EYYÛB

أيّوب

Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen peygamberlerden biri.

İbrânîce Kitâb-ı Mukaddes’te adı İyyöb (İyyöv) şeklinde geçer. Bu kelimenin menşei ve anlamı tartışmalıdır. “Düşman olmak, düşmanca davranmak” mânasındaki âyav fiilinden geldiği ileri sürüldüğü gibi (Ancien Testament, s. 1453), “sabırla hastalığa katlanmak” veya “ey ilâhî baba, neredesin” anlamlarına geldiği de kaydedilmektedir (Ejd., X, 111). Kelime eski Güney Arabistan ve Semûd dilinde ǿyb, eski Babilonya dilinde Ayyâbum, Tel Amarna tabletlerinde Ayâb (A-ia-ab) şeklindedir. Arapça olmayan Eyyûb kelimesinin (Mevhûb b. Ahmed el-Cevâlîkî, s. 102) Arapça’da “tövbe etmek” anlamındaki evb köküne yakınlığı da ifade edilmektedir (IDB, II, 911).

Ahd-i Atîk’te başından geçenlerin tafsilatıyla anlatıldığı bir bölüm bulunan Eyyûb, Edom diyarının bir bölgesi olan (Yeremyanın Mersiyeleri, 3/21) ve Ölüdeniz’in güneydoğusunda yer aldığı söylenen veya -Tevrat’ta bu kelimenin bir Ârâmî kabilesinin ismi olmasından (Tekvin, 10/23) hareketle- Celîle gölünün kuzeydoğusundaki Hauran’la aynı yer olduğu ileri sürülen (Ancien Testament, s. 1453; EJd., VII, 1476-1477) Uts diyarında yaşamıştır. Ahd-i Atîk’te Eyyûb Allah’tan korkan, kötülükten sakınan, kâmil ve doğru bir kişi olarak takdim edilir. Yedi oğul, üç kız babasıdır. 7000 koyunu, 3000 devesi, 500 çift öküzü, 500 dişi eşeği ve pek çok kölesi vardır. Şarktaki bütün insanların en büyüğüdür. Bir gün “Allah oğulları” (Ahd-i Atîk’te meleklerden bu şekilde bahsedilir) kendilerini takdim etmek üzere rabbin huzuruna geldiklerinde şeytan da aralarına karışır. Rab şeytana, “Kulum Eyyûb’a iyice baktın mı? Çünkü dünyada onun gibisi yok; kâmil ve doğru adamdır; Allah’tan korkar ve kötülükten sakınır” deyince şeytan, Eyyûb’un servetini elinden almasından kaygı duyduğu için Allah’tan korktuğunu iddia eder. Bunun üzerine rab Eyyûb’u denemek için şeytana onu yoksullaştırma imkânı verir. Rabbin izniyle şeytan tarafından çocukları öldürülüp malları çalınmak ve telef edilmek suretiyle imtihana çekilen Eyyûb, şeytanın beklediğinin aksine bütün bu felâketleri büyük bir tevekkül ve teslimiyetle karşılayarak Allah’a secde eder ve, “Anamın bağrından çıplak çıktım ve toprağın bağrına çıplak döneceğim; rab verdi ve rab aldı. Rabbin ismi mübarek olsun” der.

Rab bunca musibetten sonra Eyyûb’un yine kemalini koruduğunu belirtince şeytan, “Evet, İnsan canı için nesi varsa verir; fakat şimdi elini uzat da onun kemiğine ve etine dokun ve yüzüne karşı sana lanet edecektir” diyerek bu konuda Eyyûb’u denemek için rabden izin alır. Daha sonra Eyyûb’un ayak tabanından tepesine kadar bütün vücudunda kötü çıbanlar çıkar. Eyyûb çıbanları kazımak için bir çömlek parçası alır ve küller içinde oturur. Onun bu durumuna çok üzülen karısı, “Sen hâlâ mı kemalini sıkı tutmaktasın? Allah’a lânet et de öl” der; fakat Eyyûb, “Ahmak karılardan biri nasıl söylerse sen öyle söylüyorsun. Nasıl? Allah’tan iyilik kabul edelim de kötülük kabul etmeyelim mi?” diye cevap verir ve Allah’a isyan etmez.

