EMÎRÜ’l-MÜ’MİNÎN

أمير المؤمنين

İslâm tarihinde Hz. Ömer’den itibaren devlet başkanlarına verilen unvan.

İslâm devlet başkanlarına “halife” ve “imam” denildiği gibi daha yaygın olarak “emîrü’l-mü’minîn” de (müminlerin emîri) denilmektedir. Bu tabir ilk defa, hicretin on yedinci ayında (Receb 2/Ocak 624) Hz. Peygamber tarafından Kureyş kervanını basmak üzere Batn-ı Nahle’ye gönderilen seriyyenin kumandanı Abdullah b. Cahş’a verilmiştir. Aynı şekilde, Resûl-i Ekrem’in Suriye’ye göndermeyi kararlaştırıp vefatından sonra Hz. Ebû Bekir tarafından sevkedilen ordunun kumandanı Üsâme b. Zeyd’e ve Kādisiye Savaşı kumandanı Sa‘d b. Ebû Vakkās’a da sahâbîlerin emîrü’l-mü’minîn diye hitap ettikleri bilinmektedir. Ancak bu tabir, Hulefâ-yi Râşidîn döneminden itibaren sadece halifelere verilen bir unvan olmuştur. İlk olarak bu unvanla anılan halifenin Hz. Ömer olduğu konusunda görüş birliği vardır. Hz. Ebû Bekir’e sahâbîler “halîfetü Resûlillâh” (Resûlullah’ın halifesi) demişler, ondan sonra halife olan Hz. Ömer’e ise “halîfetü halîfeti Resûlillâh” (Resûlullah’ın halifesinin halifesi) diye hitap etmişlerdir. Fakat sahâbîler, ileriye doğru halife sayısı artacağından bu hitap şeklini ağır buldular. Ebû Mûsâ el-Eş‘arî Hz. Ömer’e yazdığı bir mektupta kendisine emîrü’l-mü’minîn diye hitap etmiş, bu arada Adî b. Hatim et-Tâî, Mugīre b. Şu‘be, Amr b. Âs ve diğer bazı sahâbîlerin de Hz. Ömer’e aynı şekilde hitap etmeleri üzerine bu unvan yaygınlaşmıştır.

Emîrü’l-mü’minîn unvanı İslâm tarihinde siyasî, askerî ve dinî bir mahiyet arzetmektedir. Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali başta olmak üzere hemen bütün halifeler bu unvanı tevarüs etmişlerdir. Emevîler ile Bağdat ve Kahire’deki Abbâsîler’in yanında Abdullah b. Zübeyr ve İslâm dünyasının diğer bölgelerinde hilâfete kendilerinin daha çok hak sahibi olduğunu ileri süren bazı hükümdarlar emîrü’l-mü’minîn unvanını kullanmak hususunda büyük mücadeleler vermişlerdir. Bunlar arasında Hz. Ali soyundan gelen İdrîsîler, Abbâsîler’den daha çok halifeliğe lâyık olduklarını iddia eden Şiî Fâtımîler, Karmatîler, İbâzî olan Rüstemîler ve Muvahhidler sayılabilir. Bu unvanın kullanıldığı diğer bir devlet de Endülüs Emevîleri’dir. III. Abdurrahman, İbn Hafsûn isyanının bastırılmasından sonra 316 (929) yılında Endülüs Emevî Devleti tarihinde ilk defa bu unvanı kullanmaya başlamıştır. III. Abdurrahman emîrü’l-mü’minîn unvanını Abbâsîler’e karşı çıkmasından ziyade, kısa zamanda Kuzey Afrika’ya hâkim olan ve Endülüs’teki gelişmelere müdahale eden Şiî Fâtımîler’in düşmanca davranışlarına karşı koyabilmek için kullanmıştır. Endülüs’teki diğer mülûkü’t-tavâif de bu unvanı


kullanma hususunda birbirleriyle yarış etmişlerdir. Doğudaki müslüman devletler ise Abbâsîler’e saygılarından dolayı emîrü’l-mü’minîn unvanını kullanmamışlardır. Fakat batıda Ağlebîler, Zîrîler ve Hammâdîler hariç Kuzey Afrika ve Endülüs’teki müslüman devletlerin zaman zaman bu unvanı kullandıkları anlaşılmaktadır.

