EŞREF-i SÂAT

أشرف ساعت

Bir işe başlamanın uğurlu ve uygun zamanını ifade eden tabir.

Edebiyatta ve medeniyet tarihinde çokça kullanıldığı görülen eşref-i saat (eşref saat) tabirinin ifade ettiği kavramın temeli, Mezopotamya’nın ilk medenî sakinleri olan Sumerler’e dayanmaktadır. Sumerler semavî cisimlere taptıkları için yıldızların hareketlerinden ve aldıkları değişik konumlardan birtakım hükümler çıkarmaya çalışmışlar ve böylece Ortadoğu’nun ilk astrolojik tesbitlerini ortaya koymuşlardır. Sonraları İslâm dünyasında ilm-i ahkâm-ı nücûm* (astroloji) adı verilen bu çalışmaların önemli bir kısmını da eşref-i sâatin tesbit edilmesi oluşturmuştur.

Yedi gezegen ile (kevâkib-i seb‘a-i seyyâre) on iki burcun (bürûc-ı isnâ aşere) karşılıklı hareket ve konumlarına dayanan ilm-i ahkâm-ı nücûm bir ilim dalı sayılmaktaydı ve eski dünyanın hemen her tarafında rağbet buluyordu. Bu ilimle uğraşanlara göre bütün insanlar, hatta hayvanlar, bitkiler ve madenler bu gezegenlerle burçların tesiri altında idiler. Bugün de yıldız falına inananlar açısından gezegen ve burçlardan her birinin duygular, ahlâk, tabiat ve sağlık üzerinde farklı etkileri vardır; ayrıca delâlet ettikleri renk ve özellikler de farklıdır. Dolayısıyla insanlar etkisi altında bulundukları gök cismine atfedilen karaktere göre doğuştan iyi veya kötü, cömert veya cimri, talihli veya talihsizdirler. Her gezegenin ilk hareket noktasına dönüşü onun “zamân-ı şeref”i kabul edilir ve bu zamana “şeref-i şems, şeref-i kamer” gibi isimler verilir. Gezegenlerin burçlarla olan münasebetleri genelde uğurlu (sa‘d) veya uğursuz (nahs) zamanları gösterir; eşref-i sâat ise bir işin yapılacağı en uygun, en uğurlu zamanı ifade eder. En uygun zamanda başlanılan işin en güzel şekilde sonuçlanacağına inanılmasından dolayı eşref-i sâatin tesbiti çok önemlidir. Astrolojinin bu konuyla ilgilenen dalına ihtiyârât denir.

