EŞKİNCİ

Osmanlılar’da sefere çıkan askerler için kullanılan bir terim.

“Hızlı yürümek, atla hızlı hızlı gitmek” anlamındaki eşmek fiilinden yapılan eşkin (eşkün) kelimesi “çabuk yürüyüşlü at” demektir. “Atlı postacı” veya “yolcu” mânasına gelen eşkinci ise terim olarak sipahilerin ve bazı geri hizmet birliklerinin sefere katılanları hakkında kullanılırdı. Ayrıca fermanları bir yere ulaştıranlara da eşkinci denirdi. Timarlı sipahi eşkincilerinden kalelerde oturanlara “kale eri” veya “müstahfız” adı verilirdi. Daimî ordu statüsündeki kapıkulu askerlerinin ise taşra kalelerinde nöbetçi, İstanbul ve Edirne’de bekçi, muhafız veya oturak (emekli) olup sefere katılmayanları dışındakilerine eşkinci denirdi. Yeniçeri eşkincileri sefere çıkma işini kesinlikle başkasına devredemezlerdi. XVIII. yüzyılın ilk yarısında yeniçerilerin eşkinci ulûfeleriyle emekli olmaları usulünün kabul edilmesiyle eşkinci nizamı bozulmaya başladı. Emekli eşkincilerin esâmelerinin satışa çıkarılması, bu maaş belgelerinin askerlikle ilgisi bulunmayanların eline geçmesi âdeta bir maaş borsasının oluşmasına yol açmıştı. Bu uygulama zamanla eşkincilerin azalmasına, bu yüzden de sefer sırasında yeniden ulûfeli asker yazımına sebep olmuş ve sonuçta devlet hazinesini zarara sokmuştur. O tarihe kadar emekli yeniçerilerin ulûfeleri mahlûl kadrolardan karşılanır, eşkinci kadrolarına dokunulmazdı (Cevdet, XII, 255-256).

Eşkinci tabiri daha ziyade reâyâ statüsündeki bazı kişiler arasından seçilip yetiştirilerek teçhiz edilen ve sefere çıkan askerler için kullanılırdı. Bunlar tımarlı sipahilerin sefere götürdüğü cebelüleri oluşturmaktaydı. Böyle bir yükümlülüğü olan kişiler bazı vergilerden kısmen veya tamamen muaf tutulurdu. Osmanlı taşra teşkilâtının önemli unsurlarından olan ve askerî statüde sayılan yörük, tatar, canbâz, garîb, yaya, müsellem vb. kuruluşlar “ocak” adı altında beş, on, yirmi dört, yirmi beş veya otuzar kişilik gruplara ayrılırdı. Bu kuruluşlar her yıl devlete belli sayıda eşkinci neferi sağlamakla yükümlüydü. Ocak mensuplarının genellikle üçü veya beşi eşkinci, diğerleri ise yamak statüsündeydi.

Eşkinci Yörükler. Barış zamanında kendi işleriyle meşgul olan eşkinci yörüklerin beşte biri tam teçhizatlı olarak sefere hazır bulunurdu. Diğerleri ise sefere katılmaz, bazı malî yükümlülükleri yerine getirirlerdi. Geri hizmet birliklerinin eşkincileri cephe gerisinde taş gülle yapma, kereste temin etme, hisar, köprü, yol inşa etme gibi işlerde çalıştırılırdı. Fâtih Sultan Mehmed zamanında yamaklar eşkincilere sefer olsun olmasın her yıl “harçlık” adı altında 50’şer akçe verirlerdi. Ancak bu paranın sefer yapılmayan yıllarda da toplanması eşkincilerle yamaklar arasında ihtilâfa sebep olunca II. Bayezid döneminde sadece sefer olduğu yıla inhisar ettirilmiştir (Barkan, s. 259). “Resm-i yamak” da denilen bu vergi yılda bir defaya mahsus olup birden çok sefer vuku bulsa bile diğerleri için toplanmazdı. Bu vergiye karşılık yamaklar avarızdan muaf tutulurdu. Sefere giden eşkinciler ağnam resmi vermezler, buna mukabil sefere çıkmadıkları yıl üç koyuna 1 akçe verirlerdi. Mazeretlerinden dolayı sefere çıkamayan eşkinciler ise yerlerine bedel tutmakla mükelleftiler. Kanûnî Sultan Süleyman zamanında Silistre sancağı yörük, eşkinci ve yamakları ile tatar taifelerinin öşür ve sâlâriyye yükümlülüğü vardı. Bu yükümlülük 1569 yılında da devam etmiş, hatta “ellici” taifesinden olanların eşkincilerine verdikleri 50’şer akçe ve mücerredlerinin 25’er akçe, yağcı, küreci taifesinin ise devlet hazinesine verdiği vergilerin avârız-ı dîvâniyye karşılığı olduğu belirtilerek başka vergilerin toplanmasına engel teşkil etmediği vurgulanmıştır (a.g.e., s. 279). Ancak sefere giden eşkinci o yıl sâlâriyyeden muaf tutulurdu. 1569 tarihli Silistre Kanunu’nda, yörük taifesinin konar göçer olduğu halde bunlardan eşkinci ve yamakların bu statüde olmadıkları, sipahi toprağında oturdukları ve bağlı oldukları sipahiye karşı bazı yükümlülüklerinin bulunduğu belirtilmiştir (a.g.e., s. 280-281). Eşkinci, yamak, tatar ve canbâz taifelerinin resm-i arûsâneleri, yava ve kaçkunları subaşılarına aitti.