Eyyûb’un bu halini duyan üç dostu Temmanlı Elifaz, Şuahlı Bildad ve Naamalı Tsofar onu ziyarete gelerek acısını paylaşırlar. Dostları yedi gün yedi gece baş ucunda hiç konuşmadan beklerler. Ancak Kitâb-ı Mukaddes’e göre Eyyûb hastalığı uzayınca yakınmaya ve doğduğu güne lanetler yağdırmaya başlar (Eyub, 3/1-26). Dostlarının teselli ve uyarılanna rağmen Eyyûb ısrarla suçsuz olduğunu, bu cezayı haketmediğini söyler(Eyub, 32/1-37/24). Nihayet rabbin kasırganın içinden Eyyûb’a cevap vererek isyanı sebebiyle onu kınaması üzerine (Eyub, 38/1-40/2) Eyyûb pişman olup tövbe eder (Eyub, 42/1-6). Allah onu tekrar sağlığına kavuşturduğu gibi önceki malının iki katı kadar da servet verir; ayrıca yedi oğlu ve üç kızı dünyaya gelir. Eyyûb bu musibetten sonra 140 yıl daha yaşar (Eyub, 1-42).

Kur’ân-ı Kerîm’de Eyyûb’a vahiy gönderildiği (en-Nisâ 4/163), onun hidayete erdirildiği (el-En’âm 6/84) bildirilmekte, ayrıca hastalığıyla ilgili olarak İki yerde ayrıntıya girilmeksizin özellikle olayın taşıdığı dinî ve ahlâkî mesajı kapsayan bilgiler verilmektedir. İlkine göre Eyyûb rabbine, “Bu dert bana dokundu, sen merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmiş, bunun üzerine Allah da onun duasını kabul ederek başına gelen felâketi kaldırmış, kendi tarafından bir rahmet ve ibadet edenler için bir ibret olmak üzere ona ailesini ve onlarla beraber bir mislini vermiştir (el-Enbiyâ 21/83-84). Diğer açıklama ise şöyledir: “Kulumuz Eyyûb’u da an. O rabbine, şeytan gerçekten bana bir yorgunluk ve eziyet verdi, diye seslenmişti. Ayağını -yere-vur! İşte yıkanılacak ve içilecek soğuk bir su -dedik-. Bizden bir rahmet ve aklıselim sahiplerine bir ibret olmak üzere ona hem ailesini hem de onlarla beraber bir mislini armağan ettik. Eline bir demet buğday sapı al, onunla -bir hatasından dolayı dövmeye yemin ettiğin karına- vur da yeminini yerine getir -dedik-. Gerçekten biz onu sabreden bir kul bulmuştuk. Ne güzel kuldu o! Daima Allah’a yönelirdi” (Sâd 38/41-44).

Eyyûb’la ilgili olarak tefsir ve kısas-ı enbiyâ kitaplarında çeşitli rivayetler yer almaktadır. Onun uzun boylu, gür saçlı ve heybetli bir kişi olduğunu nakleden bu kaynaklar Şam bölgesinde yaşadığını, çok geniş bir araziye sahip bulunduğunu, bu arazisinde 500 çift öküzü, 500 kölesi, 500 dişi eşeği, çok sayıda deve, sığır ve atı olduğunu kaydederler (Sa’lebî, s. 116). Rivayete göre Eyyûb baba tarafından Hz. İshak’ın, anne tarafından Hz. Lût’un soyundandır (Taberî, Târîh, I, 322; İbn Kesîr, el-Bidâye, I, 220). Hanımı ise Hz. Ya’kūb’un kızı Liya veya Hz. Yûsuf’un


oğlu Efraim’in kızı Rahme’dir. Eyyûb takva sahibi, yoksullara karşı merhametli, dulları ve yetimleri kollayan, misafire ikram eden, yolcunun yardımına koşan ve Allah’ın verdiği nimetlere şükreden iyi bir insandır. Hz. Ya’kūb veya Hz. Yûsuf’la çağdaştır; ya da Hz. Yûnustan sonra yaşamıştır. Ona ikisi kendi ülkesinden, biri de Yemenli olmak üzere üç kişi iman etmişti. İblisin onu saptırmak için gösterdiği çaba, malını mülkünü ve ailesini kaybetmesi, ağır ve tiksindirici bir hastalığa yakalanması, uzun süre sabır ve metanet göstermesi, eşinin kendisini isyana teşviki, nihayet hastalığından şikâyet etmesi ve sonraki gelişmelerle ilgili olarak verilen bilgiler İsrâilî kaynaktakilerle benzerlik arzeder; ayrıca bu bilgilere Kur’an âyetlerinin de ilâve edildiği görülür (Bk. Taberî, Târih, I, 322-325; Sa’lebî, s. 117-121).

