emevîler’in Basra valisi Ziyâd b. Ebîh ile Kûfe valisi Ubeydullah b. Ziyâd’ın da hares teşkilâtları vardı. Ziyâd, sâhibü’l-haresin yaşlı, güvenilir, dürüst ve kendisine söz söyletmeyen bir kimse olması gerektiğini ifade ederdi.

Emîr-i hareslik müessesesi Abbâsî ve Gazneli sarayında da mevcuttu. Muktedir-Billâh’ın halifeliği döneminde (908-932) Dârülhilâfe’de sâhibü’l-harese bağlı 400 muhafız bulunduğu bilinmektedir (Sâbî, s. 8).

Büyük Selçuklular’da emîr-i hares yine sarayın en nüfuzlu ve imtiyazlı görevlileri arasında yer almaktaydı. Kendine ait alemi, kös ve nevbet takımı vardı. Hükümdarın idam dahil verdiği çeşitli cezaları uygulardı.

Nizâmülmülk Siyâsetnâme’de (s. 145), emîr-i haresliğin her zaman önemli bir memuriyet olduğunu, sarayda hâcib-i büzürgden sonraki en büyük makamı emîr-i haresin işgal ettiğini, halkın hükümdardan çok ondan korktuğunu, maiyetinde yirmisi altın, yirmisi gümüş değnekli, on tanesi de büyük harbeli olmak üzere toplam elli çûbdârın bulunması gerektiğini söyler. Ayrıca emîr-i haresin askerleriyle, mükemmel silâh ve techizatıyla sarayın ihtişamına lâyık bir şekilde hareket etmesi icap ettiğini anlatır.


BİBLİYOGRAFYA:

Dîneverî, el-Ahbârü’t-tıvâl, s. 226; Ya‘kubî, Târîh, II, 232, 238, 253; Taberî, Târîh (Ebü’l-Fazl), V, 149, 224, 330, 372; Sâbî, Rüsûmü dâri’l-hilafe, s. 8; Muhammed b. Hüseyin el-Beyhaki, Târîh (nşr. Halîl Hatîb Rehber), Tahran 1368, II, 65; Nizâmülmülk, Siyâsetnâme, s. 145-149; a.e. (Köymen), s. 174-175; Muhammed Nâzım, The Life and Times of Sultan Mahmud of Ghazna, Cambridge 1931, s. 150; İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İstanbul 1953, s. 143-144; Hasan-ı Enverî, Istılâhât-ı Dîvânî-yi Devre-yi Gaznevî ve Selcûkî, Tahran 2535 şş., s. 28, 220, 222; Muhammed Mahmûd İdrîs, Rüsûmü’s-Selâcika, Kahire 1983, s. 111-112; Mehmet Altay Köymen, Alp Arslan ve Zamanı, Ankara 1983, II, 31; Vecdi Akyüz, Hilafetin Saltanata Dönüşmesi, İstanbul 1991, s. 292-294; Dihhudâ, Lugatnâme, V, 234; C. E. Bosworth, “Amir-e Haras”, EIr., I, 959.

Aydın Taneri