Eşkinci yörük taifesinden yaşlı olup sefere gidemeyenlerden yerine gidecek oğlu olmayanlar yamaklığa geçerdi; yamakların işe yarar oğulları ve kardeşleri de yamak olurdu. Bir yörük eşkincisi silâh olarak cebe, mızrak, yelek, ok, yay, kılıç ve kalkan kullanırdı. Ayrıca her on eşkincinin bir beygiri, bir de çadırı olurdu


(a.g.e., s. 393). Bir yörük eşkinci ocağının Fâtih Sultan Mehmed zamanındaki mevcudu yirmi dört kişiydi; bunlardan dördü eşkinci, yirmisi yamaktı. Eşkincilerden sadece biri sefere katılır ve buna “benevbet (nevbetlü)” denirdi; sefere çıkmayan diğer üç eşkinciye ise “çatal” adı verilirdi. XVI. yüzyılın ilk yarısında eşkinci ocakları yirmi beşer kişiden oluşmaktaydı. Bunlardan biri nevbetlü eşkinci, dördü çatal, yirmisi de yamaktı. III. Murad zamanında her ocak beşi eşkinci, yirmi beşi yamak olmak üzere otuzar kişiden meydana geliyordu (a.g.e., s. 261-264). Kanûnî Sultan Süleyman döneminde Rumeli’deki eşkinci yörüklerin genel mevcudu 5084, yamakların ise 20.586 kişiydi. XVII. yüzyılın ilk yarısında Rumeli’de 1290 ocak yörük vardı. Müsellem ve yörükler toplam 1309 ocaktan ibaretti. Bunlar da otuzar kişilik ocaklara ayrılmış, her ocağın yirmi beşi yamak, beşi eşkinci statüsüne bağlanmıştı (Avni Ömer Efendi, s. 391). Kanunnâmelerde yörüklerin kendi cinslerinden başkasına eşkinci ve yamak olamayacakları belirtilmektedir (Barkan, s. 264). İmparatorluğun çeşitli bölgelerinde aynı şekilde teşkilâtlanmış olan doğancılar da devlete eşkinci sağlamak zorunda idiler. Eşkinci, yamak ve bunların evlâdından doğancı olanların eşkincilik ve yamaklık statüleri kalkmaz, eski mükellefiyetleri devam ederdi. Aynı şekilde yağcı, küreci, raiyyet, tuzcu veya çeltikçi yazılan eşkinci ve yamak oğulları da yörük eşkinciliği ve yamaklığından çıkmazlardı. 1683 Viyana bozgunundan sonra Rumeli’de bulunan yörük grupları evlâd-ı fâtihân* adıyla yeniden teşkilâtlandırıldı.