Eşref-i sâatin tesbiti müneccimler tarafından yapıldığı için Emevîler ve özellikle Abbâsîler’den başlayarak hemen bütün saraylarda bu kişilere büyük değer veriliyordu ve Osmanlı sarayı da bunlardan biri idi. Müneccimbaşının en önemli görevleri arasında padişahın tahta çıkması, şehzade doğumu, savaş ilânı, ordunun hareketi, sadrazama mühür verilmesi, denize gemi indirilmesi, sultan düğünü yapılmasının vakti vb. durumlarda zâyîçe (defter-i nücûm) hazırlayarak eşref-i sâatin bildirilmesi geliyordu. Bildirilen zamana mutlaka riayet edilir, yapılması planlanan işe tam saatinde, hatta dakikasına uyularak başlanırdı. Nitekim İstanbul’un fethi için de harekete geçme saatini müneccimlerin belirledikleri ve Fâtih Sultan Mehmed’in sefere tam o saatte çıktığı rivayet edilmektedir. Osmanlılar’da eşref-i sâat tesbiti müneccimbaşının vazifesi olduğundan sarayın bîrûn ricâli arasında bulunan müneccimbaşı veya ikinci müneccim “sâat-i muhtar” da denilen uğurlu saati tertip ettiği bir zâyîçe ile sadrazama sunar, sadrazam da bunu bir telhisle padişaha arzedip vereceği cevaba göre uygulamaya geçerdi. Osmanlı padişahları ve devlet adamları içinde eşref-i sâate inananların yanında inanmayanlar da vardı. Nitekim I. Abdülhamid eşref-i sâate ve zâyîçeye itibar etmez, ancak bazan gelenekler gereği bunu uygulardı. Bir sefer sırasında ordunun İstanbul’dan çıkmasıyla ilgili olarak belirlenen eşref-i sâat hakkında vezîriâzamın kendisine takdim ettiği telhise gönderdiği cevabî hatt-ı hümâyunda şöyle diyordu: “Hazret-i fahr-ı kâinat efendimiz nücûmen bir mahalle hareket etmedi... Benim umurum Cenâb-ı Hakk’a tefvîzdir, nücûma tefvîz değildir... Düşmân-ı dîn üzerimize geldikte saat gelmemiştir deyü saate müterakkıb olunur mu?... Perşembe gününe dek nasıl hava olacağı malum değildir, yarından iyi gün olmaz, fahr-ı âlem efendimizin mevlidi yevm-i isneyn. Ben ona itibar ederim”. Yine aynı padişah, sadrazama mühür verilmesiyle ilgili birinci ve ikinci müneccimlerin sundukları zâyîçelerden hangisine göre hareket edileceği sorulunca da “ilimlerinde hangisi maharetli ise zâhiren ona göre amel edilmesini, ancak hakîkat-i hâli âlimü’l-gayb olan Allah’ın bileceğini” söylemiştir (Uzunçarşılı, s. 370-371).

Eşref-i sâate İran ve Türk edebiyatlarında genişçe yer verildiği, özellikle şairler tarafından bir mazmun olarak ve en fazla âşıkla sevgilinin buluşması dolayısıyla kullanıldığı görülür. Meselâ Fâzıl-ı Enderûnî’nin, “Bir gün elbet ola eşref sâati/Bu dil-i işkestemi ben sağlarım” beyti, tabirin üstü kapalı biçimde sevgiliyle vuslat anına işaret ederek kullanılmasına bir örnektir. Öte yandan eşref-i sâatin tesbitine esas teşkil eden gezegenlerin zamân-ı şerefleri de yine şiirlerde sevilen bir motif olarak kullanılmıştır. Meselâ Atâî’nin, “Şeref-i şems-i kerem sâat-i nevrûz-i himem/Pertev-i nûr-ı harem âyet-i nasr u te’yîd” beytinde övülen kişinin uğurlu şahsiyeti “şeref-i şems” gibi parlak ve cömert olarak vasıflandırılmaktadır. Ayrıca muskacıların tertip ettikleri vefkleri zamân-ı şerefte yazmaları âdetine telmih olarak da Bâkî’nin, “Rûyunda la‘li üzre hat-ı müşgbâr-ı yâr/Şîrinlik yazar şeref-i âftâbda” mısraı gösterilebilir.

Eşref saat Türkçe’de deyim olarak “bir kimseye bir işi yaptırmanın en uygun zamanı” anlamına gelir.


BİBLİYOGRAFYA:

Kamus Tercümesi, III, 297; Pars Tuğlacı, Okyanus, Ansiklopedik Sözlük, İstanbul 1971, I, 762; Levend, Divan Edebiyatı, s. 197-209; Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı, s. 369-372; Şerefeddin Yaltkaya, “Tarihte Renk”, TM, VII (1942), s. 43-44; C. A. Nallino, “Astroloji”, İA, I, 682-686; T. Fahd, “Ikhtiyârât”, EI² (İng.), III, 1063-1064; a.mlf., “Munadjdjim”, a.e., VII, 557-558; a.mlf., “Nudjum”, a.e., VIII, 105-108; Pakalın, I, 567; III, 648; TDEA, III, 115; VI, 487; Mustafa Uzun, “Burç”, DİA, V, 425.

H. İbrahim Şener