Enes b. Mâlik’ten nakledilen bir hadise göre Eyyûb hastalığını on sekiz yıl çekmiştir (Sa’lebî, s. 122; İbn Kesîr, el-Bidaye, I, 223). Bu hastalığın üç veya yedi yıl sürdüğüne dair rivayetler de vardır.

Bir hadiste Eyyûb’un çarşamba günü hastalığa yakalandığı ve salı günü kurtulduğu belirtilir (İbn Mâce, “Tıb”, 22). Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği başka bir hadise göre Eyyûb çıplak olarak yıkandığı bir sırada üzerine altın çekirgeler dökülmüş, bunları avuç avuç alıp elbisesinin İçine koymaya başlamış, bunun üzerine rabbi ona, “Şu gördüğünden seni müstağni kılmamış mıydım?” diye nida edince Eyyûb, “Evet, senin izzetine yemin olsun ki bana çok şey verdin, fakat senin bereketinden müstağni kalamam” demiştir (Müsned, II, 243, 314, 490; Buhârî, “Ġusül”, 20, “Enbiyâǿ”, 20, “Tevĥid”, 35). Rivayete göre Eyyûb hastalanmadan önce yetmiş, iyileştikten sonra da yetmiş yıl yaşamıştır. Onun bütün ömrünün doksan üç yıl olduğu da nakledilir.

Ahd-i Atîk’te yer alan, Eyyûb’un başına gelen musibetlere önceleri büyük bir sabır ve tevekkülle katlanıp rabbine hamdederken daha sonra isyan ettiğine dair ifadeler İslâm’ın nübüvvet anlayışına aykırıdır. Zira İslâm inancına göre peygamberlerde bulunan temel özelliklerden biri de ismet vasfıdır ki büyük küçük bütün günahlardan, küfür ve şüpheden, yalandan uzak olmaları demektir. Esasen Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Eyyûb’un sadece içinde bulunduğu durumu dua şeklinde rabbine arzettiği belirtilmiş olup isyan ettiğine ve günahkâr olduğuna dair herhangi bir bilgi mevcut değildir. Aksine Allah’ın onu sabreden bir kimse olarak bulduğu, onun çok iyi bir kul olduğu ve daima Allah’a yöneldiği şeklindeki açıklamalar Kur’an’ın Ahd-i Atîk’teki bilgileri doğrulamadığını göstermektedir. Aynca Hz. Eyyûb’un hastalığının, insanları kendisinden nefret ettirecek kadar ağır ve tiksindirici olduğu yolundaki yahudi menşeli bilgileri bir peygamberin saygınlığı ve sosyal prestijiyle bağdaştırmak mümkün değildir; Kur’an’da ve güvenilir hadis kaynaklarında bu tür bilgiler de bulunmamaktadır. Diğer İslâmî kaynaklarda geçen bu yöndeki malumat ise tamamen İsrâilî kaynaklardan intikal etmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Mustafavî, et-Tahkik “Eyyûb” md.; Müsned, II, 243, 304, 314, 347, 490; V, 164; Buhârî, “Gusül”, 20, “Enbiyâǿ, 20, “Tevhîd”, 7, 35; İbn Mâce, “Tıb”, 22; Nesâî, “Ğusül”, 7; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, XXIII, 106-109; a.mlf., Târih (Ebü’l-Fazl), I, 322-325; MesǾûdî, Mürûcü’z-zeheb (Abdülhamîd), I, 48; SaǾlebî, ‘Ara’isul-mecâlis, s. 116-125; Mevhûb b. Ahmed el-Ce-vâlîki, el-MuǾarreb (nşr. F. Abdürrahim), Dımaşk 1410/1990, s. 102; İbn Kesir, el-Bidâye, I, 220-225; a.mlf., Kışaşü’l-enbiyâǿ I, 367-375; Tecrid Tercemesi, IX, 142-143; A. Jeffery, The Foreign Vocabulary of the Qur’an, Cairo 1938. s. 73-74; a.mlf., “Ayyūb”, El2 (Fr.), I, 819; M. Ebü’n-Nûr el-Hadîdî, Ǿİşmetü’l-en-biyâǿ, Kahire 1399/1979, s. 63; Abdülvehhâb en-Neccâr Kışaşü’l-enbiyâǿ, Kahire, ts. (Mektebetû Dâri’t-Türâs), s. 415-418; Ancien Testament, s. 1453; F. Prat, “Job”, DB, III/2, s. 1559-1560; M. H. Pope, “Job, Book of”, IDB, II, 911-925; M. Seligsohn, “Eyyûb”, İA, IV, 422-424; M. A. Yanah. “Hauran”, EJd., VII, 1476-1477; H. L. Ginsberg H. Z. Hirschberg v.dğr, “Job, The Book of”, a.e., X, 111-128.