Eşkinci Tatarlar. Rumeli’nin Hırsova ve Varna dolaylarında zeâmetli olarak bulunan eşkinci tatarlar da eşkinci yörük statüsünde idiler. Kanûnî Sultan Süleyman zamanında bunlar zaîm ve yamaklarıyla birlikte 2152 kişiden ibaretti. 363 kişi olan eşkincilerden beşte birinin sefere gittiği düşünülürse benevbet eşkinci adedinin yetmiş civarında olduğu söylenebilir. Halbuki bu sayı Yavuz Sultan Selim zamanında seksendi.

Yaya ve Müsellem Eşkincileri. Orhan Gazi döneminin savaşçı birliklerinden olup Yeniçeri Ocağı’nın teşkilinden sonra zamanla geri hizmet birlikleri arasına alınan yaya ve müsellemlerin her beş neferi bir ocak kabul edilmişti. Her ocağın tasarruf ettiği bir timarı vardı. Bunlar da nöbetleşe sefere çıkarlardı. Sefere gidenler ağnam resminden muaf olurdu. IV. Murad zamanında Anadolu’daki nevbetlü yaya ve müsellem eşkincilerinin sayısı 6900 olup yamaklarıyla birlikte toplam mevcutları 26.500 kişiydi. Eşkinci yaya ve müsellemlerin başlıca görevleri top çeken öküz ve camızlara bakmak, topların bir yerden bir yere naklini sağlamak, yolları temizlemek ve zahire nakletmekti (Avni Ömer Efendi, s. 392), Karaman eşkincileri kanununda on sekiz yaşından küçük sipahizâdelere hizmet teklif edilmeyeceği belirtilmiştir. Voynuklar ve Eflâklar on evden bir eşkinci verirlerdi (Akgündüz, I, 494-495). Bunların XV. yüzyıl ortalarındaki mevcutları 716 kişiydi (İnalcık, s. 154-155).

Canbâzân ve garîbân taifelerinin ise on neferde biri eşkinciydi. Hizmete gidenlere geri kalan dokuz kişi 50’şer akçe harçlık verirdi.

Eşkinciler XV. yüzyılda, özellikle Fâtih Sultan Mehmed zamanında Osmanlı ordusunun önemli bir kısmını oluşturmuşlardır. Bu fonksiyonları XVI. yüzyıl ortalarına kadar devam etmiş, bu yıllarda Osmanlı ordusunda ve bilhassa yayalar arasında ateşli silâhların yaygınlaşmasından itibaren eşkinciler ve bunlarla ilgili kuruluşlar giderek önemlerini kaybetmiştir. II. Mahmud zamanında eşkinci kadrolarının ıslahına çalışılmışsa da yeniçerilerin karşı çıkması yüzünden olumlu sonuç alınamamıştır.


BİBLİYOGRAFYA:

Kâmus-ı Türkî, s. 119; Hicrî 835 Tarihli Sûret-i Defter-i Sancak-ı Arnavid (nşr. Halil İnalcık), Ankara 1954, s. 60, 94, 108, 109, 119; Koçi Bey, Risâle (Aksüt), s. 26; Cevdet, Târih, XII, 255-256; Barkan, Kanunlar, s. 38, 244, 259, 261-264, 279, 280-281, 285, 287, 375, 390-394; Kitâbu Mesâlihi’l-müslimîn ve menâfii’l-mü’minîn (nşr. Yaşar Yücel), Ankara 1980, s. 79, 80, 81; Avni Ömer Efendi, Kânûn-ı Osmanî Mefhûm-i Defter-i Hâkanî (nşr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, TTK Belleten, XV/59 içinde), İstanbul 1951, s. 390-394; Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları, II, 255-256; Gökbilgin, Rumeli’de Yürükler, tür.yer.; Reşat Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, İstanbul 1981, s. 278, 314; Yavuz Ercan, Osmanlı İmparatorluğunda Bulgarlar ve Voynuklar, Ankara 1986, s. 49, 75; Halil İnalcık, Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar, İstanbul 1987, s. 153-155, 176; a.mlf., “Mehmed II”, İA, VII, 533; a.mlf., “Eshkindji”, EI² (Fr.), II 733; Ahmed Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, İstanbul 1990, I, 494-495; III (1991), s. 128, 324; Enver M. Şerifgil, “Rumeli’de Eşkinci Yürükler”, TDA, sy. 12 (1981), s. 64-79; TA, XV, 470.

Abdülkadir Özcan