ENFÂL SÛRESİ

سورة الأنفال

Kur’ân-ı Kerîm’in sekizinci sûresi.

Sûrenin büyük bir kısmı doğrudan Bedir Gazvesi’yle ilgili olup bu âyetler hicretin ikinci yılında savaşı takip eden günlerde nâzil olmuştur. Ancak sûrenin son âyetlerinde müslümanlarla antlaşma yapmış olan müşrik kabilelerden ve onların arasında kalmış bazı müslüman azınlıklardan söz edildiğine göre bu âyetlerin daha sonraki yıllarda, muhtemelen Mekke fethi öncesinde veya sonrasında indiği tahmin edilebilir. Bedir sûresi adıyla da anılan sûre yetmiş beş âyettir. Fâsılası, (من طرب قد) tertibinde yer alan (ب، د، ر، ط، ق، م، ن) harfleridir.

Sûre adını birinci âyette geçen enfal kelimesinden alır. “Fazlalık” anlamındaki nefl kökünden gelen nefelin çoğulu olan enfâl “savaşta elde edilen ganimetler” mânasındadır. Bazı âlimlere göre ise enfâl genel olarak ganimetler anlamına gelmez; ganimetlerden Allah ve Peygamber hakkı olarak ayrılması gereken beşte birlik hazine payı için (humus) kullanılmıştır. Bununla beraber enfâlin, savaş söz konusu olmadan da müşriklerin elinden çıkıp müslümanların eline geçen her çeşit vergi veya gelir anlamına geldiğini söyleyenler de olmuştur. Bu sûrede söz konusu olan enfâl Bedir Gazvesi’nde


elde edilen ganimetlerdir (geniş bilgi için bk. FEY; GANİMET).

Enfâl sûresi, Bedir Gazvesi’nde müşriklerden elde edilen ganimetlerin Allah ve Resulü’ne ait olduğunu, dolayısıyla Allah ve Resulü’nün koyacağı ölçülere göre paylaştırılacağını bildiren, ayrıca müslümanlara Allah’tan korkmalarını, birbirleriyle iyi geçinmelerini, Allah’a ve Resulü’ne itaat etmelerini emreden âyetle başlar. Sûrenin esas konusu Bedir Gazvesi ve ganimetler meselesi gibi görünüyorsa da gerçekte asıl maksat, müslümanların her devirde düşmanlara karşı alacakları tedbirlerin temel ilkelerini belirlemektir. Birinci âyette ortaya konan ilkeye göre İslâm’da savaş ganimet elde etmek için değil Allah yolunda yapılır. Esasen ganimet için “fazlalık” mânasına gelen enfâl kelimesinin kullanılması da bu gerçeği ortaya koyar. Genelde bütün müslümanlar, özellikle de savaşa katılacak olanlar Allah’a olan sevgi ve güvenlerini gittikçe arttırarak korumalı, bedenî ve malî ibadetlerini hiçbir şekilde aksatmamalıdır. Sûrenin giriş kısmı sayılan bu bölümden (âyet 1-4) sonra Bedir Gazvesi öncesinde ve savaş sırasında meydana gelen bazı olaylara temas edilir. Aynı âyetlerde düşmana karşı uygulanan ve bir savaş taktiği niteliği taşımayan geri çekilişlerin yani savaştan kaçmanın haram olduğu ifade edilir ve Bedir zaferinin Allah’ın yardımıyla kazanıldığı vurgulanır (âyet 5-19).

Bunun ardından gelen âyetlerde, gerek savaşta gerekse barış zamanında kişiyi başarıya götüren ve âhiret saadetini sağlayan etkenler üzerinde durulur. Bunlar da Allah’a ve Resulü’ne itaat etmek, hem fertlere hem de toplumlara hayat veren ilâhî çağrıya olumlu ve samimi bir karşılık vermektir (âyet 20-28).

Daha sonra, Allah’tan sakınmanın müminleri iyiyi kötüden ayırma anlayışına ulaştıracağından söz edilerek müşriklerin Hz. Peygamber’in hayatına yönelik planlarını Allah’ın boşa çıkaracağına dikkat çekilir. İnsanların, Resûl-i Ekrem aralarında bulunduğu ve tövbe ettikleri sürece helake mâruz kalmayacakları hatırlatılır. Bu arada müşriklerin Kâbe bekçiliğine lâyık bulunmadıkları, bu şerefin müslümanlara ait olması gerektiği belirtilerek ileride Kâbe’nin de müslümanların eline geçeceği dolaylı olarak müjdelenmiş olur. Ayrıca Bedir zaferinin önemi ve müslümanların bu zaferi kazanmasındaki ilâhî tecelliler üzerinde durulur. Diğer taraftan zaferin elde edilmesinde sayı çokluğunun değil inanç, azim, cesaret ve ilâhî yardımın önemli olduğu vurgulanır. Müslümanlar hangi şartlar altında olursa olsun Allah’ı unutmamalı, O’na ve Resulü’ne itaat etmeli ve hiçbir şekilde birbirleriyle çekişmemelidir. Aksi takdirde zaafa düşer, birlik ve dirliklerini yitirirler (âyet 29-46).