Ömer Faruk Harman




Edebiyat. Hz. Eyyûb, diğer ilâhî dinlerde olduğu gibi İslâm dininde de sabır ve tahammül timsali olup manzum eserlerde daha çok bu özelliğiyle ele alınmıştır. “Gönül ser-menzil-i maksûduna elbet erer bir gün/Velî katlanmaya dil sabr-ı Eyyûb olmağa muhtâc” (Salim) beytinde onun bu vasfı dile getirilmiştir. “Mesîhâ-yı nigehten ders alıp dehrin etıbbâsı/ Bu bîmânn ilâcın sabr-ı Eyyüb eylemişlerdir” (Şeyh Galib) beyitlerinde de Eyyûb sabrından gerçek bir mesel olarak söz edilmektedir. “Ne ömr-i Nûh vermiş Hak ana ne tâkat-ı Eyyûb/Yâ NevǾî sen sehî-serve kaçan vâsıl ola ömrüm” (Nev’î) beytiyle, “Âşıklık herkesin kârı değildir/Âşıklara sabr-ı Eyyûb gerektir” (Hadîkī) beytinde âşıklığın en önemli şartı olarak Hz. Eyyûb’un tahammül gücü ve sabrı gösterilmektedir.

Bedenindeki dayanılmaz dert ve acılara tahammül etmesi sonucu Allah’ın Hz. Eyyûb’a, “Ayağını -yere- vur, su çıksın” diye buyurması, Hz. Eyyûb’un bu emri yerine getirerek çıkan sudan içmesi ve yıkanmasıyla bütün dertlerinden kurtulması da Şark-İslâm edebiyatlarında yer alan önemli motiflerden biridir. “Eyyûb oldum tenime/Cefâ kıldım canıma/Çağırdım sübhânıma/Kurtlar doyurup geldim” (Yûnus Emre) dörtlüğü ile, “Derd ile Eyyûb’u edip imtihan/Hikmet-i pinhânını kıldı ayan” (Taşlıcalı Yahya) beytinde can derdiyle imtihan edilen Hz. Eyyûb’un daha sonra Allah’ın hikmetiyle kurtulması ifade edilmiştir. “Sabrın sonu oldu çün selâmet/Eyyûb’a erişti yine sıhhat” (Refî’) beytiyle de sabrın mutluluk getireceği hatırlatılmıştır.

Başta türküler olmak üzere bir kısım mâni, deyim ve atasözü gibi anonim halk edebiyatı ürünlerinde de Hz. Eyyûb’un metaneti ve özellikle sabrı dile getirilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Levend, Divan Edebiyatı, s. 116-118; M. Nihat Özön, Edebiyat ve Tenkid Sözlüğü, İstanbul 1954, s. 83; Mehmed Çavuşoğlu, Necâti Bey Dîvâm’nın Tahlili, İstanbul 1971, s. 35; E. Kemal Eyüboğlu. Şiirde ve Halk Dilinde Atasözleri ve Deyimler, İstanbul 1973-75, I, 97, 200; II, 177, 364; Nejat Sefercioğlu, Nevî Dîvânının Tahlili, Ankara 1990, s. 26; Ahmet Talât Onay. Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar (Haz. Cemal Kurnaz), Ankara 1992, s. 160-161; “Eyyûb”, TDEA, III, 133.

Nurettin Albayrak