Moğollar’ın 656’da (1258) Bağdat’ı işgali üzerine Memlük Sultanı Baybars tarafından Kahire’ye götürülen ve Müstansır-Billâh lakabıyla halife ilân edilen Ebü’l-Kasım Ahmed ve halefleri emîrü’l-mü’minîn unvanını kullanmaya devam ettiler. Ancak Bağdat Abbâsî Halifeliği’nin yıkılmasının ardından bu unvanı kullanan devletlerin sayısı artmıştır. Bunlar arasında Fas’ta hüküm sürmüş olan Merînîler, Filâlîler, Sa‘dîler, Hafsîler sayılabilir. Osmanlı sultanları da hilâfetin Osmanlı hânedanına intikalinden sonra (1517) bu unvanı kullanmışlardır. Nitekim II. Abdülhamid saltanatı süresince çok sık kullandığı “halîfetü’l-müslimîn” unvanı dışında emîrü’l-mü’minîni de kullanmıştır. Meselâ 1306 (1889) tarihli Hicaz Vilâyeti Salnâmesi’nde tuğranın altında “emîrü’l-mü’minîn, urvetü’l-vüskā-yi muvahhidîn, hâdimü’l-Haremeyn” ibaresi yer almaktadır. Bu durum saltanatın hilâfetten ayrılıp ilga edilmesine kadar devam etmiş, hilâfet makamında bulunan kişiye ise sadece “halîfetü’l-müslimîn” denilmiştir. İmâmiyye Şîası emîrü’l-mü’minîn unvanını genellikle yalnız Hz. Ali hakkında kullanır. Fas krallarında bu unvan hâlâ devam etmektedir.

Emîrü’l-mü’minîn tabirinin başına bazı kelimeler eklenmek suretiyle hükümdarlara ve önemli devlet adamlarına halifeler tarafından unvan veya lakaplar verilmiştir. Tuğrul Bey’e “yemînü emîri’l-mü’minîn”, Alparslan ve Sencer’e “burhânü emîri’l-mü’minîn”, Melikşah’a “kasîmü emîri’l-mü’minîn” (her hususta halifenin ortağı) lakaplarını Abbâsî halifeleri vermişlerdir. Emîrü’l-mü’minîn ilâvesiyle kullanılan diğer bazı lakaplar da şunlardır: “Abd, halîl, hâlisa, hâssa, hüsâm, mevlâ, muhyî, muîn, nasır, nasır, radî, safî, seyf, sıddîk, sika, umde, velî, vezîr, yemîn”.

BİBLİYOGRAFYA:

Vâkıdî, el-Meğazî, I, 19; İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 281; Taberî, Târîh (de Goeje), I, 2748; II, 5; Ebû Hilâl el-Askerî, el-Evâǿil (nşr. Velîd Kassâb - Muhammed el-Mısrî), Riyad 1400/1980, I, 226-227; İbn Haldûn, Mukaddime (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1982, I, 609-615; Kalkaşendî, Subhu’l-aǾşâ, V, 475-476, 487, 491, 493; VI, 49, 65, 76, 108, 113, 119, 122, 129, 268; Hicaz Vilâyeti Salnâmesi, Mekke 1306, s. 81-82; Subhî es-Sâlih, İslâm Mezhepleri ve Müesseseleri Tarihi (trc. İbrahim Sarmış), İstanbul 1983, s. 218-219; Hasan el-Bâşâ, el-Elkâbü’l-İslâmiyye, Kahire 1409/1989, s. 194-214; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), I, 81-91; M. Max Van Berchem, “Titres califiens d’occident”, JA, IX (1907), s. 245-335; A. J. Wensinck, “Emîrülmü’minîn”, İA, IV, 263-264; İbrahim Kafesoğlu, “Selçuklular”, a.e., X, 366-367, 398; H. A. R. Gibb, “Amir al-Muǿminın”, EI² (Fr.) I, 458; Maya Shatzmiller, “Marînides”, a.e., VI, 558; el-Kamûsü’l-İslâmî, I, 188; DMF, I, 251; Dihhudâ, Lugatnâme, V, 223-233.

Mustafa Fayda