Sûrenin devamında asıl zaafın riyakârlık, inançsızlık ve dünya nimetlerine aşırı düşkünlükten kaynaklandığı bildirilir. Geçmiş zamanlarda güçlü Firavun orduları bu yüzden nasıl yok olup gittiyse şüphesiz ki onlara benzeyen müşrik güçler de yok olup gidecektir. Milletleri ve orduları güçlü kılan şeyin dünya nimetlerine düşkünlük değil ilâhî ilkelere bağlılık olduğu belirtildikten sonra kâfirlerin ve zalimlerin yeryüzündeki saltanatlarının uzun sürmeyeceği, Bedir’in benzeri zaferlerin ardarda geleceği, ancak bunun için müslümanların bilinen ve bilinmeyen düşmanlarına karşı kuvvet hazırlamaları gerektiği ifade edilir (âyet 47-64).

Son bölümde Hz. Peygamber’in müslümanları savaşa teşvik etmesinin ve onları hazırlamasının önemi üzerinde durulur. Bu kısımda sûrenin başlangıcı ile bağlantı kurularak İslâm’da cihaddan maksadın esir elde etmek değil insanları hidâyete kavuşturup ebedî saadete erdirmek olduğu bildirilir. Allah yolunda yerini yurdunu terkedip hicret edenlerin ve müslüman saflarına katılanların bundan böyle kardeş olduğu, bunların eskiden yaptıkları şeyler yüzünden birbirlerine kin ve nefret duymamaları gerektiği anlatılır. Yine müslümanların dayanışma içinde olmaları ve düşmana ait bölgelerde bulunan din kardeşlerine yardım elini uzatmaları, kardeşler arasında fitne çıkaracak ve müslümanları zaafa uğratacak şeylerden sakınmaları emredilir. Sûre, İslâmiyet’i benimseyen bütün müslümanların aynı haklara sahip olduğunu, ancak akrabaların kendi aralarında farklı hak ve vecibeleri bulunduğunu bildiren âyetle sona erer.

Enfâl sûresinde Bedir Gazvesi, “iyi ile kötünün, hak ile bâtılın biribirinden ayrıldığı gün” anlamındaki yevmü’l-furkān terkibiyle anılır. Buna göre Bedir zaferi İslâmiyet’in gelişmesinde önemli bir dönüm noktasıdır. Enfâl sûresini Tevbe sûresinin bir mukaddimesi sayan, hatta Tevbe sûresinin başına besmele konulmayışını sırf bu sebebe bağlayan âlimler de vardır. Bu sûreyi okumanın faziletine dair Übey b. Kâ‘b veya Ebû Ümâme tarafından rivayet edilen, Enfâl ile Tevbe sûrelerini okuyanların kıyamet günü şefaate nâil olacaklarını bildiren, ayrıca kendilerine sonsuz sevap verileceğini, arşın ve onu taşıyan meleklerin de dünyada iken bunlar için mağfiret dileyeceğini ifade eden hadisin (bk. Zemahşerî, II, 136; Beyzâvî, I, 487) mevzû olduğu kabul edilmişti (Zerkeşî, I, 432).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “nfl” md.; Lisânü’l-ǾArab, “nfl” md.; Buhârî, “Tefsîr”, 8/1-7; Tirmizî, “Tefsîr”, 9; Zemahşerî, el-Keşşâf (Kahire), II, 136; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, İstanbul 1302, I, 487; Zerkeşî, el-Burhân, I, 432; Süyûtî, el-İtkan (Buga), I, 29, 30, 83; a.mlf., Tenâsüku’d-dürer fî tenâsübi’s-süver (nşr. Abdülkâdir Ahmed Atâ), Beyrut 1406/1986, s. 89-93; Abdullah Mahmûd Şehhâte, Ehdâfü külli sûretin ve makâsıdühâ fi’l-Kurǿâni’l-Kerîm, Kahire 1986, I, 101; “Enfâl”, DMT, II, 561-562; “el-Enfâl”, UDMİ, III, 445-449.

Emin Işık